Genel

Olası bir deprem Türkiye'yi nasıl etkiler?

1999 büyük depreminden sonra :‘Aman Allahım, bu bir cinayet, ‘Türk insanı bunu haketmiyor’ dedim. Sonra da göçebelikten yerleşik düzene geçiş sürecimizi tam tamamlayamadığımızı düşündüm...

1999 büyük depreminden sonra :‘Aman Allahım, bu bir cinayet, ‘Türk insanı bunu haketmiyor’ dedim. Sonra da göçebelikten yerleşik düzene geçiş sürecimizi tam tamamlayamadığımızı düşündüm. Bu iç acıtan görüntülerin Atamızın ruhunu rahatsız edebileceğini düşündüm. Eminim O Türk mimar ve mühendislerinin çağdaş ve güvenli kentler yaratmalarını düşlerdi…

 

2000  yılında yanlış bir biçimde yalnızca 19 ilimizde yürürlüğe konulan ‘Yapı Denetimi Yasası’ ile Fenni Mesullerin yerini ‘Yapı Denetçileri’ almışsa da sigorta ayağı halledilemediğinden yasa ölü doğmuştu.. Ben o sırlarada rahmetli Başbakan Ecevit’in 57. koalisyon Hükümetinde ‘Başbakan Başdanışmanı’ olarak görev yapıyordum, daha doğrusu kontenjanından atandığım Partinin Başkanı yetki vermediğinden seyrediyordum. Yasanın 19 ilimiz ile sınırlandırılmasına ve kamu yapılarının denetim dışında bırakılmasına karşı çıktımsa da dinletemedim. Nihayet 11 yıl sonra, yasa tüm ülkeye şamil kılndı ise de Van’a yetişemedi. Bakın, bu yasa başından itibaren tüm illerimizi kapsayacak şekilde doğru dürüst yapılsa ve uygulansaydı Van da her iki depremde toplam insan kaybımız iki haneli rakkamı geçmezdi. Şimdi maalesef Van da 600 kadar deprem şehidimiz var.

 

‘Göçebelikten Yerleşik Düzene Geçiş Sürecimizi Henüz Bitiremedik….!’

 

            Deprem doğal afetlerin en ağır hasar verenidir. Depremsel topraklarda bulunan gelişmiş ülkeler ilgili mevzuatlarını ve inşaat malzeme ve tekniklerini bu yönde geliştirerek depremin verebileceği hasarı minimize etmişlerdir. Ülkemizin deprem karşısında acz içinde kalmasında ve büyük kayıplar vermesinde sorumluluk kademeli olarak geniş bir kitleye aittir. Başbakanlar, Milletvekilleri, Bakanlar, Başkanlar dan tutun da şantiyedeki taşaron, demirci ustasına kadar herkesin bu acıklı tabloda belli bir hiyerarşi ve ölçüde sorumluluk payı vardır

Ben bu Ülkenin bir Yüksek Mühendis Mimar ve Kentbilimci ünvanlı Hocası olarak suçluluk duygusu yaşıyorum. Bu projeleri yapanlar, onaylayanlar ve denetleyenler içinde öğrencilerim olabileceğini düşünüyorum. Demek ki adam gibi bina yapmasını öğretememişiz diyorum.

            Sorumluluk geriye doğru uzanıyor. Yapı Denetim Yasası nı gereği gibi yapamayanlar, uygulamasındaki sıkıntıları gideremeyenler, Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılara Ait Yönetmelik veya kısa adıyla Deprem Yönetmeliğini ancak 1998 yılında gerçekçi hale getirenlerden tutunda çöken binaların proje müellifleri, onay mercii, fenni mesulleri, belediye kontrolü, müteahhitler, kalfalar, demirciler, beton üreticileri, ilk deprem sonrası kullanılabilir raporu veren görevliler ve bina sahibi, hepsinin belli oranda kusuru ve sorumluluğu olabilir. Ancak neticede kimse Hükümete gidip ‘Kardeşim Sayın Başbakan’ım, Sn Bakan’ım, Milletvekillerim siz niçin 1999 depremlerinden sonra, adam gibi bir yasa, bir düzenleme yapmadınız diye soramaz.

            Bugün yapılar yapmak, şehirler kurmak çok boyutlu ve karmaşık bir iştir. Mühendislik, mimarlık, sanat, kültür, estetik, psikoloji, sosyoloji, tarih, ekoloji ve daha nice disiplinlere hakim olmak gerekir. Ayrıca inşaat işi kamu güvenliğini ilgilendirir.

 

Bugün deprem, yarın sel, öbür gün yangın…ve ölüler, yaralılar, kayıplar..Öyle görülüyorki biz bu yerleşme ve yapı yapma işini hafife almışız. Yerleşmeyi henüz tam beceremiyoruz . Onun için göcebelikten yerleşik düzene geçiş sürecimizi henüz bitirememişiz demiştim az evvel. Önüne gelen de inşaatçı olmuş. Berber çırağından dahi bir belge aranırken ‘Mütayitim’, taşaronum, kalfayım diyen inşaat yapmış.

 

            Türkiye mizin birçok alan da öne çıktığını ve bölgesinde lider ülke olamaya aday olduğunu varsaysak bile kentleşme ve yapılaşmada Türkiye geri kalmış bir ülke durumundadır. İçinde yaşadığımız yapıların yarısı bir şekilde illegal ve çürüktür. Milletlerin ulaştıkları medeniyet çizgisi şehirlerinin görüntüsüyle doğrudan oırantılıdır. Depremlerde kayıp ve zarar ise ülkelerin gelişmişlik düzeyine ters orantılıdır. Onun içindir ki aynı şiddette bir sarsıntı ABD de, Japonya da 4-5 kişiyi öldürürken bizde kişiyi 600 insanı bitirmektedir.

 

Kronik adamsendecilik, laubalilik, ciddiyetsizlik, bilgisizlik ve köşedönmecilik….Bu sıfatlar son zamanlarda toplumumuzda yaygınlaştı maalesef. Ahlaki değerler yozlaştı.

Can güvenliği bahis konusu olunca sıfır risk almak durumundayız ve en kötü senaryolara göre hareket etmeliyiz. Deprem sonrası riskli bulunan veya henüz incelenemeyen yapılara hiçbir şekilde girilmemelidir. Van da tahminimce çadır temininde yaşanan kargaşa bu duruma neden oldu. Süratle yeterince çadırkent veya bizde henüz bulunmayan ‘Acil Afet Yapıları’ kurulmalıydı.

 

            Van depremleri bana ‘Biz adam olmayız’ dedirtti.

Zemin etüdü yapılmış ve yeni deprem yönetmeliğine göre inşa edilmiş binaların dahi kaybedilmesi beni yıktı. Ikinci bir depremde hasarlı binaları kullanmaya devam eden insanlarımızdan 40 ını daha kaybetmemiz beni isyan ettirdi. 1999 dan bu yana ‘laf olsun torba dolsun’ yapmışız. Ancak arama kurtarma alanında kaydettiğimiz ilerleme belirgin idi. Sağlık ekipleri neredeyse kusursuz çalıştılar. Kutlamak lazım.

 

            İmar Yönetmeliği ve Deprem Yönetmeliği ayrı şeylerdir. Burada önem arzeden Deprem Yönetmeliği dir. Eski yönetmeliğe göre yapılan yapılar pek tabii risk grubundadır. Istanbul da bunlardan milyonlarca vardır. Riski oluşturan birçok başka bileşen vardır.Örneğin, Istanbul bölgesi yakın bir geçmişe kadar 2. Derece deprem kuşağında kabul ediliyordu. Bu durumda bir bilimsel kusur ve sorumluluktur. Yakın bir geçmişe kadar beton şantiyede ilkel biçimde üretiliyordu, test edilmiyordu, deniz kumu kullanılıyordu, nervürlü demir yoktu, zemin etüdü yapılmıyordu, dökülen betonun iyi oturmasını sağlayan vibratör cihazları da yoktu….

 

            Ancak beni bitiren husus Van da bugün bütün bu teknik olanaklarla yapılan yapıların dahi göçmüş olmasıdır. O zaman ya bilgisizlik var yada hırsızlık..

 

            Bir de mühendislik mimarlık eğitimine bakalım. Ben bu yıl meslek hayatımda 40. yılımı geçtim. Lisans, Lisanüstü, Master ve Doktora diplomalarım var. Akademik ünvanlarımı saymıyorum. Bugün 4 yıllık lisans eğitimi bitiren genç bir mimar veya mühendis kardeşim de benimle aynı yetkilere sahip oluyor. Meslek odasına kaydolması yetiyor. Çağdaş ülkelerde böyle bir uygulama yok. Üniversite bitirmek mühendislik, mimarlık mesleğini uygulamaya, imza atmaya yetmiyor. Birkaç yıl staj yapmanız ve zorlu bir devlet sınavını başarmanız gerekiyor. Aynen doktorluk gibi, mühendislik ve mimarlık kamu güvenliğini ilgilendiren bir meslek olarak algılanıyor.

Diğer taraftan mimar ve mühendis yetiştiren devlet ve vakıf üniversitelerimiz hızla çoğaldı, apartmanlarda üniversiteler peydah oldu, ben dahi çoğunun ismini bilmiyorum. ‘Akreditasyon’ dediğimiz üniversiteler arası kalite kontrolu henüz oturmadı. Bazı bölgelerde bazı derslere hoca bulunamadığını, derslerin boş geçtiğini biliyoruz.

            Özetle, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. tepeden tırnağa radikal ve kapsamlı bir imar ve şehircilik reformu lazım. Hemen derhal..

 

            ‘Istanbul da ciddi bir deprem yaşanırsa bu Türkiye’nin dizlerini titretebilir.’

Bu sözüm bazılarımızı kızdırıyor.

Nasreddin Hocamızın hikayesini hatırlayalım. ‘Su almaya gönderdiği çocuğa daha yola çıkmadan bir tokat atmış, soranlara da testiyi kırdıktan sonra tokatlasan ne faydası var’ demiş.

‘Hocam Türkiye bir Istanbul dan mı ibarettir’, ‘Türkiye bu kadar zayıfmıdır’ şeklinde mesajlar aldım. Onların hassiyetine saygı duyuyorum. Ancak Birleşmiş Milletler destekli Geohazards International’ın çalışmasında Dünya Deprem Ligi’nde Katmandu dan sonra Istanbul 2. sırada, Izmir 7. sırada gösteriliyor. Araştırma 6.0 Richter ölçeğinde bir deprem esas alınarak gerçekleştirildi. Dikkatinizi çekmek istiyorum, bu skala deprem olma olasılığını veya olası deprem şiddetini göstermiyor. Bu skala kentleri deprem de yaşanacak kayıplara göre sıralanmış. Yapılan karşılaştırmada ülke gelişmişliğinin deprem hasarını azalttığı gözlendi.

Bu durum benim önceki ifademi doğruluyor. Türkiye’miz kentleşme ve yapılaşma açılardan geri kalmış durumdadır.

Listenin hazırlanmasında aşağıdaki parametreler kullanıldı: (İngilizceden tercümedir)

 

a)    bina dayanıksızlığı

b)    deprem tetikli yer kaymaları

c)    deprem tetikli yangınlar

d)    arama kurtarma gücü

e)    yangınla savaşım gücü

f)     can kurtarıcı tıbbi imkanlar

 

 

Listede ilk 10 şöyle:

 

Katmandu       69.000 ölü

Istanbul           55.000 ölü

Delhi               38.000 ölü

Quito               15.000 ölü

Manila             13.000 ölü

Islamabad       12.500 ölü

Izmir                11.500 ölü

San salvador  11.500 ölü

Mexico City    11.500 ölü

Jakarta           11.000 ölü

 

 

Hatırlayın, Katmandu Nepal de deprem maalesef geçenlerde gerçekleşti.

Sıra Istanbul’ da mı ?

Istanbul Depremi için bir kabus senaryo ya göre Istanbul da e naz 100.000 ölü beklenmektedir. Binlerce noktada yangınlar, doğalaz patlamaları beklenmektedir. Salgın hastalıklar, hatta etnik çatışmalar beklenmektedir..

 

60.000 ağır hasarlı bina

115.000 orta hasarlı bina

250.000 hafif hasarlı bina

600.000 evsiz aile

100.000 ölü

450.000 hafif yaralı

135.000 ağır yaralı

2.000 noktada su kaçağı

30.000 kutudan doğalgaz sızıntısı

3.000 yangın

140 milyon ton enkaz

50 milyar dolar birincil maddi kayıp

100 milyar dolar toplam maddi kayıp

 

Haiti depremini hatırlayalım. Büyük güçler yardım edeceğiz diye girip çıkmayabiliriler. Türkiye’mizin coğrafi konumu çok hassastır ve stratejiktir. Olası büyük Istanbul depreminde zaafiyet durumumuzu değerlendirmek isteyen düşmanlarımız veya fırsatçılar olabilir. Bu varsayımlarımı lütfen yabana atmayınız. Doğu ve Güneydoğu terör ile kavruluyor. Marmara da bir büyük deprem Türkiye yi zorlar.

 

            1999 dan sonra kağıt üzerinde çok şeyler yapıldı, yazıldı, çizildi.. Efendim, konferanslar, seminerler, deprem haritaları, pilot bölgeler, master planlar, tespitler vs, vs. Bunlar yıllar once yapılmalıydı. Ancak milyonlarca gecekondu ve çürük apartman daireleri için hiçbir fiziki girişim yapılamadı. Bunlar betonarme tabutlar olarak bekliyor. Dönüşüm Bağdat Caddesi bölgesinde zengin muhitlerde bir kıpırdanma gösterdi.

 

Deprem Konseyi her nedense lağvedildi, Başkanının bile haberi olmadı. Sokaklara konuşlanan deprem kutuları sırra kadem bastı. Kesin park yasağı getirlen acil deprem yollarının çoğu paralı otoparka dönüştürüldü. Kadir Başkan’ım kabul etmeyecek biliyorum ancak toplanma ve çadırkent sahaları olarak belirlenen açık alanlardan ciddi bir bölümü sonradan imara açıldı ve yapılaştı. Örneğin ben Çağlayan daki Abide-i Hürriyet parkında o devasa adliyenin inşasına karşıydım. Burası park olsun, etraf yoğun yapılaşmış kaçma, toplanma alanı olur, normal zamanda insanların hava alacağı bir park olur dedim. Orada sadrazamlar yatıyor, onlara da yakışır bir yeşil alan olsun, depremde buraya hastane bile konabilir dedimse de nafile…Abesle istigal eder konuma düştüm.…

 

            Bazı okullar ve hastaneler ile köprü yaklaşım viyadüklerinim güçlendirmesi yapıldı. Ancak yaşadığımız konut ünitelerine genelde el sürülemedi. Çünkü adet devasa idi. Istanbul u 15.000.000 kabul etseniz ve her evde ortalama 3 kişi yaşıyor deseniz 5.000.000 konut ünitesi yapar. Bunun en azından 1.000.000 u derhal yenilenmelidir. Türkiye geneli için acilen yenilenmesi gereken konut birimi adedi yaklaşık 5.000.000 dur. Mevcut inşaat yapım teknikleriye bu dönüşümü makul sürede tamamlamak mümkün değildir

 

Risk haritaları vermekte riskli bir davranış bence. Fay hattına ne kadar yakınsanız risk o kadar fazla. Ancak depremde birçok başka faktör devrede oluyor. Yapınızın kat adedi, yönü, zemin durumu, zemin suyu durumu, binanın yaşı, betonarme projesi, beton yapım malzemesi ve daha birçok etken yapının taşıma güvenliğini belirler. İşçilikte önemlidir. Projeye aynen uyulması gerekir. Döküm sırasında beton içinde hava boşlukları kalmasını engelleyen vibratör cihazını az tutsanız çimento demir armatürü tam sarmayabilir, içinde hava boşluğu kalabilir, çok tutsanız çimento ile suyu ayrışır ve beton taşıma kapasitesini yitirir. Sıcak bölgelerde beton döküldükten sonra sulanmaz ise beton yanar ve işlevsiz kalır.

 

Yeni kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ve TC Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na çok yetkiler verildi ve çok umutlar bağlandı. Ancak köklü bir Mimarlık ve Şehircilik reformunun gerçekleştirilmesi ve bu alanda zihniyetin radikal biçimde değişmesi gerekiyor. İmar ve inşaat işleri artık siyasi rant aracı, köşe dönme faaliyeti olarak veya tam tersine başını sokacak bir delik oluşturma faaliyeti olarak algılanmamalıdır. Yapılarımızın ve şehirlerimizin kullanışlı, güvenli, güzel, ekonomik ve çevre-duyarlı olması, kültürümüzü ifade etmesi ve bizleri mutlu kılması sağlanmalıdır. Uzman kadroların siyasi rozet gözetilmeksizin göreve çağrılması ve ülkemizde henüz kullanılmayan ‘endüstrileşmiş yapı üretimi’ veya ‘süper prefabrikasyon’ olarak adlandırdığım inşaat teknolojilerinin veya benzerlerinin devreye alınması ile mümkündür.

Kentsel yenileme ve dönüşüm aynen terör konusu gibi milli bir mesele olarak ele alınmalıdır.

 

Bir taraftan hukuksal altyapı ve mevzuat henüz tam hazır değil, diğer taraftan yukarıda bahsettiğim çok hızlı ancak kaliteli ve ekonomik yapı üretim teknikleri ortada yok. Ben kendi hesabıma kerpiç evlerin egemen olduğu köyler ve kırsal kesim için ‘Çekirdek Konut’, gecekondular ve çürük betonarme alanlar için ‘Kapsül Evler’, üst gelirli apartman bölgeleri için ‘Proje 3G: Genç, Güzel, Güvenli Kentler’ projelerini hazırladım.

İlk iki sistem çok ucuz, çok hızlı ve çok kaliteli bina üretimi hedefliyor. Binalar artık şantiyelerde değil fabrikalarda banttan aynejn buzdolabı yapar gibi zincirleme üretiliyor. Buna süper prefabrikasyon adı verdim. Ben bu projeleri Körfez Depremi’nden sonra, 15 sene evvel sizlerle paylaşmıştım. Bir de sıfırdan yeni kurulacak şehirler için çevre ve enerji dostu ‘Ekokent’ Projem var.

 

            Istanbul da ciddi bir depremin başımıza neler getirebileceğini konuştuk. Ben burada başka bir boyuta dikkat çekmek istiyorum. O da ulaşım. Japon Kobe çok ağır bir deprem geçirdi, dümdüz oldu. Ancak 2 yıl sonra yeni ve çağdaş bir Kobe hazırdı. Ziyaretimde Belediye Başkanı bana şunları söyledi: ‘Dr. Alp, yollar kapanıyor, iletişim susuyor, yaralılarımıza ulaşamadık, kaybettik’ Istanbul da ulaşım artık her saat kilitli. Binaların altında kaybettiğiniz insan sayısına yakın insanımızı zamanında yardıma gidilemediğinden kan kaybından kaybedeceğiz. Istanbul ulaşımının normal zamandaki durumunu düşünürsek, muhtemel bir deprem sonrası ‘total kaos’ yaşanacağını görememek saflık olur. Hava alanları kullanılamaz hale gelebilir, Kente giren çıkan otoyollarda hasar alabilir. Bir taraftan milyonlarca insan korku ve dehşet içinde Kenti terk etmeye çalışacak, diğer taraftan milyonlarca insan ise yakınlarını ulaşmak için Kente hücum edecek. Insan düşünmek dahi istemiyor. Üzerinde hastaneler barındıran, uçak ve helikopterlerin inip kalkabildiği ‘Yüzer Ada’ gibi fikirleri de tartışmak lazım.

 

            Birde Istanbul da büyük anıt eserler var. Saraylar, köşkler, kasırlar, camiler, kiliseler var. Bunlar bugün bizim egemenlik sınırlarımız içinde olsalar da her biri Dünya kültürel mirasının bir varlığı. Bu anıt eserleri yıkıp yapamayız, güçlendirme de yapamayız. O zaman ‘depremsavar’ sistemi ile koruma altına almalıyız. Depremsavar benim ‘sismik izolatör’ veya ‘deprem söndürücü’ olarak adlandırılan sistemlere verdiğim isim. Bunların en belirgin özelliği yıkılması mümkün olmayan anıt eserlere ve eski binalara da uygulanabilir olmaları.

           

            Depremde yalnız insanlarımızın canları ve malları gitmiyor, hayatları sönmüyor, Ülkemiz uluslararası platformda ciddi itibar kaybediyor. Zira gelişmiş ülkelerde depremin zararı çok daha az oluyor. Toz toprak içinde can çekişen insan görüntüleri iç acıtıyor. Türkiye’miz artık bu görüntüleri hak etmiyor.

 

İmar işlerinde özellikle son 50 yıl çok yanlış yaptık. Şimdi fatura KDV si ile birlikte önümüze geldi. Bir şekilde ödeyeceğiz. Faturayı hafifletmek için zamanımız az. Doğru seçilmiş kadrolarla hızlı ve büyük düşünmemiz lazım. Zira, ciddi bir Marmara Depremi terörü de azdırır, etnik çatışmayı da tetikler…

 

‘Dost acı söyler’ demişler büyüklerimiz…

 


Prof. Dr.  Ahmet  Vefik  Alp

Y. Müh. Mimar   Kentbilimci