02 / 05 / 2024

Şehrin kabalığından kurtulmak için denizlerde inşaat çözüm mü?

Şehrin kabalığından kurtulmak için denizlerde inşaat çözüm mü?

Şehirler giderek kalabalıklaştığı için denizi doldurarak yeni alan yaratmak ve yüzer evler inşa etmek daha ekonomik hale geliyor. Fakat bu bir çözüm mü?



Dünyanın her yerinde şehirler giderek daha fazla denize yaklaşıyor. Birçok bölgede deniz içinde dev yapay adalar kuruluyor, sahil doldurma çalışmalarında milyonlarca ton dolgu maddesi denize dökülüyor.


Peki bu çalışmaların okyanusta yaşam ve ekosistem açısından ne tür etkileri olabilir? Bu ay BBC Future tarafından Sidney'de yapılacak olan Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi'nde ele alınacak konulardan biri de bu olacak.


Denizde yapay adalar

Deniz kıyısında liman inşa etiğimiz günden beri şehirler okyanusların içine girmeye başladı. Birçok ülke toprağını ve kıyı şeridini büyütmek için denizleri doldurarak yeni alan yaratmaya çalışıyor.


Örneğin Çin'de ya anakaradan toprak çıkarıp denize dökme ya da nehir kenarlarını kapatarak balçık biriktirme yoluyla kıyılarda doldurma projeleri hayata geçiriliyor.


Ada ülkesi Singapur 50 yılda boyutunu yüzde 22 büyüttü. Başka yerlerden satın aldığı kum, toprak ve kayalarla sahillerini doldurarak yaptı bunu. Bu nedenle dünyanın en büyük kum ithalatçısı ülke haline geldi.


Ama en bilinen deniz doldurma örneklerinden biri Dubai'dedir. Yapay takımadalardan biri olan Palm Cumeyra denize 110 milyon metreküp kum doldurulmasıyla inşa edilmiştir.


Nüfus yoğunluğu en yüksek olan ülkelerden biri olan Hollanda ise kıyılarındaki bataklıkları kurutarak yeni topraklar elde etmiştir.


Dolgu toprakların dezavantajları

Zirvedeki konuşmacılardan biri olan Güney Galler Üniversitesi'nden Emma Johnston sahilde yapılan en ufak çaplı inşaatların bile denizdeki ekosistemi etkilediğini söylüyor. Avustralya, ABD ve Avrupa sahillerinin yarısı yapay değişikliklere uğramış durumda.


Johnston bu tür inşaatların deniz organizmaları ve habitatlarını altüst ettiğini, balıkların yuvalandığı ve kıyıları dalgaların etkisinden koruyan mercanlara zarar verdiğini, böylece sahildeki ekosistemin düzenini bozduğunu söylüyor.


Ayrıca dolgu alanlar üzerinde yapılan inşaatların temelinde zamanla çökme olduğu için oturanlar açısından da risk taşıyor. Palm Cumeyra'da da çökme belirtilerinin gözlendiği söyleniyor.

Özellikle deprem bölgelerinde tehlike daha büyük. Zira sarsıntılar sertleşmiş tortuları sıvılaştırabiliyor. 1906'daki San Francisco depreminde bu önemli bir etken olmuştu.


Siyasi faktörler

Denizleri doldurmak denizle kara arasındaki çizginin aşılması anlamına geliyor. Bu ülkeler arasında egemenlik sorununa yol açabiliyor. Örneğin Çin'in güney doğu sahilinde Güney Çin Denizi'nde dolgu ile 4000 metrekarelik yeni alan yaratmasını ABD ve Avustralya da dahil birçok ülke kabul etmiyor.


Çin bu adalarda askeri faaliyetler yürütüyor. Temmuz ayında Lahey'deki Uluslararası Arabuluculuk Mahkemesi Çin'in bu topraklarda tarihsel olarak hak iddia edemeyeceği sonucuna varmıştı. Bu konudaki sorun hala devam ediyor.


Denizde yüzer binalar kurulamaz mı?

Bu imkânsız değil. Su kenarlarında köyler kurulması çok eskilere dayanır. Kamboçya'da, Peru'daki bazı köyler göller üzerinde sazdan evler kurmuştur. Bugün de mimarlar Hollanda gibi sele açık bölgelerde modern yüzer evler inşa ediyor.


Seasteading Institute gibi kurumlar mimarlardan geleceğin ihtiyaçlarına cevap veren ileri teknoloji ürünü tasarımlar istiyor. Böylece sürdürülebilir toplumların yanı sıra şehir kalkınmasında yeni girişimci ruh yaratmayı hedefliyorlar.


Sualtı kentlerine ne demeli?

Sualtı yapıları biraz daha hayalci görülüyor. Bugüne kadar bu tür girişimler bilimsel laboratuvarlarla sınırlı kaldı. İlk sualtı yaşam alanlarından biri 1962'de Jacques Cousteau ve ekibi tarafından kurulmuştu.


Fransa'nın Marseilles kenti kıyılarında 10 metre derinde kurulan Conshelf adlı yapı, televizyonu ve kütüphanesi ile bir hafta süreyle okyanus bilimcilere yuva oldu. Daha sonra Kızıl Deniz'de küçük bir köy kuran ekip burada da bir ay kaldı. 1965'te Nice'te 100 metre derinde kurulan Conshelf III ise üç hafta boyunca altı okyanus bilimciyi barındırmıştı. Bu sıralar NASA ve Amerikan Donanması da kendi sualtı laboratuvarlarını kurmuştu. Florida Uluslararası Üniversitesi'nin Aquarius adlı sualtı laboratuvarı da hala işletiliyor.


Fakat çok daha lüks sualtı binaları yakında hizmete girecek görünüyor. Avustralya, Dubai, ABD ve güney Pasifik'te sualtı otelleri planlanıyor.


Ancak bütün bunların okyanusları ve denizdeki ekosistemleri nasıl etkileyeceğini zaman gösterecek.


BBC 




Geri Dön