Genel

Selma Can: Osmanlı mimarisi, ermeni ve rumlara mal edilmeye çalışılıyor!

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar  Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Kuramsal Anabilim Dalı"nda görevli Yrd. Doç. Dr.  Selman Can, İstanbul"un son dönem mimari mirasının Ermeni ve Rumlara mal edilmeye  çalışıldığını söyledi

Son dönem Osmanlı mimarisi  ve sanatı üzerinde çalışmaları bulunan, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar  Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Kuramsal Anabilim Dalı"nda görevli Yrd. Doç. Dr.  Selman Can, İstanbul"un son dönem mimari mirasının Ermeni ve Rumlara mal edilmeye  çalışıldığını söyledi.
               
AA muhabirinin görüştüğü Can, Osmanlı arşivlerinde imar ve inşa  kayıtlarına ilişkin binlerce belge bulunduğunu, Türkiye"de sanat tarihçilerinin  Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri değerlendiremediğini anlattı. Kendisinin  uzun yıllardır Osmanlı arşivlerinde bu konulara ilişkin çalışma yaptığını  bildiren Can, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19.  yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında İstanbul"da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından  yapıldığı öne sürülen 100 binanın fotoğraflarının yer aldığı 'Batılılaşan  İstanbul"un Ermeni Mimarları Sergisi' açıldığını hatırlattı.
               
Osmanlı arşiv belgelerine göre, bir çoğu Balyan ailesine ait olduğu öne  sürülen yapıların gerçek mimarlarının kayıtlarda farklı olduğunu kaydeden Can,  şunları söyledi:
               
'Benzer bir proje Rumlar için de yapıldı. İstanbul"un mimari mirası  Ermeni ve Rumlara mal edilmeye çalışılıyor. Bu bilinçli bir adım. Zira uzun  zamandır aynı konular üzerine çok sayıda etkinlik düzenlenmekte. Toplumsal bellek  belirli konularda şartlandırılıyor. Bu projelerin neden üçüncü ayağı İstanbul"un  Türk mimarları değil İstanbul"da Türklere ait hiçbir yapı yok mu Projeye destek  verenlerin bu soruyu kendilerine sormalarını isterim.'
               
-'BALYANLAR, 19. YÜZYILIN EN BÜYÜK MÜTEAHHİT AİLESİDİR'-
               
'Batılılaşan İstanbul"un Ermeni Mimarları Sergisi'nin gerçekleri  yansıtmadığı için yanlış olduğunu savunan Selman Can, Osmanlı mimarlığının 19.  yüzyıl içerisinde gerçekleştirdiği en radikal değişimin, 'bina eminliği'  uygulamasından 'münakasa' sistemine geçiş olduğunu anlattı.
               
'Açık eksiltme' anlamını taşıyan münakasa ile yapıların ihaleye  çıkarılarak müteahhitler eli ile inşa edilmeye başlandığını bildiren Can, 'Bu  dönemde sermaye birikimleri ile Ermeni ve Rumlar, bu ihalelerin büyük kısmını  alırlar. Özellikle Balyan ailesi üç nesil halinde bu müteahhitliği yürütmüştür.  Osmanlı"nın bir milyon altın sermayeli ilk resmi inşaat şirketi de  Balyanlarındır' diye konuştu.
               
Can, Balyanlar üzerine yazılan bilgilerin büyük kısmının bilimsellikten  uzak olduğunu, Balyanlar"ın 19. yüzyılın en büyük müteahhit ailesi olarak  yaşadıklarını ve yaptıkları yapıların da büyük kısmının farklı mimarların eseri  olduğunu kaydetti.
               
Ermeniler açısından bakıldığında, 19. yüzyıl boyunca kendi cemaatlerini  milli bir hedef doğrultusunda birleştirmek için yoğun çabalar sergilendiğinin  görüldüğünü ifade eden Can, 'Yaptıkları işleri, çoğu zaman abartılı olarak  tanımlayıp tasvir ederek reklamlarını yapmayı çok iyi başarmışlardır.  Uluslararası destek alınarak Ermenilerin tarihsel geçmiş ve zenginliğine atıfta  bulunulup özellikle etnik kökene vurgu yapılarak Ermeni sanatının Osmanlı  toplumundaki ayrıcalığına dikkat çekilmiştir. çok belirgin bir şekilde mimarlık,  kimlik ve ulus kurma amacıyla, Ermeniler tarafından önemli bir araç olarak  kullanılmıştır' şeklinde konuştu.
               
Can, kısa bir süre sonra bu konulara ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri  kapsayan bir kitap çıkaracağını da sözlerine ekledi.
               
-ARşžİV BELGELERİNE GÖRE, BAZI ESERLERİN GERçEK MİMARLARI-
               
Yard. Doç. Dr. Selman Can, Balyan ailesi üyelerine ait olduğu öne sürülen  eserlerin, arşivlerden tespitlerine göre de gerçek mimarlarını da şöyle  açıkladı:
               
'Sultan 2. Mahmut Türbesi, Garabed Balyan"ın değil, Mühendis Abdülhalim  Efendi"nindir.
               
Bayezit Yangın Kulesi, Senekerim Balyan"ın değil Seyyit Abdülhalim  Efendi"nindir.
               
Rami Kışlası, Kirkor Balyan"ın değil, Seyyit Abdülhalim Efendi"nindir.
               
Ortaköy Camisi, Nikoğos Balyan"ın değil, Seyyit Abdülhalim  Efendi"nindir.
               
Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Serkis Balyan"ın değil, İngiliz William  James Smith"indir.
               
Mekteb-i Harbiye (Askeri Müze), Serkis Balyan"ın değil İngiliz William  James Smith"indir.
               
Yıldız Hamidiye Camisi, Serkis Balyan"ın değil Rum Nikolaki  Kalfa"nındır.
               
Sarayburnu Antrepoları, Simon Balyan"ın değil Alman August  Jasmund"undur.
               
Baltalimanı Sahil Sarayı (Büyük Reşit Paşa Sarayı), Sarkis Balyan"ın  değil İtalyan Gaspare Fossati"nindir.'
               
-SANAT TARİHçİSİ GÖNCÜOĞLU-
               
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl  başındaki eserlerin imparatorluk mimarisi olduğunu belirterek, 'Önce yapana  değil yaptırana bakmak lazım' dedi.
               
Osmanlı mimarisinin bir medeniyetin yansıması, bir medeniyet mimarisi  olduğunu ifade eden Göncüoğlu, dünyadaki son medeniyetin Osmanlı medeniyeti  olduğunu kaydetti. Bundan sonrasındakilerin ise kültür hegemonyası olduğunu  savunan Göncüoğlu, 'Bu değerlendirmeden yola çıkacak olursak, "Bu mimarlar  Ermeni, Rum, Laz, Süryani mimarlardır" diyerek Osmanlı mimarisindeki eserleri  sınırlandırmak, kategorize etmek, medeniyet olgusunu algılamamış olmasından  kaynaklanır. Bugünkü kültür hegemonyası içerisinde bir medeniyet mimarisi ve bir  Osmanlı mimarisi değerlendirilmeye çalışılıyor. Bunu bir bilimsel cahillikle  ifade edebiliriz' şeklinde konuştu.
               
Bugünkü İstanbul mimari tarihine bakıldığında, Seyyit İsmail Zühtü  Altunizade"nin koordinatörlüğünde yapılmış binalar sergisi de yapılabileceğini,  bugün "Ermeni mimarları tarafından yapıldı" denilen yapıların büyük bir kısmının  bu insanın koordinasyonuyla gerçekleştirildiğini belirten, Göncüoğlu, şunları  kaydetti:
               
'Yani, dönemin mimari zevk algılayışı, devletin talebi, yönetimin zevk  anlayışı görmezden gelinerek tek bir boyuta indirmek, 19. yüzyıl Osmanlı  mimarisine yapılmış en büyük fikri darbelerden biridir. İstanbul siluetine  baktığımızda, 16. yüzyıla ait Mimar Sinan"ın eserlerini görürüz. 19. yüzyıl  Osmanlı yapılarına baktığımızda bugün Düyunu-i Umumiye yani İstanbul Erkek Lisesi  binası, Haydarpaşa Hastanesi, şžişli Etfal Hastanesi, Cibali Tekel binası -şimdi  Kadir Has Üniversitesi oldu- hep Sultan 2. Abdülhamit dönemi eserleridir.
               
Selman Can Bey"in belgeleri tamamen doğrudur. Katılıyorum çünkü arşiv  belgeleri üzerine görüşünü ifade etmektedir. En büyük hata şuradadır; biz Osmanlı  mimarisinin, Osmanlı medeniyeti içerisinde oluşturulmuş bir mimarlık zenginliği  anlayışı olduğunu fark edemezsek, bir imparatorluk mimari algısını göremeyecek  kadar cahilane bir şekilde sıradanlaştırırız.'
               
Gelecek nesillere sağlıklı bilgiler bırakmak gerektiğini ifade eden  Göncüoğlu, 'Bu bilgileri tamamen anlamsız bölümlere ayırarak, sahip olduğumuz  tarihi mirası anlaşılmaz ve kavmiyetçilikle yüklü bir anlam içerisine sürükleyebiliriz. Bu tür sergiler bizim ne kadar zengin bir mimariye sahip  olduğumuzun göstergesidir. Ama bunu sadece ırkı boyutlara, kavramlara indirirsek  Osmanlı medeniyeti ve imparatorluk mimarisi anlayışını reddetmiş, kendi  içerisinde fikri ikilem oluşturmuş oluruz. Bu da gereksiz tartışmalara yol açar'  dedi.
               
-'ARşžİV BELGELERİ ESAS ALINMALI'-
               
Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi  Prof. Dr. Selçuk Mülayim de Balyan ailesi üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir  kısmının kalfa olduğunu belirterek, 'Bir kısmının mimari eğitimleri de yoktur.  Bence bu konuda arşiv belgelerini esas almak lazım. Aslında eser her kimin olursa  olsun önemli değildir ama bunlar bence Osmanlı kimliğini yansıtan eserlerdir. Bu  bağlamda mimarı önemli değildir. Ama sanat tarihçileri, uzmanlıkları gereği bunun  mimarını, ustasını araştırırlar. Sonuç itibariyle bütün 19. yüzyıl mimarları  yapılan Osmanlı kimliğinin bir göstergesidir' diye konuştu.
               
-'OSMANLI VATANDAşžLARI OLARAK HİZMET ETTİLER'-
               
Mimar Sinan Üniversitesi Mimari Restorasyon Bölümü öğretim üyesi Prof.  Dr. Suphi Saatçi de 'Osmanlı yönetiminin yetenekli olan herkesi Bosnalı,  Tebrizli, şžamlı, Halepli, Bağdatlı, İstanbullu yahut Tokatlı olması arasında bir  fark gözetmeksizin aynı imkanı sağlaması ve insanları bu imparatorluğa hizmet  edecek tarzda yetiştirmiş olmasıdır' dedi.
               
Balyanların da bu toprakların insanı olduğunu ifade eden Saatçi,  Balyanların mimarlıktan daha çok müteahhitlik yaptıklarını bildiğini kaydederek 'Bahsi geçen eserlerin mimarları kendileri değildir. Müteahhit olarak öne  çıktılar ve Osmanlı vatandaşı olarak bu topraklara hizmet ettiler' şeklinde  konuştu.
               
'Bilim insanı her konuda konuşabilir, konuşma hakkına sahiptir.  Kendisine zaten yetki veriliyor ki bu konuda görüşünü belirtsin' diyen Prof. Dr.  Suphi Saatçi, Balyan ailesinin mimar olup olmadıklarının ve bu söz konusu  eserlerin gerçek mimarlarının kim olduğu konusunun tartışılmasından kimsenin  korkmaması gerektiğini bildirdi. Saatçi, 'Bu konu ne bizden bir şey kaybettirir  ne de onları üzer, bilimsel tartışma her zaman yarar sağlar. Fakat maalesef bizde  takım tutar gibi olmuş. herkes kendini belli bir fikrin içine hapsetmiş.  Dolayısıyla sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Aslında sıkıntı duyulacak bir konu  olmaması lazım. Bilimde sıkıntı olur mu, ben bunu anlamış değilim' diye  konuştu.
               
-'ÖN YARGILI YAKLAşžIM...'-
               
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet  Ersoy da 19. yüzyıl Osmanlı mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve  Ermeni"lerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız ve en hafif tabirle ön yargılı  bir yaklaşım olacağını söyledi.
               
Ersoy, bu yaklaşımın akademik nesnellik ve tarihsel etik kıstaslarına da  tamamen aykırı olacağını savunarak, şunları kaydetti:
               
'Başbakanlık, Topkapı veya Dolmabahçe Arşivi gibi kaynakları kullanan ve  Osmanlı yazılı kaynaklarına biraz aşinalığı olan hiç kimse, Ermeni ve Rumların  19. yüzyıl Osmanlı inşaat sektöründe tasarımcı, uygulayıcı, müteahhit ve  yatırımcı olarak çok odaklı ve merkezi bir rol üstlendiğini yadsıyamaz. Bu alanın  en etkin ve üretken ailesi olan Balyanlar da çoğu binalarında hem müteahhit hem  de tasarımcı olarak görev almışlardır. Buradaki esas sorun arşivlerin nasıl bir  yöntem ve birikimin ışığında kullanıldığı, bu malzemenin nasıl bir yorum ve doğrulama süzgecinden geçirildiğidir. Zira arşivdeki ham bilgi, yüzeysel veya  maksatlı bir okumayla rahatlıkla araştırmacının beklentilerine alet edilebilir ve  ön yargılarına kurban edilebilir.'
               
Osmanlı dünyasında, tasarım ve uygulama eylemlerinin birbirinden net  olarak ayrıştırılmadığını belirten Ersoy, terminolojideki bu belirsizliklerden dolayı Baylanlara atfedilen belli binalarda tasarımcının kim olduğu konusunda  ihtilaflar olmasının doğal olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
               
'Dönemin birçok binası için elimizdeki kaynaklara dayanarak tartışmasız  olarak Balyanların müellifliğinden söz edebiliyor olsak da bazı binalar için uzun  soluklu ve belki de sonuçları çoğu zaman belirsiz kalacak heyecanlı bir keşif  sürecinden bahsetmek durumundayız. Ancak, 19. yüzyılda Hassa Mimarlar Ocağı"nın  kapatılmasının ardından, devletin inşaat alanını merkezileştirme çabasının ürünü  olarak ortaya çıkan Ebniye Müdürlüğü (1831) ve buna bağlı olarak ihaleleri  koordine eden Ebniye Meclisi gibi kurumların müdürleri olan ve idari görevleri  itibarıyla inşaat sektörünün üzerinde yapıcı etkileri olan Seyyid Abdülhalim  Efendi veya Mühendis Abdülhalim Efendi gibi yöneticilerin isimlerinin inşaat ve  ihale yazışmalarından teşhis edilip tasarımcı olarak tereddütsüzce ilan edilmesi  maksatlı bir yanılgı, ya da en azından ciddi bir tarihsel gaftır.'
AA