25 / 12 / 2024

Süreyya Saruhan: Şehirler mimari kimliğini kaybetti

Süreyya Saruhan: Şehirler mimari kimliğini kaybetti

Yüksek Mimar Süreyya Saruhan, masa başında çizilmiş şehir planlamaları ve eski eserlere sahip çıkmayışımız nedeniyle şehir ve kasabalarımızın kimliğini kaybettiğini söyledi



Yüksek Mimar Süreyya Saruhan özellikle restorasyon konusunda ülkemizde uzmanlaşmış nadir mimarlardan. Yeni konseptler de geliştiren Saruhan'ın imza attığı önemli projeleri başında Güler Sabancı'nın Büyükdere'deki evi, Mehmet Ali Birand'ın Kanlıca'daki evi, Ayazağa Kasırları, Çeşme Ilıca'da Nars Otel, Beykoz'da Village Park, Beşiktaş'ta Mağbeynci Konağı, Tepebaşı'nda TÜSİAD binası ve Emirgan'da Sakıp Sabancı Müzesi bünyesinde Sicimoğlu Yalısı geliyor.

Şimdilerde Bebek'teki Mısır Konsolosluk binasını restore eden Saruhan'la Türk mimarisinin nereye doğru gittiğini, şehirlerin kaybolan kimliğini ve İslami burjuvaziyle birlikte gelişen mimariyi konuştuk...

Türk mimarisi nereye gidiyor?
Çok ciddi ödünler var. Hala mimari problemler çözülmüş değil. Çünkü şehircilik ayrı bir konu... Bir zamanlar şehirleri İller Bankası masa başında planladı. Özgün kasabaları cetvellerle böldüler. Özgün mimari dokusunu koruyan bütün şehirler, masa başında bölündü. Türkiye'yi karış karış dolaştım, eski eser niteliğindeki bir yapının yarıdan kesildiğini biliyorum. Çünkü tüm bunlar masa başında yapıldı ve şehirlerde mimari kimlik kaybı oldu. Birçok şehir birbirine benziyor, bölgelerin tarzı yok.

BİNALARLA BİRLİKTE  YAŞAM DA KORUNMALI

Oysa eskiden böyle değilmiş?
Mimari eskiden beri en yakında bulunan malzemeyle gelişir. Yöredeki ocaktan çıkan taşa ya da ormanda yetişen ağaca göre... Artık en sıcak bölgedeki apartmanın yapısı ile en soğuk bölgedeki apartmanın yapısı ufak tefek farklar dışında aynı. Kimlik yok.  Her hafta sonu Ege'ye gidenlerdenim. Alaçatı'nın bir caddesi var kalabalıktan geçilmiyor aynı şey Cunda için de geçerli. Kendi dokusunu korumuş yerleri insanlar bilinçli ya da bilinçsiz seviyor. Ama kendi yaşadıkları yerleri kaybetmişler. Örnek olarak gösterirsek, Alaçatı hızla değişime uğruyor bu biraz iyi, biraz kötü. Restorasyonlar eh idare eder ama yeni yapılanlarla çok hızlı büyüyor bu da bir tehlike, çünkü altyapı hazır değil.

Örnek gösterebileceğiniz yerler var mı Türkiye'de, bozulmamış diyebileceğimiz ya da iyi projeler geliştirilmiş?
Hiç ellenmemiş kasabalar var. Ama burada bunları açıklarsam, onlar tehlikeye girer! Bizde koruma ve yaşatma ticarete bağlanıyor. Alaçatı yaşanması gereken bir yer ama içinde yaşamak bu mevsimde zor. Sınırsız bir ticari alan ve gürültü kaynağı geliştiriliyor. Yan yana bir sürü bar ve meyhane. Halbuki bunun yanında konut varsa konut da kalacak. Belli bir aralıkta restoranı olacak, ki Alaçatı 5 yıl öncesine kadar böyleydi. Bir yeri adam edelim dendiğinde, böyle bir tehlike başlıyor. Restorasyonlar yapıldığı zaman, rehabilitasyon projeleri ile içinde yaşayanları ve yaşantıyı korumak gerekiyor. Aksi takdirde bina görsel olarak kalıyor ama gerçek fonksiyonunu yaşamadığı için amaca pek de ulaşılamıyor. Asos, Behramkale çok önceden tasarlanmış, planlanmış ve iyi korumuş bir yer. Yaşam olarak olmasa da sokakları ve mimarisiyle birlikte iyi örneklerden biri denebilir. Beypazarı da iyi örneklerden biri. Bir de Tire var, turistik olmadığı için belli bir kısım ayakta ve yaşam kültürü devam ediyor. Ama belediyeler orada çok katlı yapılaşmaya izin veriyor ve bu bir tehlike.

Mimarinin kimliğini kaybolmaması için nasıl önlemler alınabilir?
Gelişmiş ülkelerde eski eser niteliği taşıyan binalara ne gerekiyorsa yapılır ve maddi olanak sağlanır. Önce bunun yapılması lazım. Kültürel açıdan da 'bu bizim baba evimizdir saklayalım' diye koruma mantığına erişmek gerek. Türkiye'de restorasyon konusu çok yeni olduğu için, maddi olanağı sağladığınızda karşınıza kime yaptıracağınız sorunu geliyor. Restorasyon konusunda ustalar bilinçli değil ve mimarlar bu konuda uzmanlaşmadıklarından ustalar tarafından yönlendiriyor. Hal böyle olunca restorasyonlar, evrensel anlamda kayıp niteliği taşıyor. İstanbul'da böyle bina çok var. Birçok belediye 'eski mahalleri korursak gelirimiz artar' diyor ve projeler geliştirip uyguluyor. Ancak bilinçli yaptırmadıkları için yapılar kimliklerini kaybediyor. Bir zamanlar çok önemli köşklerin bile yüzüne bakılmazken artık çok basit taş binaları bile korumaya çalışıyoruz ama hala genel bir politika yok.

İZİN BEKLERKEN   BİNALAR YIKILIYOR
Her yanı eski eser dolu İstanbul'un durumu nedir?
İstanbul çok büyük oranda elindekileri kaybetti. Kaybolanlar biraz ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. En azından anıtsal yapılarımızın depremden sonra bakıma alınması olumlu bir gelişme. Haliç bölgesi UNESCO'nun rehabilitasyon projesiyle biraz ayağa kalktı. Bunlar İstanbul'un siluetine katkıda bulunan yapılar ve ortaya çıkmaya başladı. Ancak Boğaziçi Yasası ve Koruma Kurulları, restorasyon açısından çok büyük engel. Birçok binayı özgün haliyle ayağa kaldıracağız ama belge toplama ve onay süresi o kadar uzun ki, izin alınıncaya kadar binalar çöküyor. Bu binaları hakikaten korumak istiyorsak bekletmemeliyiz. Maddi kaynağı ayırmalıyız. Eğer izinler daha kısa sürelerde verilseydi İstanbul'un silueti daha farklı olabilirdi.

Kimlik bozulmasaydı, İstanbul'a özgü mimari özelliklere sahip apartmanlar nasıl olurdu? 
Bir stil gelişebilirdi. Cumhuriyet öncesi bir milli mimarlık dönemimiz var. O dönemde Mimar Kemalettin, Mimar Vedat çok çaba göstermiş, geçiş dönemi oluşturmuşlar ama devam etmemiş.

Laleli'de şimdi otel olarak kullanılan binalar sanırım bu dönemde Mimar Kemalettin tarafından yapılmış. Bunları örnek verebilir miyiz?
Evet. Ahşap yapıdan kagir yapıya geçiliyor bu örneklerde. Kagir yapının elverdiği şekilde büyük salonlar yapılmış. Apartmanlar da bile hala kullandığımız misafir odası, oturma odası kavramı da oradan geliyor. Bu kimlik sürdürülebilseydi biraz daha dengeli olur ve bir stil oluşurdu. Kültürel sorgulama ve eğitimle bir gelişme sağlanırdı. Şimdi ne olduğu belli olmayan planlamalarda yaşıyoruz.

İslami burjuvazinin mimari tarzı kitsch
İslami burjuvaziyle birlikte yeni bir dekorasyon ve mimari anlayış gelişti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu Türkiye'nin mimarisi olmaktan ziyade sanki bir İslam mimarisinin burjuvazisi gibi oluyor ya da İslam mimarisine doğru kaçıyor. Zaten Arap Yarımadası'nda bu tarz yapılar, çok geçmişten beri biliniyordu şimdi onların biraz daha Türkiye versiyonu gibi. Marka ürünlerle bir kompozisyon yapılıyor ama bu bir tarz mı diye sorarsanız, ben henüz bir tarzı olana rastlamadım. Bir tarz adı koymak mümkün değil, içinde her şeyden biraz var. Biraz özentiye göre hareket ediliyor. Bana göre bu bir tarz değil, olsa olsa kitsch'tir.  Bu yaşam tarzıyla ilgili, ama çizgisi olması lazım. Rusların bir lafı var; 'insanların belli bir kültür seviyesine ulaşması için arka arkaya kesintisiz üniversiteli üç nesil gerekiyor'. O seleksiyonu yapabilecek görgüye sahip olmak lazım. Aileden gelen bir şeyler yoksa, yeni baştan kuruyorsanız zor. Her türlü birikim ve öğretiler birbirlerinin parçası.
Akşam/Aysun Öz Kaşi


Geri Dön