Avrupa ve Güney Amerika'nın saray gibi otelleri: Hem huzurlu hem güzel!

Palacio Belmonte, Lizbon’un en eski sarayı.1449’da inşa edilmiş. 1755’teki şehri yerle bir eden ve 90 bin kişinin hayatına mal olan Lizbon Depremi’nden dahi sağ çıkmış. Beş asır boyunca da Belmonte ailesinde kalmış

Lizbon’un Saraylısı: Palacio Belmonte - Portekiz

Ta ki son sakinleri olan iki yaşlı kadın, yaşadıkları kulede gözlerini yumana dek... Bu “milli anıt” modern yüzüne ise kendini mimari sanata adamış Fransız finansör Frederic Coustols’un 33 milyon dolarlık restorasyon “motivasyonuyla” kazanmış. Coustols muadil çevrelerde şaşkınlık uyandıran ve delilik nidalarıyla tanımlanan bu hamlesinin nedenini; “15 yıl boyunca dünyayı dolaştım. Belmonte bu yıllar boyunca bulamadığım lüksü simgeliyor: Huzur ve güzelliği...” şeklinde açıklıyor. Otelin yalnızca 11 süiti var. Lâkin Akdeniz’in tüm sıcağına ve fiyatları 400 ila bin 600 dolar arasında değişen oda fiyatlarına rağmen kliması yok! Zira Cosutols 33 milyonluk restorasyonuna özel bir ekolojik deney de eklemiş.

Otelin havalandırması geleneksel seramik tabakalarının enerji tasarrufu yapan bir su ısıtma sistemine entegre edilerek sağlanmış. Hava duvarlar arasındaki özel bir pasajdan sirküle oluyor. Ve elbette gün ışığı kelimenin tam anlamıyla sömürülmüş. Bu arada otelde televizyon da yok. Gerçi gerek de yok. Hatta televizyon ve benzerlerinin varlığı otele hakaret niteliğinde. Burası eski Lizbon’un en yüksek tepelerinden biri üzerine konumlanmış. Süitler 15’inci yüzyıldan kalma “kalıntılar”la dekore edildiği gibi modern sanatın en değerli parçalarını da sunuyor. Restorasyon döneminde 1730’lardan kalma tam 38 bin azulejo (Portekiz’e özel parlak çini) tamir edilerek duvarlara monte edilmiş. Otelin terasları organik bahçeler olarak tasarlanmış. Öyle ki portakal ağacı, begonvil, lavanta ve nar ağaçları gibi bölgeye özgü floranın en şahane örneklerine uyanıyorsunuz her gün. Iberya Yarımadası’nın en uzun nehri olan Tagus’un manzarası ise olağanüstü. Bir de ‘küçük’ bir kütüphane var otelde. Koleksiyonda tam 4 bin kitap mevcut! Ve altı yüzyıllık saray, Bang&Olufsen’in müzik sistemi donatılmış. Yalnızca süitlerin değil, sarayın da anahtarı veriliyor misafirlere. Sarayın mottosu ise Leonardo Vinci’nin “Sadelik en sofistike haldir” sözleri... © palaciobelmonte.com

Eski Lizbon’un en yüksek tepesine konumlanmış Palacio Belmonte, Portekiz çini sanatının en iyi örnekleriyle dolu, şaşaalı bir rüya sunuyor.

Yazlık Ev… Hotel Villa D’Este – İtalya

Como’nun batı kıyısında 25 dönümlük bahçelerle çevrili tarihi bir cennet The Grand Hotel Villa D’este. Burası iki şahane binadan oluşuyor: 1572 - 1585 yılları arasında Papa 12’nci Gregory’nin özel sekreterliğini yapmış Kardinal Toolomeo Gallio’nun yazlık evi “The Cardinal Building” ve Wales Prenses’i Caroline’in 1800’lerin ikinci yarısında “sürgünde” yaşadığı alandaki “Queen’s Pavillion”... 1868’te her iki binanın da tarihsel bahtı değişmiş. Çünkü Rus Çarı’nın karısı iki aylığına kalmaya geldiği bölgede iki yıl yaşayınca dönemin işadamları çevrenin ticari potansiyelini keşfetmişler ve 1873’te iki binayı da içeren arazileri satın alıp birleştirerek Hotel Villa D’este’yi kurmuşlar.

Macar Besteci Franz Liszt, “Ne cennet tarafından böylesine kutsanmış ne de yaşamın hazzının bu kadar doğal hayat bulduğu bir yer gördüm daha önce...” cümlesiyle Villa D’Este’yi özetlemiş.

Otelde toplam 152 oda var. Bu odalara iki de özel villa eşlik ediyor: Villa Cima ve Villa Malakoff. Her yer baştan aşağı dönem mobilyalarıyla dekore edilmiş. Ancak pek çok muadilinde var olan kasveti barındırmıyor içinde. Tarihin yükünü değil huzurunu hissettiriyor. Tüm odalardaki kanepe ve sandalyelerde - doğal olarak - ipek kullanılmış. Mermer küvetse standart. Villa D’este tam mevsimin oteli zira kasım ortasından marta kadar kapalı. Otel dünyanın ipek başkenti olarak bilmen Como’nun damarlarında taşıdığı lükse yakışır isimleri ağırlamış yıllarca. Donna Karan ve Ralph Lauren’in “ikinci evim” olarak nitelendirdiği Villa D’este, Alfred Hitchkok’un vazgeçemediği yazlık mekanıymış.

152 oda da incelikli dekorasyonu, tasarım ve planlamasıyla son derece etkileyici ancak yine de tavsiyemiz özel villalardan yana. Özellikle de Villa Cima’dan... 1814’te inşa edilmiş. Üç katlı binanın toplam kullanım alanı 650 metrekare. Dört yatak odası ve altı banyosu var. Yatak odasından mutfağa banyodan oturma odasına kadar her yerde asil bir lüks hakim. Hiçbir oda birbirine benzemiyor. Ve her biri nadide antika ve sanat eserleriyle dolu. Her odanın özel terasından kuşbakışı görünen Como Gölü’nün nefes kesici manzarasıysa cabası... Ama belki de en önemlisi 25 dönümlük bahçenin içinde yer alıyor olması. Villa Cima bu olağanüstü bahçe-sinde, yasemin, ortanca, gül, papatya, zakkum çiçeklerinin, hurma, çam, manoyla ağaçlarının arasında, başkasının patırtı gürültüsünü çekmeden, lüks olma uğruna insanı boğan görgüsüzlüklerden uzak, sade ve kaliteli bir arınma fırsatı sunuyor. Ödüllü bahçelere üç ısıtmalı havuz da eşlik ediyor. Özel villa kiralandığında misafirler yanı başındaki ‘ana kraliçe’ Villa Deste’nin tüm hizmetlerinden ayrıcalıklı şekilde faydalanıyor. Haftalık kiralama 16 bin ila 60 bin euro arasında değişiyor. Eder-değer ilişkisini gözden geçirmek isteyenler içinse ünlü Macar Besteci Franz Liszt’in Villa Cima’ya dair ziyaretçi defteri notu ise manidar: “Ne cennet tarafından böylesine kutsanmış ne de yaşamın hazzının bu kadar doğal hayat bulduğu bir yer gördüm daha önce...” © viltadeste.com

Pasifik’e Karşı… Post Ranch Inn – ABD

Pasifik Okyanusu’nun tam 365 metre üstünde... Kaliforniya’nın ana kıyısına kelimenin tam anlamıyla tepeden bakan, sadece cam ve ahşaptan tasarlanmış ve Kaliforniya’ya özgü servi ağacı ormanlarına sırtını veren villacıklar... Her villanın okyanus veya orman manzaralı verandaları var. Güney kanatta 400’er metrekarelik alanlarda altı “pasifik süiti” bulunuyor. 38 derecede tutulan ve bir uçurumda asılı havuz, sabahları alabileceğiniz özel yoga dersleri, yeşim taşıyla yapılan masajlar derken tam bir dinlenme tatilinde buluyorsunuz kendinizi. Otelde ayrıca dev bir GPRS teleskop var -şehirde kaybolan gökyüzünün peşine düşmek hatta içine düşmek için birebir. Kaliforniya malum, şaraplarıyla meşhur. Post Ranch Inn de bu ünden payına düşeni alıyor. 13 bin şişelik mahzende 2 bin 600 koleksiyonluk şarap bulunuyor. Otelin şarapları ödüllü Somelie Dominique DaCruz’a emanet. Mutfağın başında ise yine bol ödüllü HollandalI Şef Craig von Foerster var. Şef zaman zaman misafirlere de yemek dersleri veriyor. Post Ranch Inn kendini yeşil enerjiye adamış bir otel olarak lanse ediyor. Misafirler havaalanından hibrid Lexus’larla karşılanıyor. Enerji 990 adet güneş paneliyle elde ediliyor ki bu Kaliforniya otellerindeki en büyük güneş enerji sistemi. Temizleme sistemi ise tamamen bio çözünür malzemelerden oluşuyor. Çevre düzenlemesi ise tamamen kuraklığa dirençli şekilde tasarlanmış. Yeşil felsefe, masa lambalarından çarşaflara kadar her yerde kendini gösteriyor. Post Ranch Inn’in 38 odası ve iki özel misafir evi var. Fiyatlar 595 dolardan başlıyor. 

FORBES



Avrupa ve Güney Amerika'nın saray gibi otelleri: Hem huzurlu hem güzel!