Genel

Türkiye 2050'de nerede olacak

Vakıf Emeklilik Genel Müdürü Mehmet Bostan'ın gönderdiği kitap önce bir süre masamın üzerinde kaldı. Aradan iki hafta kadar geçti ki aynı kitabı kayınvalidemin elinde de görünce tekrar hatırladım

Hızlıca okudum David Passig'in 'iki bin elli' kitabını.

Passig kitabın ülkemiz için yazdığı önsözünde şunları söylemiş: 'Türk kültürüyle uzun süredir ilgileniyorum. Türklerin tarihini öğrendikçe hem bilinen hem de gizli kalmış yanları beni büyüledi. ... Daha derine indikçe, Ortadoğu'da birçok ülkenin kaderinin de Türkiye'nin kaderine ve merhametine bağlı olduğunu gördüm. Türkiye'yi saran ve içinde gelişen eğilimleri inceledikçe, Türkiye'nin 21. yüzyıl tarihinde, kültüründe önemli bir yer tutacağını anladım.'

Aynı bölüme şöyle devam ediyor Passig: 'Bu eğilimler Türkiye'nin 100 yıllık bir uykudan sonra doğal görevine geri döneceğini, bölgede büyük kuvvetleri dengelemesi gereken bir süper güç haline geleceğini açıkça gösteriyor. ... Türkiye, kanında akan süper güç olma hissini yeniden yakalayacaktır. Bir İsrailli olarak Türkiye'nin tarihteki görevini, sorumluluklarını yerine getireceğini ümit ediyorum.'

Türkiye'nin önemi yeni yeni fark ediliyor

David Passig, önümüzdeki on yıllarda Türkiye'nin uluslararası rolünün artacağını söyleyen ilk araştırmacı değil. Yakın zamanda Amerikalı uzman George Friedman da, 'The Next 100 Years' kitabında 2030'larda Türkiye'nin bölgede önemli bir güç olacağını söylüyor. Tabii 'bölge' sıradan bir bölge değil. Dolayısıyla bu bölgede büyük güç olmak dünyada büyük güç olma manasına geliyor.

Bu listeye birçoklarını ekleyebilirsiniz. çek gazeteci Gergely Naly'den, New York Times'ta yazan Cambridge Üniversitesi araştırmacısı Jason Pack ile İsrailli askeri tarihçi Martin van Creveld gibi. Son iki isim geçen hafta New York Times'ta yayımlanan yazılarını şöyle bitirmiş: 'Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesiyle İngiliz ve Fransızlar Arap Ortadoğu'sunu kendi aralarında paylaştılar. Bunda iki partnerden İngilizler daha büyük payı aldılar. Bugünün yumuşak paylaşımında, daha zayıf ve daha az istikrarlı partner İran. Arap Baharı'nın tartışmasız muzaffer gücü ise yeniden yükselen Türkiye.'

Oysa 15 yıl önce bu tür analizlerde Türkiye'nin ismi geçmezdi. Örneğin, Paul Kennedy 1993 yılında yayınlanan '21. Yüzyıla Hazırlık' kitabında ve Yale Üniversitesi'nde bir yarıyıl süren seminerlerde Türkiye'den hiç bahsetmemişti. Demek ki, Passig'in bahsettiği 'kanımızda akan süper güç olma hissinin' ne biz ne diğerleri farkında değildi.

Türkiye 'dolduruşa gelmeden' nasıl büyüyecek

Dışarıda yazılanlar ile içerideki tartışma konuları arasında dağlar kadar fark olduğu kesin. Dışarıdan görüneni içeriden göremiyor olabileceği gibi, yazılanları fazla ciddiye alarak 'dolmuşa' da binebilir Türkiye. Tabii yıllar boyu boğaz tokluğuna ABD'nin serhat bekçiliğini yapmış bir ülkenin kolay kolay dolmuşa binmesi de beklenmemeli.

Türkiye son yıllarda 'yumuşak gücünü' tatbik etmekte başarılı. Komşularımızla (ve diğerleriyle) 'sıfır sorundan' 'çok soruna' geçmiş olmamız sıfır sorun hedefinin yanlışlığına işaret etmiyor. Türkiye'nin 'önceliklerini' daha hissettirir davranmasının ihtilaflara sebebiyet vermesi normal karşılanmalı.

Türkiye'nin dünyaya bakışı çok boyutlu olmaya devam etmeli; bazılarının eksik ve köhneleşmiş analizle bunu 'eksen kayması şeklinde' yorumlamasında bir sakınca yok. Yabancı gözlemciler bu konuda çok daha dengeli analiz yapabiliyorlar. Örneğin, Gergely Naly yazdığı notta, Türk dış politikasının 'çok boyutlu' hale geldiğinden bahsediyor ve Türkiye'nin Balkanlar'daki 'kültürel vakumu' doldurmayı/işgal etmeyi hedeflediğini söylüyor.

Yumuşak gücün ya da nasıl tarif ederseniz edin, bu çerçevedeki 'etkinliğin' geçmişte yapılamadığı şekliyle artırılması yenilenmiş bir kendine güven göstergesi. Ancak yumuşak gücün ulaşabileceği mesafenin sınırlı olduğunun unutulmaması gerekiyor. Yumuşak gücün, ancak ardında reel bir güç olursa gerçekten etkin hale gelir. Reel güçten kasıt askeri güç değil. Ana unsurları ekonomik ve teknolojik. Bunları da belli bir zaman noktasındaki rakamsal göstergeler (kişi başına GSYİH ya da patent başvurusu sayısı) olarak görmemiz gerekiyor. O sağlıklı göstergeleri değil sağlıklı göstergeleri üreten sistemi kurması gerekiyor Türkiye'nin. Bu da bir 'dönüşüm' gerektiriyor. O ise gelecek haftaların konusu.

Passig'in kitabı

Passig'in kitabı ilgi çekici ve provokatif ancak 'tam' değil. 2050'den bahseden Passig 2050 Rus-Japon savaşını öngörecek kadar Asya'nın uzak kıyılarına gidiyor ancak ne çin ne Hindistan'dan bahsediyor. 2050'deki güç denkleminde bu iki ülke yer almayacak mı

Paul Kennedy'nin kitabı Passig'inkine göre daha kapsayıcı; 18 sene önce yazılan kitapta çin ve Hindistan ayrı ayrı ele alınıyordu. Ancak Kennedy de mikro seviyeye inmekte zorlanmıştı.

Yani Passig kitabını Ortadoğu etrafında büyüteçle, Kennedy ise kitabını dürbünle yazmış.

Her ikisinin ve Friedman'ın da atladıkları önemli nokta ise diğer kutuda.

2050'de ABD-Rusya yakınlaşması

Klasiktir ABD-Rus düşmanlığı tezi. Benim neslimin küçüklüğünde Amerikalı çocuklar askercilik oynarken düşman hep Ruslar olurdu.

Nitekim, Sovyet sistemi çöktü. ABD zaferini, Fukuyama da tarihin sonunun geldiğini ilan etti. Sonra Rusya kendisine yeni bir rol biçti ve zenginlik kaynakları keşfetti. Yakın zamanda ise Rusya, Orta Asya'daki Amerikan varlığını Afganistan hariç ortadan kaldırmayı başardı.

O zaman ABD ile Rusya tekrar işbirliği yapar mı

Olabilir; çünkü şimdi bir de çin gerçeği var. çin engellenemez bir eğilimle büyüyor ve güçleniyor. Orta Asya, çin için hayati bir alan ve o bölgeye doğru gelişmeye çalışıyor. Dolayısıyla, Orta Asya'da Rusya'nın müthiş bir rakibi ortaya çıkıyor. çin nüfuzu Orta Asya'da yayıldıkça Rusya ile ABD yakınlaşması kaçınılmaz olacak. Orta Asya'da film daha yeni başlıyor; bunu bir kenara yazın.

Zaman/Murat Yülek