Yunan Adaları'nda emlak fiyatları 4'te 1'e indi!
Yunan adalarında emlak fiyatları yarı yarıya, hatta dörtte birine indi...
Dün “Devlet Bahçeli’nin yerine Oktay Vural MHP Genel Başkanlığı’na getirilecek” senaryosunu yazan Muhsin Akıl’dan söz etmiştim...
Muhsin Akıl “Ülkücüleri sokaktan uzak tutan” Devlet Bahçeli’ye operasyon yapılacağını yazıyordu...
Dün Ankara’dan gelen haberler, MHP içinde Mansur Yavaş isminin de son zamanlarda ön plana çıktığını söylüyor...
MHP demokratik bir parti...
Kim kazanırsa o olur Genel Başkan...
Ancak Muhsin Akıl’ın yazdığı senaryodan sonra dün Ulusal Parti Genel Başkanı Gökçe Fırat Çulhaoğlu’nun açıklamaları tam anlamıyla çakıştı...
Çulhaoğlu, ülkücülerin “Başkanlarının sağduyu çağrılarını dinlemenin yanlış olduğunu söylüyordu...”
“Ülkücüye mektup: Uyanmanın vaktidir bozkurt” başlıklı yazıda şöyle diyor Çulhaoğlu:
“Hiç geceleri kendi kendinle kalıyor musun?
Bugün ne yaptım, ülkem bölünürken, terör azmışken, şehidimin cenazesi kaldırılıyorken ben ne yaptım diyor musun?
Sana aylardır, yıllardır genelge üzerine genelge geliyor partinden ya da ocağından.
Her seferinde “sus ve otur yerinde” diyen genelgeler...
Ve sen de “lider-teşkilat-doktrin” üçgeninde sıkışıp kalıyorsun.
Davanı, ülkünü zor duruma sokmak istemiyor ve sağduyulu olmaya çalışıyorsun.”
“Ama hiç soruyor musun kendine senden istenilen şey sağduyu mu?
Yoksa kayıtsızlık mı?
Sağduyu başka şeydir kayıtsızlık başka şey ülkücü.
Yıllardır sana bozkurt diyen liderlerin şimdi sana ‘kuzu’ ol diyorlar.
‘Kuzu gibi ol’ diyorlar...
Ve bunun adına da sağduyu diyorlar...”
***
MHP içinde bir değişikliğin sinyalleri mi bunlar?..
Onu bilemiyorum...
Bu çağrıların Devlet Bahçeli’nin yıllar içinde oluşturduğu sokağın dışındaki MHP’yi değiştirmeyi mi amaçlıyor onu da bilmiyorum...
Dün bütün bu senaryoların yazarı Muhsin Akıl hakkında ilginç bir telefon aldım...
Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan’dı arayan:
“Öyle bir söylemişsin ki” diyordu “Sanki bu komplo teorilerinin bizim partiyle bir ilişkisi var... Oysa
Muhsin Akıl’ın yazdıkları kendi görüşleri bizimle alakası yok...”
MHP’nin içişlerine karışmak bana düşmez...
Kim hak ediyorsa o genel başkan olur, ona bir şey söylemek de bana düşmez...
Ama her kesimden “barış içinde bir Türkiye için” sağduyulu davranmasını istemek, çocuklarımızın istikbal talebidir...
*****
YUNAN ADALARINDA EV SAHİBİ OLMAK
Yunanistan’a gideli birkaç ay olmuştu ve yaz gelmişti...
İlk yazımda şöhreti Yunanistan‘ın sınırlarını aşan çıplaklar plajının, inanılmaz barların, Paradise ve Super Paradise beachlerin olduğu Mikonos’a gitmek istemiştim...
Sabah Pire’den erken kalkan gemiyi yakalamak için Atina’daki evimden ayrılıp yarım saat mesafede bulunan Pire’de Türk limanında bir otelde gecelemiş, sabah erkenden Mikonos’a doğru hareket etmiştim...
Mikonos çok turistik bir adaydı ve herhangi bir olay olmadı...
Ama bir süre sonra Limni ve Midilli adalarına gittiğimde durum değişecek ve “korkunç bir kuşatmanın altına alınacaktım...”
***
Limni’ye gazeteci olan eski eşim ve yardımcım Andonia’yla gittim...
Milliyet’e röportajlar yapacaktım...
Yemyeşil bir adaydı Limni...
Yollarda, sokaklarda, çarşıda sürekli taciz eden onlarca sivil polis karşıladı beni...
Yanımızdan vııınnn diye bir motorsikletli geçiyor, yolda yürürken arkamızdan neredeyse bir ordu halinde sivil polis yürüyordu...
Her tarafımız sivil polisti...
Sivil polislerin amacı takip etmekten çok, taciz etmekti...
***
Hayat ne garip gelmişti o sırada bana...
Daha birkaç yıl önce, Taksim’de, Kızılay’da yürürken arkamızda sivil polis var mı diye bakardık...
Şimdi Yunanistan’ın Ege’de bir adasında onlarca sivil polis beni takip ediyordu...
Türkiye’de “Devlet mi bizi takip ediyor” diye kuşkulanırken, Yunanistan’daki “devlet” acaba bu Türkiye’den bir “devlet temsilcisi mi diye” beni takip ediyordu...
Aslında takip etmiyorlardı...
“Gidin” diyorlardı nazikçe...
“Sizi burada görmek istemiyoruz...”
***
O günler Türk-Yunan savaşının her an çıkabileceği günlerdi...
Limni adası “Ege’de tüneller kazılarak silahlandırılmış” bir adaydı...
Bütün adaların silah lojistiğini orası sağlıyordu...
Adada turistler vardı...
Finli, İsveçli sarışın, bikinili turistler...
Onlarla da röportaj yapmaya çalışıyorduk, çarşıdaki Yunanlılar’la da...
Ne yazık ki röportaj yapmak için dükkanlara girdikten kısa bir süre sonra “sivil polisler” giriyorlar, “Size ne sordular” diyorlar ve bütün esnafı bizden uzaklaştırıyorlardı...
Vebalı gibi hissetmeye başlamıştım kendimi...
Yunanlıların dodeca dedikleri 12 isimli küçük şişelerde satılan uzo’ları vardı...
Akşamı zor etmiştim, bir parça uzo içip etrafımdaki çemberi unutmak istedim...
***
Zor günlerdi, çok zor günler...
Yunanlılar adalarını “Türklerden” koruduklarını söylüyor ve bizi gazeteci olarak bile oralarda istemiyorlardı...
Ne zaman ki Özal, Papandreu‘yla Davos sürecini başlattı, aynı adalara röportaj için gittiğimde beni, neredeyse bandoyla karşılayacaklardı...
Midilli’de “Vali”yle röportajım uzun sürdü, geciktim diye koskoca yolcu gemisini 10 dakika limanda beklettiler...
***
Dün Yunan adalarında emlak fiyatlarının yarı yarıya, hatta dörtte birine indiğini gördüğümde bunlar aklıma geldi...
Mikonos‘ta 2 milyon euro olan bir villa, krizden sonra 500 bin euroyo düşmüştü...
Yunanlılar yabancılara adadaki mülkleri harıl harıl satmaya çalışıyorlardı...
Nereden nereye?..
Bir zamanlar, bir Türk gazetecisinin ziyaret etmesini bile istemedikleri Yunan adalarına, şimdi Türk havayolu şirketlerinin haftada 3 gün seferi vardı...
***
Ama baktım, hala adalarda Türklerin mülk edinmesi komisyon kararına bağlı ve pek mümkün değil...
Karşılığında biz de bizim sahillerde Yunanlıların mülk almasına izin vermiyormuşuz...
Acaba çocuklarımız bir gün Yunan adalarında ev sahibi olabilmek özgürlüğüne kavuşacaklar mı?..
Belki Mina ya da Poyraz, veya Ayşe Nazlı ya da Engin Deniz bir kadeh “12” yani dodeca isimli uzolarını yudumlarken, o adaların birinde bir zamanlar “babalarının” yirmi sivil polis eşliğinde etrafındaki çemberi unutmak ve görmemek için içtiğini hatırlarlar kim bilir?..
Reha Muhtar/Vatan