Afet yasasına dayalı kentsel dönüşüm projeleri yapılmalı!
İstanbul’un son 15 yılda yıkıcı bir kentleşme deneyimi yaşadığını, kentte yaşanan mekansal dönüşümün hızına bakarak söylenebilir. Afetlerin, pandemilerin daha sık görüleceğinin tahmin edildiği bu zamanlarda kentsel yoğunlukları ve kentsel ölçek meselesini yeniden gözden geçirmek gerekiyor...
İstanbul’da yeşil alanlar için yasa ve yönetmeliklerce öngörülen standartlara rağmen kişi başına ancak 1 metrekare alan düşüyor. Fakat, İstanbul’un son 15 yılda ne derece yıkıcı bir kentleşme deneyimi yaşadığını, kentte yaşanan mekansal dönüşümün hızıyla anlaışılıyor. Afetlerin, pandemilerin daha sık görüleceğinin tahmin edildiği bu zamanlarda, şimdi ve gelecekte, kentler nasıl organize olacak ya da olmalı?
BirGün Gazetesi'nde yer alan habere göre; Berlin Humboldt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doç. Dr. Tuba İnal Çekiç, İstanbul'daki kentleşmenin etkilerini anlattı.
İstanbul’un son 15 yılda yıkıcı bir kentleşme deneyimi yaşadığını, kentte yaşanan mekansal dönüşümün hızına bakarak söyleyebiliriz. Salgınların ve depremin etkili olduğu kentlerde rant kaygısı ile inşa edilen yapıları şimdi iflasın eşiğindeki AVM’lere bakarak değerlendirebiliriz.
Tarih bize Pandemi ve salgınların kentlerin biçimlenişinde önemli rol oynadığını söyler. Örneğin kanalizasyon sistemi, 19yy’da Kolera salgının ortaya çıkardığı kamu sağlığı krizine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, COVID-19’un da kentlerdeki kamusal alan kullanımlarında halihazirda gözlemlenmeye baslandigi üzere mekansal etkileri olacağı oldukça muhtemel. Çeşitli kaynaklar, pandemilerin hakim olacağı yeni dünyada kentlerdeki yoğunluk kararlarının yeniden düşünülmesini uzun vadede önümüzdeki en önemli görev olarak tanımlandı bile.
COVİD-19 salgını Çin’den başlayarak diğer ülkelere ulaşıp Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemi” olarak ilan edildiğinden bu yana, her ülkede, hatta kentte değişen ölçeklerde karantina uygulamalarına gidildiğini gördük. Tam da bu nedenle; yüksek yoğunlukta yapılaşmanın olduğu ve kalabalık nüfusların bir arada yaşadığı kentlerdeki yoğunluk kararlarının ve kentsel yaşam standartlarının yeniden düşünülmesi görevimiz.
Peki, 17 milyon nüfusun bir arada yaşadığı İstanbul’da salgını yönetmek mümkün mü? Pandeminin gelişmesi, yönetilmesi, getirilen kısıtlayıcı uygulamalar kentlere göre değişiyor mu? Pandemilerin yaşamlarımızın bir parçası olduğu şimdi ve gelecekte, kentler nasıl organize olacak ya da olmalı?
YAŞANABİLİR SAĞLIKLI KENTLER İÇİN ASGARİ STANDARTLAR
Kentsel mekan standartlarının, yani kentlerdeki kamusal alanların ve hizmetlerin belirli büyüklükteki alanlarda sunulmasının arkasında yatan bir rasyonalite vardır. Mesela Dünya Sağlık Örgütü kentlerde kişi başına min. 9m2 yeşil alan ayrılmasını tavsiye eder ve bunu da kentte yaşayanların sağlıklı yaşamasının koşulu olarak tanımlar. Bu normlar her ülkenin kendi kentleşme yasaları kapsamında ele alınmış; ve minimum kişi başına düşen yeşil alan miktarı ile, bir mahalle ya da semt parkına ulaşılması için maksimum uzaklıklar belirlenmiştir. Örneğin 500 bin nüfuslu Amerikan kentlerinde bu standart kentsel yeşil alan için kişi başına 10 metrekare; Türkiye’de ise 7 metrekare olarak belirlenmiştir.
Kentlerde uygulanan karantina kısıtlamalarının değişkenliğini de bu bilgi ışığında okuyabiliriz. Yani uygulamanın sıkılığını, sokağa çıkma yasağından bireylerin açık alanda oturmasına izin vermeye varan karantina kısıtlamaları ile kentler arasındaki farkları anlamamıza yardımcı olabilir.
Örneğin İstanbul’da yeşil alanlar için yasa ve yönetmeliklerce öngörülen standartlara rağmen kişi başına ancak 1 metrekare alan düşüyor. DSÖ’nün önerdiği 9 metrekarenin de yönetmelikte öngörülen 7 metrekarenin de çok altında gerçekleşmiş durumda. Hele de İstanbul’un deprem riski nedeniyle, nüfus ve yapı yoğunluğu açısından daha hassas bir mekan pratiği gerektirdiğini düşünürsek, parkların olası bir deprem gerçekleştiğinde de hem hayati hem de zaruri bir rol üstleneceği açık.
Berlin’de merkezdeki en yoğun mahallelerin yer aldığı bölgede kişi başına 6 metrekare yeşil alan düşüyor. Bunların bölgede yer alan en yoğun yerleşmelerden biri olan Neukölln’de herhangi bir konuttan yürüme mesafesinde ulaşabileceğiniz onlarca mahalle parkına, iki semt ve bir şehir parkına denk geliyor bu rakam. Söz konusu merkezi mahallelerin olduğu bölgenin biraz dışına açılınca kişi başına 24 metrekare yeşil alan düşen mahalleler de mevcut. Üstelik bunu iyi kurulmuş bir bisiklet altyapısı ile beraber düşündüğünüzde toplu taşıma kullanmadan veya araca binmeden ulaşabileceğiniz kent ormanları da mevcut.
İstanbul’un son 15 yılda yıkıcı bir kentleşme deneyimi yaşadığını, kentte yaşanan mekansal dönüşümün hızına bakarak söyleyebiliriz. Salgınların ve depremin etkili olduğu kentlerde rant kaygısı ile inşa edilen AVM’lerin ve yoğun yapılaşmanın kentliye değil sadece sermaye sahibine o da kısa vadede bir kar sağladığını şimdi iflasın eşiğindeki kapalı AVM’lere bakarak öngörebiliriz. Kentsel yoğunlukları ve kentsel ölçek meselesini yeniden gözden geçirmek gerektiği bilgisi ile şimdi Kanal İstanbul’a, boşaltılan Atatürk Havalimanı için uzun vadede düşünülen projelere ve ancak kat adetleri arttırılarak gerçekleşebilen afet yasasına dayalı dönüşüm projelerine bir de bu gözle bakmakta fayda var.