Banu Güven'in arkeolog ağabeyi Mehmet Kerim Güven intihar etti!
Ünlü spiker Banu Güven'in ağabeyi olduğu belirtilen kişi evinin bahçesindeki çardağa asılı halde bulundu
MUĞLA Bodrum'da spiker Banu Güven'in ağabeyi olduğu belirtilen kişi evinin bahçesindeki çardağa asılı halde bulundu. Alınan bilgiye göre, Bitez beldesi 1146 Sokak'taki evinde yalnız yaşayan Mehmet Kerim Güven (47), arkadaşı Ayşenur Güvenir tarafından, evinin bahçesindeki çardağa iple asılı halde bulundu. Haber verilmesi üzerine olay yerine giden sağlık ekipleri, Güven'in öldüğünü belirledi. Ceset, savcı ve olay yeri inceleme ekiplerinin kontrollerinin ardından Bodrum Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Güven'in kesin ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla cesedin, İzmir Adli Tıp Kurumu'na gönderileceği bildirildi. AA'nın bildirdiği habere göre; arkeolog olduğu öğrenilen Mehmet Kerim Güven'in spiker Banu Güven'in ağabeyi olduğu iddia edildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. CHRONICLE DERGİSİ KAPAK YAPMIŞTI Banu Güven'in mensubu olduğu Köprülü ailesinin büyük dramını Chronicle dergisi 2006 yılında yayınlanan 3. sayısında kapak inceleme haber olarak gündeme getirmişti. KÖPRÜLÜ AİLESİNİN BÜYÜK DRAMI Türk medyasının iki önemli ismi, Mehveş Evin ile Banu Güven’in mirasçıları arasında olduğu Boğaz’ın en eski yalısı Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı müthiş bir öngörünün, köklü bir bağın ve güçlü kadınların hikâyesini anlatıyor aslında… Avucunuza aldığınız su, size hikâyeler fısıldamaya kalkarsa şaşırmayın. Suda aksini görüp aşık olan Narkissas misali, Boğaziçi aksine aşıktır çünkü. İstanbul’u her şeyden öte kendine mal etmesinin sebebi de budur. Kıyısındaki yalılar, yapılar, bahçeler, parklar, birbiri üzerine kenetlenen eski ve yeninin gizemli ilmekleridir aslında. O kadar fazla hikâye saklıdır ki o ilmeklerde, hepsi aynı anda çözülmeye başladığında kayaları döven dalgaların sesi çalınır yalnızca kulağınıza. Ve yine hepsi aynı anda, yaşamın akışına karşı durulamayacağını bilmenin hırçınlığıyla birbirine dolanır… Image Banu Güven ve Mehveş Evin O ilmeklerden sadece birini, bir tanesini çözmeyi denediğinizde ne olur dersiniz Anlatayım… Rumeli Hisarı’nın karşısında, Boğaz’ın Anadolu kıyısındayız. Başka bir deyişle Anadolu Hisarı’nın kuzeyinde. Burada, Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı denize doğru mağrur bir edayla uzanıyor. Bu yalı Boğaz kıyısına inşa edilen ilk yalılardan, ayrıca Boğaz’da ayakta kalan en eski yalı ve Türk mimarisinin tipik örnekleri arasında. Yangınlar, depremler, irili ufaklı hırsızlıklar ve onarımı için yapılan başvuruların bürokratik engellere takılmasından arta kalan parçaları direnmeye, bağrında ilmek ilmek yeni hikâyeler örmeye devam ediyor. Ancak ne yazık ki zamanla giriştiği düello hâlâ sona ermiş sayılmaz. Yalı, 1699 yılında Osmanlı Devleti’nin bir dönemine damgasını vuran Köprülü Ailesi’nin fertlerinden biri olan Amcazade Hüseyin Paşa tarafından inşa ettirildi. Hüseyin Paşa, Köprülü Mehmet Paşa’nın erkek kardeşinin oğlu ve Fazıl Ahmed Paşa’nın amcasıydı. Yeğen, Sarhoş, Mevlevi lâkaplarının yanında en fazla bilinen Amcazade lâkabı da buradan geliyordu. Lâkapları kişiliği hakkında ipuçları taşısa da, resmi tarih kalıplarıyla ifade etmemiz gerekirse Hüseyin Paşa, II. Mustafa döneminde üst düzey görevlerde bulundu ve 1697-1702 yılları arasında sadrazamlık yaptı. Sadrazamlıktan ayrıldıktan hemen sonra da vefat etti. BOĞAZ’IN EN YAKIN NOKTASI Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın yaptırıldığı dönemde Osmanlı erkânı henüz Boğaziçi’nin bir yeryüzü cenneti olduğunu keşfetmiş değildi. Ama Kaptan-ı Derya’lık görevinde de bulunan Amcazade Hüseyin Paşa muhtemelen geleceği görmüş, iki yakanın birbirine en fazla yakınlaştığı ve her iki kıyıya da hakim olan arazi üzerine bir sayfiye konutu yaptırmayı tercih etmişti. Mimarı bilinmese de, diğer mimari tarzlardan etkilenmeyen ahşap yapı bağı, iki hamamı, iki haremlik yalısı, selamlık ve selamlığın içinde yer alan Divanhanesi ile Türk mimarisinin yalın çizgilerini taşıyordu. Zaten günümüze kalan yegâne bölüm de ters ‘T’ şeklindeki bu Divanhane oldu. Biri denizin üzerinde çıkıntı yapacak şekilde üç kol üzerinde yükselen Divanhane’nin en karakteristik özelliği kısa ve alçak pencereleri. Muhtemelen böylece gereğinden fazla ışığın içeri dolmasından kaçınılmıştı. Duvarları ve tavanı altın varaklar, stilize çiçekler, işlemeler, sedef oymalar ile süslenmişti ve ortasında fıskiyeli bir havuz bulunuyordu. Ancak ‘ihtişam’ ve ‘debdebe’ sıfatlarını hak etmeyecek kadar sade bir yapıydı yine de. Hani duvarların dili olsa da anlatsa denir ya, 300 yıllık geçmişiyle Divanhane’nin anlatacaklarından kaç kitap çıkardı kimbilir. III. Selim, III. Ahmet, Nevşehirli İbrahim Paşa gibi Osmanlı büyükleri sık sık ziyaret ederdi mesela. Karlofça Anlaşması ve Pasarofça Anlaşmaları’nın ilk görüşmeleri burada yapıldı, ön anlaşmaları burada imzalandı. Çeşitli devletlerin sefirleri, erkânları burada ağırlandı. Devlet sırları burada masaya yatırıldı. Ve daha nice tarihi ayrıntı… Ancak özellikle 1893 Rus Harbi’nde yerleştirilen Rumeli göçmenlerinin yalıya verdiği zarar, çıkan yangınlar ve türlü felâketlerle Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı bugün zar zor ayakta duruyor. Ne tuhaftır ki Fatih semtine medresesi, dershane-mesciti, kütüphanesi, sıbyan mektebi, dükkânları ve sebili ile bir de külliye yaptıran Amcazade Hüseyin Paşa’nın öngörüsünün en güzel örneği ‘vakfiye’si, yani vasiyetnamesi oldu. Bir vasiyetnamenin nesi ilginç olabilir diye düşünüyorsanız eğer, Amcazade Hüseyin Paşa’nın torunlarından biri olan Sema Güven Evin’e kulak kabartmanız gerekiyor: “Ben anne tarafından Hüseyin Paşa’nın torunlarından biriyim. Aslında Osmanlı devrinde yüksek kademelerde bulunan kişilerin bıraktığı vasiyetler tüm aileyi kapsamaz. Bir tek Amcazade Hüseyin Paşa -ki buna kadınlar çok heyecanlanıyor- muhteşem bir öngörüyle tüm evlatlarım eşittir diyor. Osmanlı vakfiyelerinde değil kız evlat, erkek evlatların bile en büyüğü gelirden istifade eder genelde. Bütün vakfiyeler bu şekildedir. Daha anlayışlı bir düşünce tarzı ancak ‘bütün erkek çocuklarım’ ibaresini koyar. Ama hiçbiri kız çocuklarını mirasa dahil etmez. O ise ‘Kız veya erkek değil benim evlatlarım var; evlatlarımın evlatlarının evlatları istifade ederler’ diyor. Ve yine o kadar insani bir şahısmış ki, ‘Eğer benim neslim tükenirse o zaman azad edilmiş kölelerim istifade etsin, kadını da erkeği de’ diye ekliyor. Aslında kan bağı anne tarafından geldiği için, hak sahibi olmamız, hatta kökenimizden haberdar olmamız bile mümkün olmayabilirdi. Ancak bu sayede hak sahibi olduk.” Amcazade Hüseyin Paşa kız ya da erkek ayırt etmeden her çocuğunu hak sahibi kılarak, Köprülü Ailesi’nin bu kolundan gelen kadınların geçmişleriyle bir bağ kurmalarını sağlamış. Geçmişle kurulan bağın, geleceğe katkısı ne olur sorusunu cevaplamak için bir ilmeği daha çözmek gerekiyor belki de: Sema Güven Evin’in kızı Mehveş Evin ile yeğeni Banu Güven şu anda Türk medyasında söz sahibi konumunda iki önemli isim. Biri Akşam gazetesinde yayın koordinatörü, diğeri NTV’nin önemli programcılarından. Yani bir anlamda Amcazade Hüseyin Paşa kendilerine güvenen kadınların geleceği nasıl kurgulayacağını yüzyıllar öncesinden görmüş… Bu bağın en somut kanıtı sayılabilecek Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın fotoğraflardan yansıyan küskün siluetini hayatın fırça darbeleriyle renklendirecek, en azından şimdilik kulağımıza fısıldayacak olanlar da onlar aslında. Örneğin yalının kıyısındaki kayıkhanelerde yüzme öğrenen üç neslin fotoğrafını canlandırabilirsiniz zihninizde: “Anneannem Nesika Hanım dönemine kadar yazları aile yalıda kalırmış. Annem Nimet Güven, 1915 doğumludur. ‘Ben altı yaşındayken kuzey tarafında Selamlık yalısının kayıkhanesinde yüzme öğrendim’ diye anlatırdı. Güney tarafındaki yanmış harem yalısının kayıkhanesinde ben ağabeyimle yüzme öğrendim. Tabii o yalılardan eser yok şimdi. Sonra kızlarım ve yeğenlerim de kayıkhanede öğrendi yüzmeyi.” Ya da yalının içinde ürkek adımlarla dolaşan küçük kız çocuğunu düşleyebilirsiniz: “Babam mimardı ve 1957′de bahçenin içinde tek katlı bir ev yaptırdı. Ben hâlâ o evde oturuyorum. Bizim çocukluğumuzda yalı biraz daha ayaktaydı. İşlemeleri daha belirgindi. Bizim için mabed gibiydi ama. Her gelen görmek isterdi. Kapı törenle açılırdı, biz de girer, sessizce bakar ve çıkardık. Zaten gidenler gitmiş, sökülenler sökülmüş… Tanıdığım bir sanat tarihçisi Kapalıçarşı’da bizim sökülen sedeflere rastladığını söylemişti. Bizden birileri görseydi belki onları satın alırdı. Sedefi bırakın koskoca varak yazılı vakfiye gitti, bir hiç için satılmış.” Burada bir parantez açıp Amcazade Hüseyin Paşa mirasının makus talihini belirleyen bir diğer ayrıntının da altın işlemeli, varaklı, çok değerli vasiyetnamenin bir şekilde elden çıkarılması olduğunu; aile içindeki söylentiye göre satıldığını ve şu anda muhtemelen Amerika’da bulunduğunu eklemek gerekiyor. Günümüze sadece bir kopyası kalmış. YAKLAŞIK 130 MİRASÇISI VAR Ancak bu, vakfiyede yer alan bazı ifadelerin aile bireyleri ve miras üzerinde bıraktığı etkiyi değiştirmiyor. Zira vasiyete göre aile bireyleri miras hakkını elde etmek için 18 yaşına kadar beklemek zorunda değil. Amcazade Hüseyin Paşa, dünyaya gelen her aile üyesinin doğduğu anda hak sahibi olduğu şartını koşmuş. “Rakam olarak 130 kadar aile ferdi gözüküyor” diyor Sema Güven; “18 yaş şartı olmadığından, bir günlük bebek dahi 60 yaşındaki aile ferdiyle eşit hak sahibi. Bu da çok önemli. Bu şekilde çok kalabalık gözüküyoruz. Esas olarak anne ya da babaların torunları olarak 10 kol sayabiliriz.” Şu anda yalının bulunduğu arazi üzerinde aile fertlerine ait 8-10 tane ev var. Güven’in büyüdüğü, hâlâ yaşadığı ev gibi. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı ise tarih kitaplarından çıkıp, gerçeğe dönüşen bir rüya gibi hepsi için: “İster istemez, Amcazade Hüseyin Paşa’nın nasıl biri olduğunu merak ediyorsunuz. Mesela tarih dergilerinde Karlofça Anlaşması’nın ön anlaşması için Avusturya sefiri ve erkânı ile Osmanlı erkânının yalıya gelişi anlatılır. Rivayete göre, Divanhane’nin bulunduğu nokta Boğaz’ın en dar noktası ya, Hüseyin Paşa karşı kıyıdan itibaren kayıkları yan yana dizdirip halatlarla bağlatmış ve böylece pratik bir köprü oluşturmuş. Erkân, Rumeli Hisarı’ndan kayıklara basa basa Divanhane’nin kapısına gelmiş. Bir de Divanhane’nin ortasında orijinal bir fıskiyeli havuz var, çok beğenildiğinden bir benzeri Topkapı’ya yapılmış. Gerçeği bilmeyenler sadece süs, Osmanlı ihtişamı sanabilir. Sedef kakmalı, işlemeliymiş. Ama sadece süs değil. Devlet işleri konuşulurken hizmetliler duymasın, fıskiyelerden akan su sesinden konuşulanlar kulaklarına gitmesin diye yaptırılmış. Ne kadar ince düşünceli bir adam olduğu ortada. Sonraki padişahlar bile o kadar beğenirlermiş ki divanhaneyi faytonlarla Rumelihisarı’na gidip seyrederlermiş.” Birkaç kez yetersiz onarımlar gören Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın bugünkü durumu ise gerçekten içler acısı. Yapının içinin bir harabeye dönüşmesi bir yana, dış cephesi bile zar zor ayakta duruyor. Ailenin mütevelli heyeti birtakım düzenlemeler yapmaya, girişimlerde bulunmaya çalışsa da akıbeti hâlâ meçhul. Yalının bu kadar bakımsız kalmasının sebebi olarak aile içindeki anlaşmazlıklar ve birtakım bürokratik engeller gösteriliyor. Oysa Sema Güven bambaşka bir açıdan yaklaşıyor konuya; resmi dilin göz önüne almayacağı, ama sosyal dilin sonuna kadar dinlemeye hazır olduğu bir açıdan: “Osmanlı’da İstanbul’da yaşayan, özellikle de devletin üst düzey kademelerinde görev alan insanların çocukları ya memur ya da asker yapılırmış. Benim geçmişimde de hep askerler var. Büyük büyük babam Yemen’de kaybolmuş. İki buçuk sene sonra sürüne sürüne evine dönmüş. Bu insandan nasıl sağlıklı olmasını beklersin Annemin babası Ahmet Muhtar Bey de asker. Galiçya’da savaşıyor, sonra binbaşıyken saray muhafız alayına alıyorlar. Padişah Vahdettin’in bayram töreninde lapa lapa kar yağarken komutan törende kaputsuz olarak geçeceksiniz diyor. Orada kaç saat bekledilerse, arkasından zatürre olup bir hafta içinde ölüyor. Şunu demek istiyorum, eski aileler bu şekilde harpler yüzünden telef olmuşlar. Kadınlar dul kalmış, arkasından İstiklâl Savaşı patlak vermiş. Yine bir Köprülü evladı olan annemin anneannesi Mürşide Hanım’ın Üsküdar’daki evinin altı kömürlük. Biz küçükken korkardık oraya inmeye, korkuturlardı. Çünkü İstiklâl Savaşı sırasında karşı yakadan kayıklarla gelip bizimki gibi eski asker ailelerinin evlerinin altına silahları gömmüşler. Büyük teyzem ‘Bizim evden Anadolu’ya silahlar gitti’ diye anlatırdı. Kısacası o dönemde insanlar hayatını kurtarmaya çalışmış, nerede dededen kalma mallarıyla ilgilensin…” ZAMANA DİRENEN YALI Belki de sık sık uzaklara dalan gözlerini bugüne çevirdiğinde Sema Güven Evin’in dudaklarından dökülen o cümle gibi bu ülkenin geçmişi “hüzünlü aile hikâyeleri” ile bezeli. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın debdebeli günlerinden arta kalan mine işlemelerin gölgeleri sadece: “İstanbul’da Osmanlı kökenli ailelerin hayatı gerçekten zor geçmiş. Şimdi belki aile umursamaz diye suçlanıyor ama hem sosyal hem idari engellerle de karşılaşıyoruz. Bununla mücadele etmeye kararlı insanlar çıkabilir, ama mücadele gücü olmayan insanlar da vardır. Bu detaylara girince insan kavrıyor. Ben bile yekten geçmişimdeki insanlar bir şey yapmamış diye düşünsem de, böyle anlatınca onlara daha fazla hak veriyorum.” Peki ya sonra Günümüze yaklaştıkça neler gelmiş Amcazade Hüseyin Paşa sülalesinin 10 kolundan biri olan bu ailenin başına Sema Evin Güven’in annesi bir avukat; “şapkasız sokağa çıkmayan” Atatürk dönemi kadınlarından. Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra hukuk okuyan, kısa bir süre Galatasaray Lisesi’nde müdür yardımcılığı yapan dayısı ise Marmara Bölgesi Gümrükler Başmüfettişi iken genç yaşta vefat ediyor. “Anadolu’ya ağzına kadar dolu bavulla gider, sonra tüm giysilerini, gömleklerini, kravatlarını oradaki mağdur durumdaki memurlara dağıtıp boş bavulla geri dönerdi. Evlenmedi ve çocuğu olmadı. O taraf da söndü. Daha önceleri savaş yüzünden gidenler, sonra böyle gitti işte” diye anlatıyor Sema Güven Evin. Üniversitede sosyal antropoloji okuyan Sema Güven Evin’e karşın ağabeyi Sezer Güven babasının yolundan gidip Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra mimar olmayı seçiyor. Beşiktaş’taki Yüksek Mimarlık Mühendislik Okulu’nda müdürün genel sekreterliğini yaparken, aldığı notları beğenmeyerek Maçka’daki evinin kapısına dayanan bir öğrencinin silahından çıkan iki kurşunla 33 yaşında can veriyor. Banu Güven 8, ağabeyi Kerem 11 yaşındayken… Sema Güven Evin’in büyük kızı, Mehveş Evin’in ablası Canan ise maalesef genç yaşta trafik terörü yüzünden hayatını kaybediyor. Sema Güven Evin’in hariciyeci olan ve uzun yıllar yurtdışındaki konsolosluklarda görev yapan eşi Ömer Oktay Evin de 47 yaşında hayata gözlerini yumuyor. Sema Güven Evin’in kurduğu cümlelerden daha fazlası söylenemez belki de: “Maalesef biz de tükenmiş bir aileyiz… Türkiye’de kafalarda terör var. Önce kafaları terörden arındırmamız gerekiyor.” Şimdi geride Amcazade Hüseyin Paşa’nın torunlarının torunlarının torunları; güçlü, ayakları yere sağlam basan, sert rüzgarlara göğüs gere gere dimdik durmayı öğrenen ve “kız ya da erkek değil, benim evlatlarım var” diyen Paşa’nın müthiş öngörüsüyle geçmişiyle kurdukları bağları geleceklerine siper eden kadınlar var. Sema Güven Evin, Mehveş Evin ve Banu Güven gibi hayat dolu, güçlü, karizmatik kadınlar… Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın hâlâ Boğaziçi’nin hırçın dalgalarına boyun eğmemesinin sebebi belki biraz da onlardır… Bugün