20 / 11 / 2024

Damla Sönmez: Hayalim seramik atölyesi açmak!

Damla Sönmez: Hayalim seramik atölyesi açmak!

“Deniz Seviyesi” filmindeki rolüyle Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Damla Sönmez: “Ben mesleğimi çok seviyorum. Hep şunu duyup çok özenirdim; hayatta sevdiğin işi yapıyorsan asla çalışmış sayılmazsın”




Aaa küçücük bir kızmış bu”... Moda sahilinde Damla Sönmez’le çekim yapmaya çalışırken sürekli böyle söyleyen teyzeler yaklaşıyor yanımıza... Tatlı tatlı süzüyorlar, aralarında yorumlar yapıyorlar, evlerinin kızı sanki... Öyle de bir yandan... “Güllerin Savaşı”nın tatlı, neşeli, çocuksu Gülru’su olarak her hafta evimizde. Pürtelaş Tiyatro’da oynadığı, geçen yıl çok beğenilen “Savaş” oyunu her cumartesi Kadir Has’ta devam ediyor. Ve Nisan Dağ ile Esra Saydam’ın çektiği, ona Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getiren “Deniz Seviyesi” filmi bu cuma sinemalarda. Filmde Gülru’yla uzaktan yakından alakası olmayan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan, biraz ters, biraz nemrut, zamanında çocukluk aşkını Türkiye’de bırakıp New York’a okumaya gitmiş, orada evlenmiş bir genç kadını, Damla’yı (tamamen tesadüf eseri) oynuyor.


  Filmdeki Damla biraz kapalı bir kız, tam çözemiyor insan duygularını. Sizin için nasıl biri?


Ben Damla’yı çok seviyorum. Bir oyuncu olarak çok dişimi kaşıyan bir yanı var, çünkü diğer karakterlerle birlikteyken biz aslında ne hissettiğini, ne yaşadığını, tam olarak ne yapacağını tahmin edemiyoruz, öngörülemez bir karakter. Kalabalık içinde yalnız olmak ya, oyunculuk da biraz. Sete girdiğiniz zaman bir sürü insan var etrafınızda ama siz normal bir insanın tek başına yaşacağı halleri yaşıyorsunuz. Damla o konuda bana çok olanak veren bir karakterdi. 


“Adamı neden mutsuz olacağı bir şeyin

içine sokasınız ki?”


  Bir aşkı bırakıp pat diye gitmek pek genç kızların yaptığı bir şey değildir... Damla nasıl bir güdüyle yaptı acaba?


Aslında bizim yönetmenlerle konuştuğumuz, filmde çok altı çizilmeyen şeyler de var. Biz Damla’yı Üsküdar Amerikan Kolejli olarak düşündük. Ondan sonra New York’a gidiyor. Bütün bu hikayeyi paylaştıkları yer, Ayvalık’ta Damla’nın yazlarını geçirdiği bir site. Ama Burak yaz-kış orada yaşayan bir adam. Başka bir yerden ruhları birbiriyle çok örtüşüyor olabilir ama Damla’nın tercih edeceği hayatla Burak’ın tercih edeceği hayat muhtemelen birbirine hiç uymayacaktı zaten. Ben Burak’ı İstanbul’da, Damla’nın yanında mutlu düşünemiyorum mesela. Bir adamı seviyorsanız neden mutsuz olacağı bir şeyin içine sokasınız ki? Eğer siz de orada yapamayacaksanız...


  Siz Burak gibi birini sevseniz, şehrin koşuşturmasını bırakıp böyle bir hayat sürdürebilir misiniz?


Ben mesleğimi çok seviyorum. Sete giderken de eğlenmeye gidiyorum. Hep bunu duyup çok özenirdim, “Hayatta sevdiğin işi yapıyorsan asla çalışmış sayılmazsın” diye. Biraz öyle bir durumum var. Ama Türk televizyon sektöründeki çalışma saatleri çok uzun, insan çok yoruluyor, bazen “Daha kaç sene dizi yapabilirim?” diye düşündüğüm oluyor. Çünkü mesela dizi yaparken, hayatınızın o döneminde aynı anda yaşayamıyorsunuz. Ben şu anda her şeye dikkat etmek zorundayım; uyku düzenime, ne yediğime, yaptığım spora. Çünkü yorgun düşüyorum, bir yandan beslemem lazım kendimi, ayakta durmam lazım, sağlıklı olmam lazım ki içime sinen bir şekilde yapabileyim mesleğimi. Şu çok keyifli geliyor kulağıma; tiyatromu yapıp yılda bir-iki sinema filminde oynayayım, Çanakkale taraflarında bir evim olsun, her Sabah o oksijenle uyanayım, şu koşuşturma olmasın, bu kadar kalabalık olmasın etraf. Belirli bir süreden sonra oraya kayacağım. Ama şu an bu koşturmanın içinde, mesleğimi çok sevdiğim için o yoğunluk mutlu da ediyor beni.


“Küçük öykülerim var”


  Peki bu hayatın içinde sevgiliye yer oluyor mu?


Oluyor. Ben yokken de onu diyordum, “Vakit mi var?” diyorlar ya, öyle değil. Biraz romantik düşünüyorum belki ama insan isteyince zaman yaratıyor. Ya da üç-dört gün görüşmemek o kadar büyük mesele olmuyor çünkü biliyorsunuz ki kalben siz onun yanındasınız, o sizin yanınızda.


  Oynadığınız karakterlerin günlüğünü tutuyormuşsunuz. Damla’nın günlüğü nasıl?


Damla’nın günlüğünde çok zorlandım. Çünkü “Bunu kendine bile söylemez” ya da “Bu defterin yakalanması riskini göze alamaz” diye bir şey beni hep tuttu. Ama mesela o da bana karakterle ilgili şunu gösterdi: Asla ilk söylemek istediğini söylemiyor Damla. Ya da insanların içinde bir durumla karşı karşıya kaldığında ilk tepkisi referans tepkisi değil, sürekli onun üzerinde başka bir örtü var, maskesi var. Günlük tutmak çok yardım ediyor.


  Kendiniz için bir şey yazar mısınız?


Yazıyorum. Küçük öykülerim, küçük karakterlerim var ama genişletemedim onları. Başlarda iç dökmek olarak gidiyordu, beyin kusması olarak ya da bir şeyleri sembolize ederek anlatıyordum. Bundan sonra bir gün senaryo yazmayı ya da film çekmeyi düşünür müyüm diye soracaksınız herhalde, çok isterim, hikaye anlatmayı çok seviyorum çünkü. Bunun için başka bir teknik donanım gerekiyor, şu an somut bir şey yok.


“Pilates yapıyorum, bisiklete biniyorum”


  Tiyatronun yeri ne hayatınızda?


Hiç vazgeçmeyeceğim bir şey. Prova döneminde yenileniyorsunuz. Ben “Savaş”ta da çalışırken kendime dair hiç bilmediğim şeyleri keşfettim. Sürekli sizi daha ileriye götürüyor.


  İş dışında neler yaparsınız?


Sakin bir hayatım var. Yeni yeni spor yapmaya başladım, onun da çok eğlenceli bir şey olabileceğini keşfettim. Pilates yapıyorum, sahilde sürekli bisiklete biniyorum. Seramiğe başlamıştım. Altı ay kadar devam ettim, sonra yarım kaldı. Zaten bir hayalim de seramik atölyesi açmak. Toprakla uğraşmak çok iyi geliyor çünkü. Çok Kitap okuyorum bir de.


  Neler okursunuz daha çok?


Psikolojik kitapları daha çok okuyorum. Kıyamadığım Sabahattin Ali’lerim var. “İçimizdeki Şeytan”ı okumamıştım henüz.  Adana  ve Londra festivallerine gidip gelirken uçakta okurum diye başladım, o kadar güzel gidiyordu ki “Ben bunu dizi bitince rahat bir kafayla okuyayım” diye kenara koydum.  


“Kendimi bildim bileli tiyatrocu olmak istiyorum”


  Sizin tiyatrodan önce piyano ve keman eğitiminiz var...


Evet, ilkokulda. Anne babalar biraz “Onu da yapsın, bunu da yapsın, belki sever” derler ya, ondan. İki sene keman okudum, sonraki sene piyano okudum, sonra da bıraktım zaten.


  Sevmediniz mi?


Enstrümanla barışamadım. Biraz da kandırılmışım galiba. Çünkü kendimi bildim bileli tiyatrocu olmak istiyorum, konservatuvara girmek istiyorum. Geldik sınava, “Liseden sonra tiyatro, sen şimdi bunu yap” dediler. Hocalara şöyle birşey diyormuşum sinirlenince, “Ben zaten üniversiteyi bekliyorum, bırakacağım

kemanı da piyanoyu da”.

Asu Maro/Milliyet


Geri Dön