23 / 11 / 2024
fuzul

Emre Arolat'ın İpekyol Tekstil Fabrikası'nın öyküsü Milli Reasürans'ta!

Emre Arolat'ın İpekyol Tekstil Fabrikası'nın öyküsü Milli Reasürans'ta!

Emre Arolat'ın Ağa Han ödüllü İpekyol Tekstil Fabrikası'nın hikâyesi Milli Reasürans'ta. Arolat için proje konvansiyonel fabrika yapılarında görmeye alıştığımız hiyerarşik mekânsal düzene bir ‘alternatif' sunuyor.




 

Emre Arolat Mimarlık’ın (EAA), 2010 Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanan ve Edirne’deki İpekyol Tekstil Fabrikası’nı konu edinen “Fabrika” isimli kavramsal proje sergisi Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde.   17 Mart’a dek açık kalacak sergi, Nil Aynalı küratörlüğünde, fabrikanın doğum öyküsü, ilk ortaya çıkışından bu yana fabrika olgusu, kapitalist ekonomik sistem ilişkisi içinde ele alınıyor, ayrıca yapının mimarı EAA-Emre Arolat Architects’in mimarlığı kavrayış biçimi de görselleştirilmeye çalışılıyor.   “Fabrika”, kapitalizm ve sanat tarihinin hemhal olduğu bir üretim alanına tekabül ediyor. Serginin içeriği de Arolat’ın ifadesi ile “yeterince iletişim kurmak, bunu yaparken yüzeyselleşmemek ama boğulacak kadar da derine inmemek” adına hayata geçirilmiş.   Arolat, “Fabrika”nın kavramsal sunumunu yaparken Guy Debord’un kültürel eleştiri manifestosu “Gösteri Toplumu”na referans vermelerini “Bu metin, geçerliğini yitirmek şöyle dursun, içinde yaşadığımız dünyayı 80’lerde olduğundan daha da iyi tasvir ediyor” sözleriyle açıklıyor ve devam ediyor:   “Mimarlık ürünleri de gösterinin başrol oyuncularından biri. Bugün üretilen yapıların çoğu, fiziksel varoluşlarını farklı mecralarda kolayca beğeni toplayarak sirküle edebilecek ‘afili imajlar’ üzerine kuruyorlar. Kendine özgü bir tarihsel birikime ve kimliğe sahip kentler bile markalaştırılarak turizm nesnesi haline dönüştürülmeye, bu yolla satılmaya çalışılıyor. Giderek, önümüze çıkanın hangi amaçla yapıldığından çok, nasıl olduğuna, kısacası yüzeyine bakıyoruz.”   Arolat, Fabrika’yı tasarlarken işçi-patron arasındaki sınıfsal “ayrım”ı uzlaştırmak gibi deneysel bir misyon üstlenmediğini söylüyor. Fabrika, daha ziyade “yönetim ve üretim bölümlerinin birbirleriyle olabildiğince kesintisiz bir biçimde kuracakları görsel ve fiziksel ilişki üzerinden, konvansiyonel fabrika yapılarında görmeye alıştığımız hiyerarşik mekânsal düzene bir ‘alternatif’ sunuyor.”   Arolat, böylesi bir projeyi yaşama geçirirken Ajda Pekkan, Adorno ve Nazilli Sümerbank Fabrikası Marşı gibi referansları da hemzeminde buluşturmuş. Bu üç unsurun sergideki varlığını ise şöyle dillendiriyor:   “Sergi, yapının hikâyesini yapıya yön veren olguların, aktörlerin özgül dünyalarının içine dalarak anlatmayı deniyor. Bu aktörlerden biri de işveren. Onların gözünden moda dünyasını, kendi tasarım süreçlerini ve sektördeki pazarlama stratejilerini dinleme fırsatı buluyoruz. Aynı grubun markası olan Twist’in Ajda Pekkan ile hazırladığı koleksiyonun tasarım sürecinde üretilen çıktıları da bu bağlamda sergide yer buluyor. Adorno’nun ‘kültür endüstrisi’ eleştirisi ile Debord’un ‘gösteri toplumu’ kavramının birbirini desteklediğini söylemek pekâlâ mümkün. Türkiye’deki fabrika olgusunun geçmişindeki en önemli mihenk taşlarından biri ise Nazilli Sümerbank Fabrikası. 1937’de kurulan fabrikada, erken cumhuriyet döneminin ideallerinin izleri net biçimde takip edilebiliyor. 1987’de Arif Sami Toker tarafından bestelenen Nazilli Sümerbank Fabrikası Marşı, diğer adıyla Gıdı-Gıdı Treni Marşı’nda, işçilerin fabrikayla kurdukları içten ilişki, biraz da nükteli bir tonda ifade ediliyor.” (0 212 230 19 76)

 


Geri Dön