Faiz indirimi konut piyasasını canlandırmaya yeter mi?
Merkez Bankası'nın para politikası faizi indirimleri piyasaları canlandırıyor. Bu indirimlerin kamu bankalarının faizlerine hızla yansıması bekleniyor. Kamu bankalarının konut kredi faizlerini aylık yüzde 0.99'a çekmesi en önemli adım.
Merkez Bankası'nın yapmış olduğu para politikası faiz indirimi kararları sonrası kamu bankalarıda faiz indirimine gitti. Ekonomist Dergisi'nde Okhan Karaca'nın haberine göre, hükümet bir taraftan Merkez Bankasına para politikası faizini indirtirken bir taraftan da kamu bankaları eliyle bu indirimin piyasa faizlerine yansımasını çabuklaştırmaya çalışıyor. Kamu bankalarının konut kredisi faizlerini aylık yüzde 0,99'a çekmesi bunun en önemli adımını oluşturuyor. Bu faiz indirimleri hala resesyonda olan ekonomiyi canlandırmayı amaçlıyor. Ancak bunun gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. Faiz indirimi belki talebi biraz kıpırdatabilir ama tekrar şaha kalkmasını sağlaması pek mümkün değil. Çünkü iç talebin kısılmasının esas nedeni olan satın alma gücündeki düşüş olduğu yerde duruyor. Ekonominin canlanabilmesi için öncelikle satın alma gücündeki kaybın telafi edilmesi gerekiyor.
Politikası Kurulu (PPK), 25 Temmuz’daki toplantısında para politikası faizinde 425 baz puanlık büyük bir indirim yaptı. 10 aydır yüzde 24’e demir atmış olan bir hafta vadeli repo borç verme faizi bu indirimle yüzde 19,75’e çekildi. PPK’nın bu ay 12 Eylül’de bir toplantısı daha var ve o toplantıda da para politikası faizinde indirim yapılması bekleniyor. Hükümet bir taraftan TCMB’ye para politikası faizini indirtirken bir taraftan da kamu bankaları eliyle bu indirimin piyasa faizlerine yansımasını çabuklaştırmaya çalışıyor. TCMB’nin faiz indiriminden sonra kamu bankalarının konut kredisi faizlerini aylık yüzde 0,99’a çekmesi bunun en önemli adımını oluşturuyor. Bu faiz indirimleri hala resesyonda olan ekonomiyi canlandırmayı amaçlıyor. Ancak bunun gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. Faiz indirimi belki talebi' biraz kıpırdatabilir ama tekrar şaha kalkmasını sağlaması pek mümkün değil. Çünkü iç talebin kısılmasının esas nedeni olan satın alma gücündeki düşüş olduğu yerde duruyor. Enflasyonun çift haneli olarak seyretmeye devam etmesi satın alma gücündeki düşüşün de sürmesine neden oluyor. Ek olarak, iktisadi birimlerin geleceğe güveni de bir türlü toparlanamadığı için faiz indiriminin ekonomiyi canlandırma ihtimali çok yüksek görünmüyor.
SATIN ALMA GÜCÜ
Satın alma gücündeki düşüşün nedenini enflasyonda geçen yıl yaşanan sıçrama oluşturuyor. Geliriniz yerinde sayarken mal ve hizmetlerin fiyatlarının artması doğal olarak sizin o ürünlerden alabileceğiniz miktarı azaltıyor. 2018 yılının başlarında yüzde 10 dolayında olan tüketici enflasyonu, kurlardaki sıçramanın etkisiyle, ekim ayında yüzde 25’i aşmıştı. Son iki ayda biraz gerilese de 2018 yılım da oldukça yüksek bir düzeyde ve yüzde 20 dolayında kapatmıştı. Şu andaki düşmüş hali bile yüzde 17’ye yakın bir düzeyde bulunuyor. Her ne kadar bu yüksek enflasyon nedeniyle şirketler çalışanlarının ücretlerine bir miktar zam yapsalar da bu ücret zamları enflasyona yetişemedi. Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) hesapladığı brüt ücret-maaş endeksindeki yıllık değişime bakınca geçen yılın son iki çeyreğiyle bu yılın ilk çeyreğinde enflasyonun altında kaldığını görüyoruz. Bu endeksteki yıllık değişimi yıllık tüketici enflasyonuyla deflate ettiğimizde, brüt ücret ve maaşların reel olarak geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 3,5 ve dördüncü çeyreğinde yüzde 8,4, bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 4,4 düştüğünü hesaplıyoruz. Bu düşüşün ikinci çeyrekte de devam etmiş olması olasılığı da epey yüksek görünüyor. Elimizde net ücret ve maaşlara ilişkin bir veri yok ama brüt ücret ve maaşlardaki düşüşün aşağı yukarı net ücret ve maaşlar için de geçerli olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
DAYANIKLI TÜKETİM
İktisatçılar satın alma gücündeki değişimi, bizim yukarıda yaptığımız gibi, ücret ve maaşlardaki değişimi enflasyonla yani fiyatlar genel düzeyindeki değişimle karşılaştırarak hesaplar. Ancak bu hesaplamanın önemli bir kusuru var ki onu da fiyat endekslerinin içerdiği mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki göreceli değişimi dikkate alamaması oluşturuyor. Fiyat endekslerinin içerdiği mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış birbirinden çok farklı olabildiği için, esasında ücretinizin yerinde sayması, bunların bazılarına yönelik satın alma gücünüzün diğerlerinden çok daha fazla düşmesine yol açmış olabilir. Eğer satın alma gücünün daha fazla düştüğü mal ve hizmetler ekonominin canlanması için talebinin artmasına daha fazla ihtiyaç duyulan ürünlerse, durum yukarıdaki hesabın gösterdiğinden de daha vahim olabilir. Maalesef Türkiye’de şu andaki durum da aynen böyle... Döviz kurlarında geçen yıl yaşanan sıçrama, çoğunluğu ithal olan dayanıklı tüketim mallarının fiyatlarına diğer ürünlerin fiyatlarından daha fazla yansıdı. Tüm dayanıklı tüketim mallarının fiyatlarını incelememiz mümkün değil ama mesela otomobil fiyatlarına bakarak bunu görebiliriz. Temmuz ayı itibarıyla son bir yıllık dönemdeki tüketici enflasyonu yüzde 16,6 iken, yine TÜİK’in verilerine göre, aynı dönemde benzinli otomobil fiyatlarında yaşanan artış yüzde 33,1’i yani enflasyonun iki katını buluyor. Bu da bu dönemde tüketicinin otomobil satın alma gücünün genel enflasyona göre ölçülen satın alma gücünden çok daha fazla düştüğü anlamına geliyor. Bu durumdaki bir tüketicinin de faizler düştü diye hemen otomobil satın almaya yönelmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Bu sonucun diğer dayanıklı tüketim malları için de aşağı yukarı geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
ÜRETİM VE TÜKETİMDE BÜYÜME SİNYALİ YOK
2019'un ikinci çeyreğine ilişkin gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) verileri 2 Eylül'de açıklanacak. Bu veriler, büyük ihtimalle, ekonomide geçen yılın son çeyreğinde başlayan küçülmenin sürdüğünü gösterecek. Çünkü öncü göstergeler bu yönde sinyal veriyor. Bu öncü göstergelerden en önemlisini sanayi üretimindeki değişim oluşturuyor. Sanayi üretimi yıllık bazda geçen yılın son çeyreğinde yüzde 7,3 ve bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 5,6 düşmüştü. Bu düşüş yavaşlamakla birlikte ikinci çeyrekte de devam etti. İkinci çeyrekte sanayi üretiminde yıllık bazda yüzde 3,4 düşüş yaşandı.
Bu öncü göstergelerden önem taşıyan bir diğeri de reel perakende satışlardaki değişim. Bu gösterge iç talebin tüketim ayağındaki durum hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Türkiye ekonomisi daha çok iç talebe dayalı bir ekonomi olduğu için de reel perakende satışlardaki değişimle ekonomik büyüme genelde birbirine paralel seyrediyor. Reel perakende satışlar yıllık bazda geçen yılın son çeyreğinde yüzde 7,3 ve bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 5,3 gerilemişti. Bu göstergede ikinci çeyrekte de yüzde 4,1'lik düşüş meydana geldi. Türkiye ekonomisi yıllık bazda geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3 ve bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 2,6 küçülmüştü. Üretim ve tüketimdeki düşüş, biraz yavaşlamakla birlikte, ekonomideki küçülmenin ikinci çeyrekte de sürdüğünü düşündürüyor. İkinci çeyrekte ekonomide yıllık bazda yüzde 1-2 arasında küçülme yaşanmış olabilir.
GÜÇ GERİ GELİR Mİ?
Elbette, döviz kurlarındaki artış sadece son bir yılın mevzusu değil. Altı yıl öncesine kadar 2 TL’nin altında olan dolar kuru o zamandan bu yana sık sık tekrarlanan sıçramalarla yükseliyor. Bu da enflasyonu yükseltirken özellikle dayanıklı tüketim mallarının fiyatlarına daha çok yansıyor. Yukarıdaki otomobil örneğine geri dönersek, temmuz ayı itibarıyla son altı yıllık dönemde toplam tüketici enflasyonu yüzde 88,5 iken benzinli otomobil fiyatındaki artışın yüzde 178,9’u bulduğunu görüyoruz. Döviz kurlarında istikrarın yaşandığı 2000’li yıllarda dayanıklı tüketim malları görece ucuzlamış ve bu da iç talebi artırıp ekonominin hızlı büyümesini sağlamıştı. Son yıllarda dayanıklı tüketim mallarının görece pahalanması ise iç talebin kısılmasına ve dolayısıyla hızlı büyümenin ortadan kalkmasına neden olmuş bulunuyor. Ekonominin canlanabilmesi için satın alma gücünde son yıllarda yaşanan kaybın telafi edilmesi gerekiyor. Ancak bunu enflasyona endeksli ücret zamlarıyla yapmak pek mümkün görünmüyor. Bunun için döviz kurlarında istikrarın yeniden sağlanmasına ihtiyaç var. Döviz kurlarında istikrarın yeniden sağlanması, enflasyonu aşağıya çekerken dayanıklı tüketim mallarının da yeniden görece ucuzlamasını sağlayabilir. Bu da iç talebi tekrar canlandırarak ekonomik büyümeyi hızlandırabilir. Tabii bunun hemen bir yılda yaşanmasını beklemek pek gerçekçi değil. Satın alma gücünde son altı yılda yaşanan kaybın tamamen telafi edilmesi muhtemelen buna yakın bir süre gerektirir.
FAİZ İNDİRİMİ NE YAPAR?
Satın alma gücünde böyle bir düşüş varken faiz indirimi ancak hali vakti zaten yerinde olanların talebinde artışa yol açabilir. Bu kişilerin sayısı sınırlı olduğuna ve her türlü dayanıklı tüketim malına da zaten sahip olduklarına göre, mevcut şartlarda faiz indiriminin ekonominin canlanmasına çok fazla katkısının olamayacağı açık görünüyor. Faiz indirimi tüketimde bir artışa yol açamazsa üretimde ve dolayısıyla yatırımlarda da artışa yol açamaz. Çünkü işletmeler üretim ve yatırım kararlarını öncelikle tüketimin durumuna bakarak veriyor. İşin kötüsü, faiz indiriminde aşırıya kaçılmasının satın alma gücünü daha da aşağıya çekecek bir süreci tetiklemesi olasılığı da var. Türkiye’nin daha önce defalarca yaşadığı gibi, faiz oranlarında zoraki indirimler genelde dövize olan talebi tetikleyip kurlarda yükselişe yol açıyor. Şu anda resesyonda olan ekonomide döviz ihtiyacı düşük olduğu için bu etki pek fazla gözlenmiyor. Ancak faizdeki düşüşün daha fazla zorlanması, durumu değiştirebilir. Kurlarda yeni bir sıçrama ise enflasyonu tekrar yükseltip satın alma gücünü daha da eritebilir.