24 / 12 / 2024

Fındıklı Parkı'nda metro inşaatı tartışması!

Fındıklı Parkı'nda metro inşaatı tartışması!

Kabataş- Mecidiyeköy metrosu inşaatının şaftı için üzerinde bir dolu ağaç bulunan Fındıklı Parkı seçilmiş. Oysa asıl metro istasyonu, Kabataş’taki füniküler, tramvay ve deniz ulaşımının biraraya geldiği transfer alanına bitişik olarak inşa edilecek.



Kabataş- Mecidiyeköy metrosu inşaatının şaftı için üzerinde bir dolu ağaç bulunan Fındıklı Parkı seçilmiş. Şaft, metro tünelini inşa etmek için yapılan geçici bir erişim alanı. Oysa asıl metro istasyonu, yerin altında, Kabataş’taki füniküler, tramvay ve deniz ulaşımının biraraya geldiği transfer alanına bitişik olarak inşa edilecek.


Şehri mesleğin koşullandığı bir nesne, yalnızca bir “temsil edilen” olarak görmeyen (yani şehir üzerine düşünen) günümüzün nadir mimarlarından Rem Koolhaas tarihî mirasın korunması gibi tek boyutlu yaklaşımların “şehirsel olmayan” (non-urban) bir boşluk yarattığını ve bu boşluğun daha sonra istila edildiğini söylüyor.


Bu kapalı uçlu yaklaşımları üreten teknokratik yönetim mekanizması ayrıcalıklı piyasa aktörleri ile iç içe geçmiş bir şekilde, ister şehirlerin tarihî mirasının korunması olsun, ister ulaşım sorunlarının çözümü olsun, ister deprem riski gibi şehirlilerin can güvenliğini tehdit eden konular olsun, bunların hepsi şehri istila etmek ve yapılanları doğallaştırmak için kullanıyor. Şehir eşi görülmemiş amansız bir imar sürecinin kıskacında. Ancak bu basit bir inşa faaliyeti değil. Aynı zamanda otoriter bir rejimlerin inşasında da görülen bir dönüşüm süreci. Otoriter düzenin inşası ve sürmesi için şehirler istila ediliyor. Ulaşım, deprem, işlevini yitirme, eskime gibi bahaneler uydurularak sorun fiziksel yapıdan ibaretmiş gibi gösteriliyor. Araçsalcı, teknokratik bir mantıkla önce şehirde “zihinsel bir boşluk” yaratılıyor, sonra bu alanlar istila ediliyor. Bu nedenle sistemin şehre müdahalesi yalnızca fiziksel değil, fizik ötesi… Yarattığı boşluklar da. “Şehirsel boşluk” otoriter, araçsallaştırıcı bir işleyişle dolduruluyor.


Bunun en önemli göstergesi şehre yapılacak müdahalelere (şehir yönetiminin itiraf ettiği gibi parsel parsel) yukarıdan karar verilmesi. Kamusal kararları yöneticiler değil, yatırımcılarla birlikte hareket eden ayrıcalıklı proje grupları üretiyor. Ayrıcalıklarını korumak ve pekiştirmek için iktidara, himaye sistemine ihtiyaç duyuyor. Herkes bu sistemin asimetrik bir ilişki yarattığının, etkilerinin yalnızca fiziksel olmadığının farkında. Her düzeyde, en tepeden en alttakine bütün yönetimler yolsuzluklara bulaşmış durumda. İnformel yollarla bu asimetrik yeniden üretim sisteminin yarattığı rantı düzenlemeye gayret ediyorlar.


METRO İNŞAATI İÇİN PARKIN ZİYAN EDİLMESİ GEREKMİYOR


Gezi’de olduğu gibi her türlü müdahale şehrin kamusal alanlarının bir boşluk olarak görüldüğünü gösteriyor. İlginç olan bu araçsal mantığı yeniden üreten ayrıcalıklı güruhun hiç değişmemesi. Gezi’deki ağaçların kesilmesine yol açan tünel projelerini yapan şirket de aynı, bir parkı yok etmeye çalışan da. Kabataş– Mecidiyeköy metrosu inşaatının şaftı için üzerinde bir dolu ağaç bulunan Fındıklı Parkı seçilmiş. Şaft, metro tünelini inşa etmek için yapılan geçici bir erişim alanı. Oysa asıl metro istasyonu, yerin altında, Kabataş’taki füniküler, tramvay ve deniz ulaşımının biraraya geldiği transfer alanına bitişik olarak inşa edilecek. Projeyi kim hazırlıyor? Taksim’i otoyol kavşağına çevirmeye çalışan şirket! Kendilerine sorarsanız ulaşım hizmetleri ile ilgili projeler “teknik” konular. Bunların nasıl yapılacağı, çevre üzerinde nasıl etkiler yaratacağı, nasıl yöntemlerle tasarlanacağı ve katılıma açılacağı tartışılacak konular değil. Proje işlerini ihale ile alıyorlar. Böyle olunca da yönetimle baş başa, kapalı kapılar ardında karar veriyorlar. Yapılan iş son derece teknik, tıpkı boru, kablo döşemek gibi. Bu grup ulaşımla uğraşıyor.


Bu küçük müdahale bile sorun hakkında fikir veriyor. Geçici bir inşaat için neden üzerinde bir dolu ağacın olduğu, her gün çoluk çocuk, genç yaşlı herkesin kullandığı, bir semtteki yegâne yeşil alan, bir park seçiliyor? Çünkü parkların sahibi yok! Sahibinin olması için ya otopark, ya da restoran olarak kullanılması, yani bir şirkete kiraya verilmiş olması gerekiyor. Kamu alanlarının sahibi yok! Kompartımanlara ayrılmış kamu yönetimi modelinin yetersizliği hemen göze çarpıyor. Çünkü şehir farklı önceliklerin, farklı kamu yararı anlayışlarının çarpıştığı bir alan. Bu kıyı şeridinin yönetiminden kim sorumlu? Kıyının, parkın, yaya bölgelerinin sahibi yok. Fındıklı Parkı’na yapılmak istenen metro şaftı için başka bir yer pekâlâ bulunabilir. Metro inşaatının yapılması için parkın ziyan edilmesi, halka kapatılması gerekmiyor. Örneğin üzerinde ağaç bulunmayan sahil bandı… Dolmabahçe rıhtımı… Antrepoların kenarındaki, Deniz Ticaret Odası’nın önündeki koskoca otopark alanı… Bunların üzerinde ağaç yok. Bunların hiçbiri müşterek olarak kullanılmıyor. Ama bunların hepsinin bir sahibi var. Otopark olarak kullanılıyorlar. Evet, geçici metro şaftı için kullanılabilecek, yıllarca kapalı kalabilecek bütün alanların birer sahibi var. Bir tek herkesin kullanımına açık olan, halka hizmet eden, kiracısı bulunmayan, gelir getirmeyen parkın bir sahibi yok.


Yıllardır parkın sanki savaş geçirmiş bir alan gibi bakımsız bırakılması, işgal edilmesi, içine otomobillerin park etmesi, bir bölümünün ağaçlar kesilerek inşaata açılması da bu sahipsizliğin göstergeleri. Neresine baksanız kamu yönetimleri “ben sizi düşünmüyorum, benim önceliklerim başka, benim müşterilerim var, onlar bana gelir sağlıyorlar” diye sesleniyor. Öyle ki bu ülkede mimarlık alanındaki ilk akla gelen kişinin, Sedad Hakkı Eldem’in, yıllar önce tasarladığı Fındıklı Karaköy arasında yayaların yağmurlu havalarda ıslanmadan, egzoz koklamadan yürüyebilmesini sağlayan arkadlı geçit, yaya güzergâhı bile Belediye’nin otoparkçılarının işgali altında! Her gün yüzlerce otomobil bu yaya yoluna park ediyor ve burayı yönetenler hiç utanmadan yağmurda çamurda yayaları yolun kenarını kullanmaya zorluyorlar. Kamu alanına otomobiller rahatça park etsinler diye yayalar yola doğru itiliyorlar. Yayaları, yaşlıları, engellileri düşünen yok. Ama oraya otomobillerin kolayca park etmesini düzenleyen görevliler var.


Bu kıyı şeridi İstanbul’un en değerli alanlarından başta geleni. Bugüne kadar şehrin tarihî merkezinin, Beyoğlu’nun denizle ilişkisini bir duvar gibi kapatan sahillerini merkezî yönetim, Özelleştirme İdaresi gelir getirmek için yap-işlet modeliyle devrediyor. Ne şehir yönetimlerinin, belediyelerin bu konuya hiçbir dahli yok. Planlarda bütün kıyılar beyaz bir boşluk olarak yer alıyor. Bölgenin sahibi kamu ama kamu adına değil. Sahipliği buradan elde ettiği gelirlerle kendilerine har vurup, harman savuracak kaynaklar yaratmak için. Kamu mülklerinin nasıl el değiştireceğine, kullanılacağına, yani buradan ne kadar gelir elde edileceğine yukarıdaki pazarlıklarla karar veriliyor.


Bu gidişin geri dönüşü yok. Karşımızda şehir halkını temsil eden bir yönetim yok. Her karar ideolojik saiklerle merkeze taşınıyor. İstanbul’un en değerli kamu alanının, kıyılarının bir yönetim planı, organı yok. Her isteyen kendi çıkarına, ihtiyacına göre istediğini yapıyor. Uzun zamandır kamu yönetimleri çökmüş vaziyette. İktidar mücadelesinden başka bir şey bilmeyen yöneticiler bu yaptıklarına “politika” diyorlar. Bu nedenle kamu alanlarının şehre iadesi mücadelesi, otoriter bir siyasete karşı birlikte birbirimizi anlayarak, barış içinde birarada yaşama mücadelesidir.


Taraf


Geri Dön