Geleceğin mimarisi nasıl olmalı?
Çağdaş mimarlık pratiğinin önemli aktörlerinden biri haline gelen ofisiyle birlikte dünyanın pek çok yerinde başarılı çalışmalara imza atan Winy Maas, Şişecam Düzcam ‘T Buluşmaları’nın konuğuydu...
“Mimari kendini kopyalamamalı. Dünyada artık büyük metropoller birbirine benzemeye başladı. Mimarlar olarak üzerimize düşen görev bir şeyleri değiştirmek ve dönüştürmek. İş insanları çalışma alanlarının hayatını kolaylaştırmasını istiyor. Çalışma alanlarına hayat vermemiz gerekiyor. İnsanlar birbirine benzer evlerde yaşamak istemiyorlar. Doğanın güzelliğini yenilikle buluşturmak çok önemli. Bu nedenle doğaya uyumlu bir şekilde binalar geliştirmemiz gelecek için de önem taşıyor. Özellikle bina mimarisini ortamla ve doğayla uyumlu yapmak gerekiyor. İnsanlar artık doğanın içinde modern yapılarda bir arada ama doğaya zarar vermeden yaşam talep ediyor. Hedefleri saptamak ve yerine getirmek lazım. Binalara, duvarlara yaşam katarak daha verimli kullanabiliriz.”
Bu yorumlar, çağdaş mimarlık pratiğinin önemli aktörlerinden biri haline gelen ofisiyle birlikte dünyanın pek çok yerinde başarılı çalışmalara imza atan Winy Maas’a ait.
Şişecam Düzcam’ın “Mimarinin Şeffaf Yüzü” sloganıyla bu yıl ikincisini gerçekleştirdiği ‘T Buluşmaları’nın konuğu dünyaca ünlü Hollandalı mimar ve şehir planlamacısı Winy Maas oldu.
Geleceğin kentleri üzerine çalışmalar yapan Maas, projelerinde ağırlıklı olarak cam kullanıyor ve gelecekte mimaride cam kullanımının daha da yaygınlaşacağını söylüyor. Mimarların bilgi ve teknoloji kullanarak yaşam alanlarını farklılaştırdığını söyleyen Maas, geleceğin binalarının şeff af olması ve nefes alması gerektiğine dikkat çekiyor.
Kentleşme, nüfus artışı, küçülen aileler, gastronominin yükselişi, sürdürülebilirlik, doğal hayata geri dönüş gibi çok sayıda trendin yaşadığımız evleri ve şehirleri dönüştürdüğü bir dönemde, Maas’a geleceğin şehirlerini, yaratıcılığı ve mimari de sürdürülebilirliği sorduk. Yorumları şöyle:
İnsanların sevmediği bir bina nasıl sürdürülebilir olur?
“Çok sayıda binanın sürdürülebilirlik adına çirkinleştirildiğini görüyoruz; tepelerinde rüzgar değirmenleri ya da güneş panelleri var; veya kötü malzemeler kullanılıyor. Bu sürdürülebilirliğin olabilecek en kötü etkisi. İnsanların sevmediği ya da güzel olmayan bir bina nasıl sürdürülebilir olur? İnsanlar sevmedikleri binaları kullanmaktan vazgeçecekler ve bu binalar boşa gitmiş olacak. Son Paris’teki Pushed Slab ofis binamız hem güzel hem de sürdürülebilir. Bu binayı sürdürülebilir şekilde elde edilen odun ile inşaa ettik. Binanın dışı sayesinde, içinin de ne kadar sürdürülebilir olduğunu gösteriyoruz böylelikle. Sonuçta, sürdürülebilir binaların da sürdürülebilir olmayan binalar kadar güzel olmaları gerekiyor. Güzellikten taviz verilmemeli.”
İnternet yoluyla yaratılan ‘yenilik’
“Mimari sürekli olarak değişiyor. Yaşanan kriz, mimarlık sektöründe farklı etkilere yol açtı; fakat kriz sonrasında insanlar yeniden göz kamaştırıcı ve pahalı binalar istemeye başladılar. Yaşanan değişimin bir diğer nedeni de internet; çünkü herkes her zaman bilgi ve görüntülere ulaşabiliyor. Bir proje hakkında anında bilgi sahibi olabiliyor. Bu da çok sayıda dostça, ya da dostça olmayan kopyalamaya yol açıyor. Bu konuda, Delft Teknik Üniversitesi kapsamında benim yönetmekte olduğum the Why Factory Enstitüsü’nde bir araştırma projesi gerçekleştirdik. Bu ayın sonunda ‘Copy Paste’ (Kopyala Yapıştır) adında bir kitap yayımlanacak. Kitap, mimarlık web sayfaları ve internet yoluyla yaratılan ‘yenilik’ merakını sorguluyor.”
Daha yoğun, daha yeşil, daha iyi yaşam kalitesi sunan şehirler
“Kentleşme, nüfus artışı, küçülen aileler, gastronominin yükselişi, sürdürülebilirlik, doğal hayata geri dönüş gibi trendleri The Why Factory’de araştırıyoruz ve her biri birer kitap olarak yayımlanacak. Bu kitaplar özellikle en uç durumları inceliyor. Asya’daki şehirlerin hem daha yoğun hem de mekansal açıdan daha elverişili olması için bir çözüm olarak sunulan ‘dikey köyler’ bunun bir örneği. Her trendi inceleyeceğiz; fakat asıl gözlemlediğimiz şu: Daha yoğun, daha yeşil, daha iyi yaşam kalitesi, daha çok çeşitlilik ve bireysellik sunan şehirler. Biz iyimseriz ve bunlar geleceğin şehirleri için temennilerimiz. Fakat karamsar olup fakirliği, hizmet eksikliğini, devlet kontrolünü de görebilirsiniz.”
Duyarlılık ve dönüşüme doğru yönelim var
Nanoteknoloji ile binalar hareket edebilecek mi?
“The Why Factory olarak “Barba: Life in a Fully Adaptable Environment” (Barba: Tamamen Esnek bir Ortamda Yaşamak) adında bir kitap daha yayımlayacağız. Bu kitapta, mimaride nanoteknoloji olasılıklarını sorguluyoruz. Binalar hareket edip ve kullanıcıların ihtiyaçları doğrultusunda değişebildiğinde ne olacak? Dolayısıyla bu yönde ve malzemelerde büyük inovasyonlar söz konusu olacak. Otomobillerin hüküm sürdüğü şehirlerimizde, doğa ve kamusal alanı yeninden bir araya getirmeye yönelik güçlü trendler de izliyoruz. Öte yandan, sadece yeni binalar ve şehir planları yapmak yerine, duyarlılık ve dönüşüme doğru bir yönelim gündemde. Tüm bu değişimler, sürdürülebilirlik ve kaynak kullanımı ile yakından ilgili.”
Her ülke kendi cevaplarını bulmalı
“Şişecam Düzcam’ın konuğu olarak İstanbul’a geldiğimde, şehre daha yakından bakma şansım oldu. Türkiye için çok önemli bir zaman. Dünyaya bakıp, diğer ülkelerin şehirleşme süreçlerinde yaptıkları hataları ve başarıları görme zamanı. Nasıl şehirler kurmalıyız? Bu şehirleri kimler kurmalı? Mimarlar sürece dahil olmalı mı? Her ülke örnekleri incelemeli ve kendi cevaplarını bulmalı. Kentsel dönüşüm sürecine yabancı mimarlar da yardım edebilir; ama ülkenin kendi mimarları da dahil olmalı.”
Didem Eryar Ünlü / Dünya