Hasol: Kamu, niteliksiz bina yapıyor
YEM'in Yönetim Kurulu Başkanı, Has Mimarlık'ın sahibi Doğan Hasol, inşaat teknolojileri, mimari ve kentsel yapılar gibi konularda saygın otoritelerden biri..
Kendisiyle hem YEM'i hem de kentlerin yaşadığı imar felaketlerini konuştuk:
YEM'i nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaptığımız iş doğrudan ticaret değil. Yapı Endüstri Merkezi (YEM)?yapı konusunda bilgi merkezidir. Benzerlerimiz yurtdışında vardır. Onlardan esinlendik. 1968'de kurulduk. Daimi sergimiz vardı, sonra başka etkinlikler eklendi. Kurslar, konferanslar, açık oturumlar... İşçi kursları düzenledik. Gezici sergilerle Anadolu'ya gittik. Yapı malzemesini ve teknolojilerini tanıttık.
1973'te yayın etkinlikleri başladı. Yapı dergisini çıkardık. Mimarlık alanındaki en düzenli yayındır. 326. sayısı çıktı. Yapı kataloğunu çıkardık. Kitap yayınlarına başladık. Mimarlık, sanat ve teknik kitaplar yayımladık. 150'ye yakın kitap çıkardık.
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi'nin yayınını yaptık. Osmanlı Mimarisi çıktı, Doğan Kuban'ın hazırladığı. Bunlar uluslararası boyutta yayınlar oldu.
1978'de ilk yapı fuarını Spor Sergi Sarayı'nda açtık. O tarihte uzmanlık fuarları bilinmiyordu. Biz de acemisiydik, firmalar da hazırlıklı değildi. Birlikte öğrenerek düzenledik. Sonra gelişti, bugün 50-60 bin metrekarelik alanda oluyor. Araştırma bölümü YEMAR'ı kurduk. Yılda bir kez sektör raporu çıkarıyor, web sitelerimiz var. (Yapi.com.tr, mimarizm.com.) YEM'in özelliği bu.
Yeni merkeziniz nasıl oldu?
3 bin metrekare. Bin metrekarelik bir etkinlik holümüz var. Sergiler oluyor. Akustik perdeleri kapattığınızda konferans salonu oluşuyor. Bin metrekarelik bir sergileme ve 500-600 kişilik konferanslar yapabiliyoruz. Harbiye'deki yer kiraydı. 40 yıl kaldık.
Sanal mimarlık müzesi nasıl?
Sanal ortamda başlattık. Dünya mimarisi ama Türk mimarisi ağırlıklı. İyiliği şu: Sanal ortamda sergiler açıyoruz ve daha sonra onlar arşive kaldırılıyor. İlgilenen için her an yeniden gezilmesi mümkün, 24 saat açık. YEM Kitapevleri'nde de sanat ve mimarlık kitapları satıyoruz.
YEM nereye gidecek? Ne var önünde?
1968'de burayı kurarken düşündüklerimizin tümünü gerçekleştirdik. Doğrudan ticaret gibi bir amacımız yok. Bunu adeta bir yarı kamu hizmeti gibi yapmayı tasarladık. YEM'in kâr etmesini düşünmüyor muyuz? Tabii düşünüyoruz. Kurumu sürdürmek, daha iyi yayınlar ve daha iyi konferanslar ve daha iyi fuarlar için kârlılık gözetilmeli. Kâr edebiliyoruz, makul ölçülerde.
Ortaklık yapısı nasıl?
YEM, AŞ'dir. 13 kişiyle kurmuştuk, 9 kişi kaldık. Şu anda kuruculardan 4'ü hayatta. Diğerlerinin varisleri var. Hissedarlık tamamen eşittir. Bunu hep koruduk. Ayrılanların hisselerini kalanlara paylaştırdık.
Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği'nin (UICB) üyesiyiz. 6 yıl başkanlığını yaptım. Şu anda birliğin genel sekreteri bizden Barış Onay'dır. Birliğin merkezi de burası oldu.
Türkiye'de inşaat çok gelişti de teknolojinin kullanımında durum nedir?
1999 depremleri kırılma noktası oldu. Bilgiye yönelme başlandı. Mimarlık, mühendislik hizmeti alınmaya başlandı. Türkiye yavaş yavaş bu anlayışa geliyor. Tam bir planlama anlayışımız hala yok. Kararlar hala parsel bazında. İyi mimari projeler bu karmaşa ortamında kayboluyor. Ama inşaatlara bir kalite geldi.
40 yıl önce başladığımızda, malzeme çeşidi az, kalitesi zayıftı. Doğru dürüst yerli üretim de yoktu. Çanakkale Seramik beyaz seramik üretirdi, renklisi ithalatla gelirdi. Yıllar içinde yapı malzemesi sanayi kendisi çok iyi geliştirdi. Avrupa'nın önde gelen üreticilerinden olduk.
Kamu, niteliksiz bina yapıyor
Kamu da bina yapıyor, nasıl buluyorsunuz?
Özel kesime örnek oluşturması gereken kamu yapıları özelin gerisinde. Bir mimarlık politikası yok. Ülkeler bu işin kurallarını koyuyorlar. Fransız mimarlık yasası, mimarlık kültürünün bir ifadesidir diye başlıyor. Biz oraya gelemedik. Finlandiya'nın bir mimarlık politikası var. Kamu binalarının nasıl yapılacağına mimari kriterler koymuşlar. Niteliksiz kamu binaları yapılıyor. Kamunun buna hakkı yok.
Gecekondu yağması sanki biraz durdu...
Evet, eskisi kadar değil. Masum bir olguydu, zaman içinde yap-sat sistemi girdi ve rant kapısı oldu. Tek katlı gecekondular apartmana dönüştü, felaket geldi. Dönüşüm projeleri yapılıyor. Orada da 4 katlı gecekondulu adama 4 daire vermek gerektiğinden maliyeti en aza indirmek uğruna çok yoğun yapılaşmalara gidiliyor.
Gökdelende konut 1950'den kalma
Doğan bey, doğrusu nedir? Binalar yukarı doğru mu gitmeli?
Yukarı doğru gitmek iyi bir şey değil. İkinci Dünya Savaşı bitti, konut açığı çıktı. O zaman hızlı yapılaşmaya gittiler. Fransa konut blokları inşa etti. Sonra fark ettiler ki insanlar mutlu değil, dinamitleyerek yıktılar. Daha alçak ve insani ölçekte binalar yaptılar. Şimdi biz 1950'ler Avrupası'nın yaptığını yapmaya çalışıyoruz.
Herkes emsalin artırılması peşinde. İronik bir şekilde, `Yeşil alan ileride üzerine gökdelen dikilmek üzere muhafaza edilen alandır' diyordum. Öyle de oldu. Levent'e bakalım. İbrahim Bodur'un binası çok büyük görünüyordu, küçük bina kaldı. Eğer yıkmayacaklarsa vallahi bravo. Gökdelen yarışına girdiğiniz zaman yüksek daha yüksek... Gökdelen sevdası var. Antenleri, kuleleri sayıyorlar.
Yapıda, mimaride iş nereye doğru gidiyor?
Ekoloji konusu ağırlık kazanmaya başladı. Geleceğin yapıları daha az enerji tüketen, hattâ kullanacağı enerjiyi üreten, güneş ışınlarından yararlanan, dönüştürülebilir malzeme kullanan türden olacak. YEM, bir bilgi merkezi olarak bu teknolojilerin de merkezinde yer almayı hedefliyor.
Sizin mimarlık büronuz da var...
Eşim ve kızımla yürüttüğümüz bir iş. Biz ailecek İTÜ'lüyüz. Saat 2'ye kadar Has Mimarlık'tayım, sonra burada. Son zamanlarda bitirdiğimiz iki önemli yapı var. Anadolu Hastanesi ve bir de Efes'in projesini yaptık. Gerçekleştirdiğimiz ödüllü projelerimiz oldu. Bodrum Yalıkavak'ta tümüyle İngilizlere satılan bir projemiz oldu. İngiltere'de iki ödül kazandı. İTÜ'de Maslak Kampüsü için bir ekoyapı tasarladık, ödül aldık.
Çalışmaya devam mı?
Daha yorulmadım, keyifle yapıyorum. Orada da burada çok iyi yetişmiş bir kadro var ve YEM yetişmiş insan gücüyle ayakta. Mimarlık bürosunda 20 kişiyiz. YEM'de 90 civarında kişi çalışıyor. İşleri onlar yapıyorlar, aferini ben alıyorum.
Japonya'da güneşi kapatan yüksek tazminat öder
Eskiden gecekondu yağması vardı, durdu gibi ama şimdi de şirketler istedikleri yerde imar koparıp inşaat yapıyor. Hatta bazıları başkalarının hakkına da riayet etmiyor. Çevresinin önünü, manzarasını, güneşini kapatıyor...
Japonya'da `Güneş Hakkı' denen bir şey var. Gökdelen yapacaklar çevredekilere ciddi bir bedel ödüyor. Yüksek yapı yaptığınızda komşularınızın güneş almasını engelliyorsunuz. Onlara daha işe başlamadan bir bedel ödüyorsunuz.
Çünkü güneşleri kapanınca bir kere ısınma masrafları artıyor, tazminat veriyorlar. Japonya'da gökdelen yapacak olan dünya kadar tazminat ödemeyi göze almak zorunda. Güneş Hakkı bedeli öyle yüksek ki kimi zaman gökdelen yapacakları caydırabiliyor.
Metrosuz gökdelen olmaz
Peki gökdelenlerin bir bölgede toplanması mantıklı mı?
Gökdelenler bölgesi olur. Ama bunu bilimsel şekilde saptamak gerekir. Üsküdar'dan baktığınızda Şişli üzerinde çıkıntılar görüyorsunuz. Caydırıcı rakamlar olmazsa parayı veren yapar. Plan geleceği planlamak için yapılır. Şu anda birçok yapının planda yerini gösteremezsiniz.
Metrosu olmayan şehrin gökdeleni olmaz. Bizde kaldırımı olmayan gökdelenler var. Kentin belirli bölümlerinin nasıl şekilleneceğine karar vermek lazım. Daha sonra da parsel bazında yapılan imar çalışması gelir. Kentsel tasarım atlanıyor. `Tamam, sen burada şu kadar emsalle yüksel' deniliyor. Para esas mesele bu olunca yoğunluğu artırıyorsunuz.
Şehirlerimizin geleceğini siyasetçinin görgü düzeyi belirliyor
Kamunun kentlerde imar planlaması yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün büyük şehirler nüfus artışı ve kentleşmenin baskısı altında boğuluyor. Yapılaşma yoğunlaşırken yeşil yok ediliyor. Hükümet'in 2B ısrarıyla Orman Arazileri yasası yeniden değiştirildi. İktidar kamu arsalarını, yoğunlaştırılmış imar durumlarıyla taçlandırarak satıyor. Bu tür uygulamalarla devlet neredeyse, arazi spekülatörü konumuna getirildi.
Belediyeler plan yerine plan değişikliği yapmayı seviyor. Şehirciliğe, mimarlığa siyasetçiler egemen... Şehirlerimizin geleceğini ve görünümünü ne yazık ki onların bilgi ve görgü düzeyi belirliyor. Şehirlerin karakterini, kimliğini yitirmesi, ulaşımın ve altyapının içinden çıkılmaz hale gelmesi umurlarında değil. Tek amaç: Para!.. İmar haklarını paraya dönüştürme hırsı...
Gökdelen alanına dönüştürülen yeşil alanlar, emsal değişiklikleriyle artırılan yapılaşma yoğunlukları, korunması gerekli yapıların yıkılmasına, yok edilmesine göz yummalar... Bunlar belediyelerin normal, doğal uğraşı alanları oldu.
İşin bir de tarihi boyutu var...
Tarihsel varlıklar yok ediliyor. İstanbul Sultanahmet'te Bizans Sarayı kalıntıları üzerine otel yapılabiliyor. Biliyorsunuz, yılın son günlerinde Milliyet gazetesi Beşiktaş'taki, erken Cumhuriyet dönemi endüstriyel mimarlık örneği yapılardan Austro-Türk Tütün Deposu'nun yıkılması olayını kamuoyu gündemine taşıdı.
Mecidiyeköy'deki Tekel Likör Fabrikası arsası erken Cumhuriyet dönemi mirası. Yerine kule rezidans yapılacak. Kadıköy-Göztepe'de Emin Onat'ın yapısı Hâzik Ziyal Villası da ranta kurban edildi. İstanbul'un renklerinden Sulukule, `soylulaştırma' kurbanı. Projeye göre Sulukule yenilenecek; ancak orada yapılacak evlerde Sulukuleliler oturmayacak!.. Romanlara uygulanan çağdışı bir çeşit zorunlu göç bu.
Bir de bu çevresi yüksek duvarlı siteler var. Bunlar neyi yansıtıyor?
Dışa kapalı siteler toplumu ayrıştırıyor. Kule rezidanslar, yazlık yörelerde ikinci konutlar vb... Bu tür konutların sözümona "batılı yaşam"ı çağrıştıran tuhaf adlandırmaları sürüp gidiyor. Dumankaya Vizyon, Sapphire, Oksizen, Dilman Towers, Anthill, Folkart Narlıdere, Folkart Mavişehir, Elysium Fantastic, L'Ist İstinye, Ottomanors, Gardens of Babylon, Trump Tower Şişli, Checklife, Levent Loft Bahçe, Selenium Twins, Royal Residance, Dream Village...
Kamu kurumları, Selçuk ve Osmanlı tarzını taklitle diriltme çabasında. Bu yoz anlayışın örneklerini yapılmakta olan adalet saraylarında görmek mümkün.
Milliyet
YEM'i nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaptığımız iş doğrudan ticaret değil. Yapı Endüstri Merkezi (YEM)?yapı konusunda bilgi merkezidir. Benzerlerimiz yurtdışında vardır. Onlardan esinlendik. 1968'de kurulduk. Daimi sergimiz vardı, sonra başka etkinlikler eklendi. Kurslar, konferanslar, açık oturumlar... İşçi kursları düzenledik. Gezici sergilerle Anadolu'ya gittik. Yapı malzemesini ve teknolojilerini tanıttık.
1973'te yayın etkinlikleri başladı. Yapı dergisini çıkardık. Mimarlık alanındaki en düzenli yayındır. 326. sayısı çıktı. Yapı kataloğunu çıkardık. Kitap yayınlarına başladık. Mimarlık, sanat ve teknik kitaplar yayımladık. 150'ye yakın kitap çıkardık.
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi'nin yayınını yaptık. Osmanlı Mimarisi çıktı, Doğan Kuban'ın hazırladığı. Bunlar uluslararası boyutta yayınlar oldu.
1978'de ilk yapı fuarını Spor Sergi Sarayı'nda açtık. O tarihte uzmanlık fuarları bilinmiyordu. Biz de acemisiydik, firmalar da hazırlıklı değildi. Birlikte öğrenerek düzenledik. Sonra gelişti, bugün 50-60 bin metrekarelik alanda oluyor. Araştırma bölümü YEMAR'ı kurduk. Yılda bir kez sektör raporu çıkarıyor, web sitelerimiz var. (Yapi.com.tr, mimarizm.com.) YEM'in özelliği bu.
Yeni merkeziniz nasıl oldu?
3 bin metrekare. Bin metrekarelik bir etkinlik holümüz var. Sergiler oluyor. Akustik perdeleri kapattığınızda konferans salonu oluşuyor. Bin metrekarelik bir sergileme ve 500-600 kişilik konferanslar yapabiliyoruz. Harbiye'deki yer kiraydı. 40 yıl kaldık.
Sanal mimarlık müzesi nasıl?
Sanal ortamda başlattık. Dünya mimarisi ama Türk mimarisi ağırlıklı. İyiliği şu: Sanal ortamda sergiler açıyoruz ve daha sonra onlar arşive kaldırılıyor. İlgilenen için her an yeniden gezilmesi mümkün, 24 saat açık. YEM Kitapevleri'nde de sanat ve mimarlık kitapları satıyoruz.
YEM nereye gidecek? Ne var önünde?
1968'de burayı kurarken düşündüklerimizin tümünü gerçekleştirdik. Doğrudan ticaret gibi bir amacımız yok. Bunu adeta bir yarı kamu hizmeti gibi yapmayı tasarladık. YEM'in kâr etmesini düşünmüyor muyuz? Tabii düşünüyoruz. Kurumu sürdürmek, daha iyi yayınlar ve daha iyi konferanslar ve daha iyi fuarlar için kârlılık gözetilmeli. Kâr edebiliyoruz, makul ölçülerde.
Ortaklık yapısı nasıl?
YEM, AŞ'dir. 13 kişiyle kurmuştuk, 9 kişi kaldık. Şu anda kuruculardan 4'ü hayatta. Diğerlerinin varisleri var. Hissedarlık tamamen eşittir. Bunu hep koruduk. Ayrılanların hisselerini kalanlara paylaştırdık.
Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği'nin (UICB) üyesiyiz. 6 yıl başkanlığını yaptım. Şu anda birliğin genel sekreteri bizden Barış Onay'dır. Birliğin merkezi de burası oldu.
Türkiye'de inşaat çok gelişti de teknolojinin kullanımında durum nedir?
1999 depremleri kırılma noktası oldu. Bilgiye yönelme başlandı. Mimarlık, mühendislik hizmeti alınmaya başlandı. Türkiye yavaş yavaş bu anlayışa geliyor. Tam bir planlama anlayışımız hala yok. Kararlar hala parsel bazında. İyi mimari projeler bu karmaşa ortamında kayboluyor. Ama inşaatlara bir kalite geldi.
40 yıl önce başladığımızda, malzeme çeşidi az, kalitesi zayıftı. Doğru dürüst yerli üretim de yoktu. Çanakkale Seramik beyaz seramik üretirdi, renklisi ithalatla gelirdi. Yıllar içinde yapı malzemesi sanayi kendisi çok iyi geliştirdi. Avrupa'nın önde gelen üreticilerinden olduk.
Kamu, niteliksiz bina yapıyor
Kamu da bina yapıyor, nasıl buluyorsunuz?
Özel kesime örnek oluşturması gereken kamu yapıları özelin gerisinde. Bir mimarlık politikası yok. Ülkeler bu işin kurallarını koyuyorlar. Fransız mimarlık yasası, mimarlık kültürünün bir ifadesidir diye başlıyor. Biz oraya gelemedik. Finlandiya'nın bir mimarlık politikası var. Kamu binalarının nasıl yapılacağına mimari kriterler koymuşlar. Niteliksiz kamu binaları yapılıyor. Kamunun buna hakkı yok.
Gecekondu yağması sanki biraz durdu...
Evet, eskisi kadar değil. Masum bir olguydu, zaman içinde yap-sat sistemi girdi ve rant kapısı oldu. Tek katlı gecekondular apartmana dönüştü, felaket geldi. Dönüşüm projeleri yapılıyor. Orada da 4 katlı gecekondulu adama 4 daire vermek gerektiğinden maliyeti en aza indirmek uğruna çok yoğun yapılaşmalara gidiliyor.
Gökdelende konut 1950'den kalma
Doğan bey, doğrusu nedir? Binalar yukarı doğru mu gitmeli?
Yukarı doğru gitmek iyi bir şey değil. İkinci Dünya Savaşı bitti, konut açığı çıktı. O zaman hızlı yapılaşmaya gittiler. Fransa konut blokları inşa etti. Sonra fark ettiler ki insanlar mutlu değil, dinamitleyerek yıktılar. Daha alçak ve insani ölçekte binalar yaptılar. Şimdi biz 1950'ler Avrupası'nın yaptığını yapmaya çalışıyoruz.
Herkes emsalin artırılması peşinde. İronik bir şekilde, `Yeşil alan ileride üzerine gökdelen dikilmek üzere muhafaza edilen alandır' diyordum. Öyle de oldu. Levent'e bakalım. İbrahim Bodur'un binası çok büyük görünüyordu, küçük bina kaldı. Eğer yıkmayacaklarsa vallahi bravo. Gökdelen yarışına girdiğiniz zaman yüksek daha yüksek... Gökdelen sevdası var. Antenleri, kuleleri sayıyorlar.
Yapıda, mimaride iş nereye doğru gidiyor?
Ekoloji konusu ağırlık kazanmaya başladı. Geleceğin yapıları daha az enerji tüketen, hattâ kullanacağı enerjiyi üreten, güneş ışınlarından yararlanan, dönüştürülebilir malzeme kullanan türden olacak. YEM, bir bilgi merkezi olarak bu teknolojilerin de merkezinde yer almayı hedefliyor.
Sizin mimarlık büronuz da var...
Eşim ve kızımla yürüttüğümüz bir iş. Biz ailecek İTÜ'lüyüz. Saat 2'ye kadar Has Mimarlık'tayım, sonra burada. Son zamanlarda bitirdiğimiz iki önemli yapı var. Anadolu Hastanesi ve bir de Efes'in projesini yaptık. Gerçekleştirdiğimiz ödüllü projelerimiz oldu. Bodrum Yalıkavak'ta tümüyle İngilizlere satılan bir projemiz oldu. İngiltere'de iki ödül kazandı. İTÜ'de Maslak Kampüsü için bir ekoyapı tasarladık, ödül aldık.
Çalışmaya devam mı?
Daha yorulmadım, keyifle yapıyorum. Orada da burada çok iyi yetişmiş bir kadro var ve YEM yetişmiş insan gücüyle ayakta. Mimarlık bürosunda 20 kişiyiz. YEM'de 90 civarında kişi çalışıyor. İşleri onlar yapıyorlar, aferini ben alıyorum.
Japonya'da güneşi kapatan yüksek tazminat öder
Eskiden gecekondu yağması vardı, durdu gibi ama şimdi de şirketler istedikleri yerde imar koparıp inşaat yapıyor. Hatta bazıları başkalarının hakkına da riayet etmiyor. Çevresinin önünü, manzarasını, güneşini kapatıyor...
Japonya'da `Güneş Hakkı' denen bir şey var. Gökdelen yapacaklar çevredekilere ciddi bir bedel ödüyor. Yüksek yapı yaptığınızda komşularınızın güneş almasını engelliyorsunuz. Onlara daha işe başlamadan bir bedel ödüyorsunuz.
Çünkü güneşleri kapanınca bir kere ısınma masrafları artıyor, tazminat veriyorlar. Japonya'da gökdelen yapacak olan dünya kadar tazminat ödemeyi göze almak zorunda. Güneş Hakkı bedeli öyle yüksek ki kimi zaman gökdelen yapacakları caydırabiliyor.
Metrosuz gökdelen olmaz
Peki gökdelenlerin bir bölgede toplanması mantıklı mı?
Gökdelenler bölgesi olur. Ama bunu bilimsel şekilde saptamak gerekir. Üsküdar'dan baktığınızda Şişli üzerinde çıkıntılar görüyorsunuz. Caydırıcı rakamlar olmazsa parayı veren yapar. Plan geleceği planlamak için yapılır. Şu anda birçok yapının planda yerini gösteremezsiniz.
Metrosu olmayan şehrin gökdeleni olmaz. Bizde kaldırımı olmayan gökdelenler var. Kentin belirli bölümlerinin nasıl şekilleneceğine karar vermek lazım. Daha sonra da parsel bazında yapılan imar çalışması gelir. Kentsel tasarım atlanıyor. `Tamam, sen burada şu kadar emsalle yüksel' deniliyor. Para esas mesele bu olunca yoğunluğu artırıyorsunuz.
Şehirlerimizin geleceğini siyasetçinin görgü düzeyi belirliyor
Kamunun kentlerde imar planlaması yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün büyük şehirler nüfus artışı ve kentleşmenin baskısı altında boğuluyor. Yapılaşma yoğunlaşırken yeşil yok ediliyor. Hükümet'in 2B ısrarıyla Orman Arazileri yasası yeniden değiştirildi. İktidar kamu arsalarını, yoğunlaştırılmış imar durumlarıyla taçlandırarak satıyor. Bu tür uygulamalarla devlet neredeyse, arazi spekülatörü konumuna getirildi.
Belediyeler plan yerine plan değişikliği yapmayı seviyor. Şehirciliğe, mimarlığa siyasetçiler egemen... Şehirlerimizin geleceğini ve görünümünü ne yazık ki onların bilgi ve görgü düzeyi belirliyor. Şehirlerin karakterini, kimliğini yitirmesi, ulaşımın ve altyapının içinden çıkılmaz hale gelmesi umurlarında değil. Tek amaç: Para!.. İmar haklarını paraya dönüştürme hırsı...
Gökdelen alanına dönüştürülen yeşil alanlar, emsal değişiklikleriyle artırılan yapılaşma yoğunlukları, korunması gerekli yapıların yıkılmasına, yok edilmesine göz yummalar... Bunlar belediyelerin normal, doğal uğraşı alanları oldu.
İşin bir de tarihi boyutu var...
Tarihsel varlıklar yok ediliyor. İstanbul Sultanahmet'te Bizans Sarayı kalıntıları üzerine otel yapılabiliyor. Biliyorsunuz, yılın son günlerinde Milliyet gazetesi Beşiktaş'taki, erken Cumhuriyet dönemi endüstriyel mimarlık örneği yapılardan Austro-Türk Tütün Deposu'nun yıkılması olayını kamuoyu gündemine taşıdı.
Mecidiyeköy'deki Tekel Likör Fabrikası arsası erken Cumhuriyet dönemi mirası. Yerine kule rezidans yapılacak. Kadıköy-Göztepe'de Emin Onat'ın yapısı Hâzik Ziyal Villası da ranta kurban edildi. İstanbul'un renklerinden Sulukule, `soylulaştırma' kurbanı. Projeye göre Sulukule yenilenecek; ancak orada yapılacak evlerde Sulukuleliler oturmayacak!.. Romanlara uygulanan çağdışı bir çeşit zorunlu göç bu.
Bir de bu çevresi yüksek duvarlı siteler var. Bunlar neyi yansıtıyor?
Dışa kapalı siteler toplumu ayrıştırıyor. Kule rezidanslar, yazlık yörelerde ikinci konutlar vb... Bu tür konutların sözümona "batılı yaşam"ı çağrıştıran tuhaf adlandırmaları sürüp gidiyor. Dumankaya Vizyon, Sapphire, Oksizen, Dilman Towers, Anthill, Folkart Narlıdere, Folkart Mavişehir, Elysium Fantastic, L'Ist İstinye, Ottomanors, Gardens of Babylon, Trump Tower Şişli, Checklife, Levent Loft Bahçe, Selenium Twins, Royal Residance, Dream Village...
Kamu kurumları, Selçuk ve Osmanlı tarzını taklitle diriltme çabasında. Bu yoz anlayışın örneklerini yapılmakta olan adalet saraylarında görmek mümkün.
Milliyet