22 / 12 / 2024

Kanal İstanbul su kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar verebilir!

Kanal İstanbul su kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar verebilir!

Kanal İstanbul planını değerlendiren Prof. Dr. Doğanay Tolunay, projenin İstanbul’un su kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar vereceğini, “İstanbul’un geleceği söz konusu. Bilimin ışığında ilerleyin” dedi...



Yaratacağı talan sebebiyle bilim insanlarının karşı çıktığı Kanal İstanbul’u İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay değerlendirmede bulunudu.

Kanalın Sazlıdere Barajı’na ve Terkos Gölü’ne vereceği zararlar üzerinde duran Tolunay, su krizine dikkat çekerek İstanbul’un bu riskleri alacak gücü olmadığını ifade ediyor. Kıyı dolgusunun deniz ekosistemine de zarar vereceğini söyleyen Tolunay, çıkarılan hafriyatın doğu malzemesi olmaktan uzak olduğunu, bunun da yeni taşocakları açılması riskini gündeme getirdiğini ifade ediyor.

Kanal İstanbul su kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar verebilir!

BirGün Gazetesi’nden Demet Sargın’ın, Prof. Dr. Doğanay Tolgun ile Kanal İstanbul üzerine gerçekleştirdiği röportajı: 

Kanal İstanbul Sazlıdere Barajı’nı tamamen yok ediyor ve Terkos’u da büyük riske atıyor. Terkos’a nasıl riskler yaratıyor kanal inşaatı?

Kanal İstanbul’un Karadeniz girişi Terkos’un su yüzeyine sadece 500-600 metre uzaklıkta. Sazlıdere Barajı’nı ise tamamen yok ederek, Küçükçekmece Gölü’nden Marmara Denizi’ne bağlanıyor kanal. Bunun inşaat süresinde ve sonrasında çeşitli etkileri olmasını bekliyoruz. Zaten Sazlıdere yok oluyor. Bu barajın 55 milyon metreküplük su tutma kapasitesi var. Bu da İstanbul’un aşağı yukarı 20-25 günlük bir su ihtiyacına karşılık geliyor. Yani çok önemli bir baraj Sazlıdere.

Gelelim Terkos meselesine. Herhangi bir suyun bu kadar yakınına bir hendek kazdığınızda yani bir çukur alan yarattığınızda çevresinden hendek kısmına doğru su akar. Buna drenaj kanalı diyoruz. Terkos’da da durum bu. Kazı sırasında Terkos Gölü’nden ve yeraltı sularından kanala su akışı olur. Hatta ÇED raporunda çevresi tamamen su geçirmez beton taş ya da insan yapımı materyalle kaplandığı zaman da birkaç yüz bin metreküp suyun akışının olacağı söyleniyor. Yani bu durum en kazasız normal şartlarda oluşacak durum. Bir de kaza riski var. Kanalın deniz seviyesinden 25 metre kadar kazılacak, yerine göre taş dolgu üstüne betonla bağlanacak, bazı yerlerde 1 metre kalınlığında insan yapımı malzemeyle tabanı ve yan çeperleri kaplanacak. Herhangi bir kaza yaşanır ve bu betonarme yapılar kırılırsa tuzlu su sızarak yeraltı sularını kirletebilir.

Kanaldan çıkacak hafriyat da ayrı bir kirletici olacak. Hafriyatların taşınacağı kamyonların sebep olacağı toz, çıkaracağı egzoz bile o bölgede büyük bir kirliliğe sebep olacak.

Peki Kanal faaliyete geçtikten sonra neler olur Terkos’a?

Kanaldan 2070 yılında, yılda toplam 86 bin gemi geçeceği söyleniyor. Bu bugün boğazdan geçen gemilerin bile 2 katı. Yani inandırıcı değil. Ama diyelim ki 86 bin gemi geçti. Bu gemilerin birkaç tane olan bekleme alanlarından biri Terkos’un açıklarında. Gemilerin bacalarından kirletici emisyon olacak. çıkacak. Çok yakında kirletici diğer kaynak olan İstanbul Havaalanı var.

Diğer bir risk ise hafriyat. Bu hafriyatla 38 km uzunluğunda kıyı dolgusu yapılacağı söyleniyor. Bu dolgulardan biri Terkos Gölü’nün ön tarafına denk geliyor. Buraya da rekreasyon alanı yani piknik-eğlence alanı yapılacağı ifade ediliyor. Ama şu an orası korunan bir alan. Kumul alanları var. Üzerinde endemik hassas türler var. Bunlar dolgu altında kalacak. En sıkı koruma statüsü olan muhafaza ormanı dediğimiz orman var. Oraya insan girişi bile yasak. Oraya rekreasyon alanı yaparsanız yoğun bir insan girişi olur. Bunun ne kadar büyük bir kirliliğe yol açacağını bilmiyoruz.

Terkos’un su miktarı azaldı, kanal daha da azaltacak. Çünkü Terkos’un su toplama havzasının içine havaalanı yaptık. Dolayısıyla su toplama havzasının yüzeyi küçüldü. Kanal İstanbul’la birlikte yüzeyi yüzde 3 küçülecek, kaçaklar, drenaj kanalları derken su daha da azalacak. Bunun üstüne bir de işletme sırasında oluşacak kirlilik de Terkos’un suyunu etkileyecek. O zaman da Terkos elden çıkar.

Muhafaza ormanı bir yönüyle Terkos’u koruyor. Yok olunca neler olur?

Muhafaza ormanı Terkos’u gerisindeki kumul alandan koruyor. Rüzgârlar sebebiyle taşınacak olan kumlar gölü doldurmasın diye yıllar önce ağaçlandırılmış bir orman burası. Yok edilirse Terkos Gölü kumla dolma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Buradaki kumul ağaçlandırmasının bir kısmını kaybedeceğiz. Orada nadir bulunan türler ve habitatlar var. Kum zambağı var. Hepsi kıyı dolgusu altında kalacak.

İstanbul’un, su kaynakları konusunda bu riskleri alacak gücü var mı?

İstanbul su açısından tarih boyunca şanssız bir coğrafya oldu. İstanbul’un 1 yılda tükettiği toplam su miktarı 1 milyar metreküpü geçti. TÜİK’in resmi İstanbul nüfusunu aldım ve yıllık su tüketim miktarlarına bu sayıyı oranladığımda 2006 yılında yaklaşık olarak 110 metreküp kişi başına su tüketimi ortaya çıkıyor. Bu 2018’de 150 metreküpe çıkmış.

En büyük sorunlardan bir tanesi İstanbul’da barajlardan çıkan suyun evlere ulaşana kadar kaybolması. Kayıp su diyoruz buna. Bu kaybın nedenleri de teknik nedenler oluyor, şebeke arızası, sızıntı gibi. Bu oran çok yüksek. En son 2018’de yüzde 22’ye indirilmiş. Toplam da 200-220 milyon metreküp civarında bir su ediyor. Bu da İstanbul’un Ömerli Barajı’nda 1 yılda toplanan su miktarına karşılık geliyor.

Kayıp suyu da eklediğimizde İstanbul’da kişi başına günlük su tüketimi 190 litreye çıkıyor. Bu normal bir değer. Gelişmiş ülkelerde bu rakam 250 litreler civarındadır. Bu değerleri alıp gelecekteki İstanbul’un nüfusu ne olabilir diye baktığımızda şu çıkıyor:

TÜİK’in resmi rakamlarına göre 2025 yılında İstanbul’un nüfusu 16 milyon 700 bin. Buna göre bu yıllarda İstanbul’da yıllık su tüketimi 1.1 milyar metreküp oluyor. İstanbul’a getirilen suyun toplamı ise 1 milyar 65 milyon metreküp. Bir de gelişmeye bağlı olarak su tüketiminin arttığını ve kayıp suyun azalmadığını düşünürsek artık İstanbul’un mevcut su kapasitesi yetmez duruma gelir.
Tüm bunlara ek bir de iklim krizi var. Kuraklık sebebiyle yağışlar azalıyor, sıcaklık sebebiyle sular buharlaşıyor.

Bu şekilde düşünürsek su krizine çok daha erken girebiliriz.

Melen Barajı çözüm olur mu?

Diyelim ki Melen yapıldı. 700 milyon metreküp civarında suyun İstanbul’a aktarması planlanıyor. Peki 2050 yılında İstanbul’un nüfusu ne olacak? 2050 yılı için İstanbul çevre düzeni planında 3 senaryo var. Ben ortalama olanını alarak bir hesap yaptım. Buna göre nüfus 2050’de 26.6 milyon oluyor. Günlük kişi başı kullanım kayıp sularla beraber 240 litre olursa su tüketimi 2.3 milyar metreküp olur. O zaman işte Melen de yetmez. Su kullanımı 250 litreye çıkarsa çok daha önceden yetmez. İşin içine iklim krizini de koyarsak İstanbul’un her zaman su sıkıntısı olacağı ortada.

Ne yapmak lazım?

Öncelikli olarak İstanbul’un kendi su kaynaklarına sahip çıkması lazım. Taşıma suyla değirmen dönmez. Diğer illerden getirilen sularda, orada yaşayan insanların da hakkı var, oradaki ekosistemin de bu suya ihtiyacı var. Bu yüzden kendi su kaynaklarımızı korumalıyız. Ömerli’yi kötü kullandık. Formüle 1 pisti yaptık, su toplama havzasını daralttık, şimdi kullanmıyoruz bile. Elmalı su havzasının içine keserek kent ormanı yaptık. Alibeyköy barajı yine aynı. Oralara insanın girmemesi lazım. Yapılaşma olmamalı. Küçükçekmece Gölü’nü kirlilik sebebiyle kaybettik. Büyükçekmece Gölü araç trafiği kirliliğine maruz kaldı. Dolayısıyla korumuyoruz. Yapmamız gereken su kaynaklarımızı korumak. Buna Sazlıdere de dahil. Ayrıca İstanbul artık nüfus olarak doyum noktasında, yerleşim alanları da doyumda. Artık ormanlara yerleşimler yapılmaya başlandı. Dolayısıyla İstanbul’u daha da büyütecek projelerden vazgeçilmesi gerekiyor. Çok klişedir ama nüfusu Anadolu’da tutup ortalarda cazibe merkezleri oluşturmak zorundayız. Ama, Kanal çevresine 500 bin kişilik yeni yerleşimlerin yapılacağı söyleniyor. Bu insanların dışardan geldiğini düşünürsek, su tüketimi daha da artacaktır. Buralarda villalar yapılırsa, havuzlar çim sulamaları derken, su tüketimi daha da büyük boyutlara ulaşır. Bu çok tehlikeli.

Peki tarım alanlarının kaybı nasıl etkiler şehri?

Kanalın doğrudan etkileyeceği alanda 3 bin 500 hektar tarım alanı gidiyor. Genel olarak baktığımızda da İstanbul’da tarım alanları sürekli azalıyor. Şu anda 70 bin hektar civarında. Genelde de Çatalca ve Silivri’de toplanmış durumda. Buradaki tarımsal üretimin İstanbul’un gıda ihtiyacını karşılama şansı yok. Bu yüzden tarım alanlarına sahip çıkmamız gerekiyor. Hele de iklim krizi gelecekte büyük bir gıda kıtlığın sinyalini verirken! “Kanal İstanbul’un getireceği ekonomik gelir yanında 3 bin hektar tarım alanı nedir ki?” diyenler olabilir ama 3 bin hektar kanal için, bir hektar Melen için, biraz otoyol için, köprü için termik santral için derken bu alanları kaybederiz. Bu nedenle tüm ülkedeki tarım alanlarına bütüncül bakmalıyız.

Kanalın inşası sırasında çıkan hafriyatların kıyı dolgusunda kullanılacağını söyledik. Bunun deniz ekosistemine etkisi ne olur?

Balıkçılık yapılan yerlere kıyı dolgusu yapacaklar. Niye buralarda balıkçılık yoğun diye baktığımızda da buraların İstanbul’un deniz yaşamının nispeten daha temiz kalan yerleri olduğunu görürüz. Balıklar buralarda yuvalıyor, yumurtalıyor. Taş ağırlıklı toprak denize döktüğünüz zaman su bulanıklaşacak, çamurlu su etrafa yayılacak ve deniz dibine çökecek. Deniz bitkilerinin üzerinin, balık yuvalarının çamurla kaplanmasına sebep olur bu. Balıkların solungaçları çamurlarla tıkanır, yani balıklar ölür. Öte yandan dökülen hafriyat Karadeniz akıntılarıyla İstanbul Boğazı’na ve kanaldan Marmara denizine kadar ulaşabilir. Bu da kirliliğe sebep. Deniz canlıları açısından çok kötü. Terkos açıklarındaki deniz aynı zamanda balıkçılık açısından da oldukça önemli. Kıyı dolgusundan sonra buralarda balıkçılık yapılamaz hale gelebilir.

Çıkarılacak malzeme yapısal olarak dolguya uygun mu peki?

Denize döküldüğünde ayrışmayacak hafriyat çıkması lazım. Ama kanaldan çıkacak kayalar bunun için uygun değil. Kireçtaşı olanlar var, alüvyal malzemeler var. Büyük çoğu toprak. Dolgu için uygun değil. E haliyle kayalara ihtiyaç duyulacak. İhtiyaç olan kayayı, taşı nereden bulacaklar? Yakın çevrelerde taşocağı açarak temin edecekler. ÇED raporunda mevcut ocaklardan sağlanacağı yazıyor ama yetmediğinde yenilerini açacaklar Kuzey Ormanları dediğimiz yakın yerlerde. Aynı zamanda beton ve çimento yapılması gerekiyor. Beton bloklar dökülecek. Dalgakıranlar, limanlar yapılacak. Dolayısıyla, daha fazla taş, kaya gerekecek.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bu kadar önemli, İstanbul’un geleceğini etkileyecek projede farklı görüşler var. Şunun yapılmasını isterim ben; ÇED raporunu hazırlayanlar, bu projeye ‘Doğrudur’ diyen bilim insanları ve ‘Hayır’ diyenler buluşturulsun. Bu yatırıma başlamadan önce etkileri etraflıca konuşulsun uzmanlık alanlarına göre. Projenin, İstanbul’un karasal ekosistemine, sulak alanlarına; denizine, kıyısına, havasına olumsuz etkide bulunacağını söylüyorum ben, acaba savunanlar bunu nasıl açıklıyor? Dinlemek isterim. Yaparım-yaptırmam çerçevesinde ilerleyecek kadar basit bir konu değil bu. İstanbul’un geleceği söz konusu. Bilimin ışığında ilerlenmesi gerekiyor.


Geri Dön