30 / 11 / 2024

Kimlikli ve sağlıklı kentlere ihtiyacımız var!

Kimlikli ve sağlıklı kentlere ihtiyacımız var!

Zaman Gazete Yazarı Bekir Parlak, deprem ve kentsel dönüşüm ile ilgili yasal düzenlemeleri anlatıyor. İşte o yazı!





Nihayet Türkiye, kapsamlı ve kararlı bir kentleşme politikasına imza atmaya hazırlanıyor. Gerçi yasal ve formel olarak bu imzalar atıldı.


"Kentsel dönüşüm yasası" diye anılan 6306 sayılı "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun", 16 Mayıs'ta TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmesinin ardından 31 Mayıs 2012 tarihinde Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Bundan sonrasını hep birlikte göreceğiz. Baştan şunu teslim etmek gerekir ki, bu yasa ve bu niyet hakikaten "dönüşüm" denilecek bir büyük değişme ve gelişmeyi başlatma iddiasıyla ortaya konulmuştur.


Türkiye'de yaklaşık 20 milyon konut stoku bulunmakta. Bunun 5 milyonluk kısmı 1999 depreminden sonra deprem güvenliği mevzuatına uygun olarak inşa edildi. Hatta bu konutların takribi yüzde 10'luk bir bölümünü de (500 bin konut)  TOKİ  eliyle devlet gerçekleştirdi. Toplam konut stokunun 5 milyonluk diğer bir bölümü yıkılma ihtiyacı kesin olmayan, depreme dayanıklı olabileceği düşünülen konutlardan oluşuyor.Geriye kalan 10 milyona yakın konutun zaman içinde yıkılıp yeniden inşası gerekmekte. Bunlar içinde özellikle 7 milyon civarındaki konutun ise öncelikli olarak dönüştürülmesi planlanıyor. 


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, valiliklere ve belediyelere gönderdiği yazıda vilayet dâhilindeki kent merkezlerindeki konutların incelenmesinin başlatılmasını istedi. Bu şekilde ülke genelinde yaklaşık 14 milyon konut incelemeden geçirilerek, gerekli tespitler behemehâl yapılacak ve yıkılacak yerler ve konutlar belirlenecek. Bu devasa adım, 15-20 yılda tamamlanabilecek ve 400 milyar doları aşan bir maliyete ulaşacak. Dönüşümün, etkin ve büyük fay hatları üzerinde yer alan ve nice büyük depremler yaşamış olan, aynı zamanda da Türkiye'nin nüfus ve ekonomik katma değer olarak en yoğun bölgeleri olarak bildiğimiz Marmara ve Ege bölgelerinden başlaması gündemde. Bu bölgelerimiz içinde bilhassa İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Bursa,  İzmir  gibi büyük şehirlerimiz ilk sırada yer alıyor. Bu metropol yerleşim yerlerinde tabii ki bazı ilçe ve semtler acilen kentsel dönüşümle sağlam konutlara kavuşturulmalıdır.


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın verdiği son bilgilere göre Türkiye'de bilinen 150 aktif fay hattı, tespit edilen yeni 176 aktif fay hattı ile toplam 326'ya yükselmiştir. Ülkemizde, depreme meyilli 15 bin km uzunluğunda canlı fay hattı mevcut.Bu fayların ana kolları, ülkemizi bir uçtan bir uca adeta ahtapot gibi sarmakta. Bilhassa Kuzey Anadolu Fay Hattı doğu sınırımızdan Çanakkale vilayetimize kadar kalın bir yay çizerek Anadolu'yu bir baştan bir başa kat etmektedir. Kuzey Anadolu Fay Hattı içinde İstanbul, Bursa, Kocaeli, Sakarya, Erzincan, Balıkesir ve kısmen Samsun gibi büyük ve ekonomimizin can damarlarının attığı vilayetler yer almakta. Bu fay hattıyla birleşen ve bir ucu Van, diğer ucu Hakkari'den çıkan bir fay hattı da soluğu Hatay'da almakta, bu hat Bingöl, Muş, Bitlis, Elazığ, Malatya, Adıyaman ve Osmaniye vilayet topraklarını boydan boya geçmektedir. Diğer taraftan deprem bakımından en şanssız bölgelerimizden olan Ege Bölgesi'nde, Antalya'nın kuzeyinden Eskişehir'in batısına kadar çizilen hattın batı kısmında kalan neredeyse tüm İç ve Kıyı Ege vilayetlerimizi deprem sarmalı adeta esir almaktadır.Bu sayılan bölgeler birinci ve ikinci deprem bölgeleridir. Depremden uzak gördüğümüz beşinci ve dördüncü bölgeler, Anadolu topraklarında büyük bir yer tutmaz. Kaldı ki, bu bölgeler içinde yer alan Karaman, Konya ve kısman  Ankara  vilayetlerimizde can kaybına neden olmasa da depremlerin yaşandığı bilinmektedir.


Analiz sonuçlarına göre 30 şehrimiz, yıkıcı etkisi olabilecek 5,5 üzerinde deprem riskinin tehdidi altında. Bazı fay hatlarının yakın zamanda ve orta vadede deprem üretmesi ve bunların bir kısmının İstanbul, Körfez ve Güney Marmara bölgelerinde maalesef etkili ve yıkıcı olması tahmin edilmektedir. Muhtemel bir İstanbul depreminin, 50 bine yakın can kaybına yol açacağı, bunun yanında 100 binin üzerinde insanımızı yaralı ve sakat bırakacağı, 40 bin civarında binaya ağır hasar vereceği, 2 milyona yakın vatandaşımızın evsiz kalabileceği, 1 milyon kişinin işsiz kalacağı ve fiziksel hasarın maddî boyutlarının 100 milyar dolara ulaşacağı hesaplanmaktadır. Kayıpların ve zararın bu hesaplamaların da üzerinde olabileceği ifade edilmektedir.


Realite böyle. Deprem Türkiye'nin bir gerçeği. Kıtalararası geçiş koridoru oluşturan Anadolu yarımadası bulunduğu coğrafyada sahip olduğu jeolojik, jeofizik ve topoğrafik özellikleri itibarıyla dünyanın önde gelen deprem bölgelerinden biri durumunda. Deprem, bu toprakları ve üzerinde yaşayanları yüzyıllar boyunca acılara boğmuş, nice insanın canına mal olmuştur. Geçmişte yaşanan büyük çaplı depremleri bir yana bırakıp, sadece yüz yıl öncesinden bugüne bakacak olursak;1903 yılından günümüze, hasara sebep olan 130 depremde 110 bin canımızı kaybettik. Yüz binlere varan sayıda yaralı ve sakat kalan insanımız oldu. Binlerce çocuk yetim ve öksüz kaldı, bir o kadar ana-baba da evlatsız... 


Bu depremlerde 2 milyon ev yıkıldı. Son yüzyıl içinde depremlerde yaklaşık olarak her yıl ulusal gelirimizin yüzde 1'ini yitirdik. 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde ulusal gelirimizin yüzde 15'e yakın bir bölümü birkaç dakika içinde yok oldu.


Kimlikli ve sağlıklı kentlere ihtiyacımız var


Anadolu'da yaşanan bazı depremler çok ağır faturalar ödetti bize. 1939 yılında Erzincan'da meydana gelen depremde 60 saniye içinde 33 bin vatandaşımızı kaybettik. Bunun bir benzerini 1999'da Doğu Marmara'da (İzmit, Gölcük, Adapazarı, Yalova, Düzce) ve 2011'de Erciş ve Van'da yaşadık. Binlerce insanımızı toprağa verdik. Binlercesi de bedenen ve ruhen yaralı kaldı. Acıları dindirmek de, depremin izlerini silmek de kolay olmadı. En son yaşadığımız büyük deprem olan Erciş-Van depremi bir kez daha bize gösterdi ki, bu toprağın insanları depreme karşı, tıpkı düşmana karşı olduğu gibi daima uyanık ve hazırlıklı olmak zorunda. Depremde yaşamanın yolu "depremle yaşamayı" öğrenmemizden ve bunun gereklerini yerine getirmemizden geçiyor.


Bu hazırlığın en önemli kısmı elbette kentlerimizdeki başta deprem olmak üzere afet riski altındaki alanların dönüştürülmesidir. Bu konuda geç kaldığımızı söylemeye gerek var mı bilmiyorum, ama bundan sonrasında elimizi çabuk tutmamız ve yaptığımızı geri dönülmeyecek şekilde sağlam yapmamız elzemdir. Kentsel dönüşüm elbette ilk kertede yaşam güvenliği ve depreme hazırlıklı olma konusu. Lakin mevzuu salt bu açıdan ele almak, onu daraltmak ve etkileşimde bulunduğu diğer mühim mevzuları atlamak anlamına gelir.Kentsel dönüşüm evvelinde ve ahirinde "kentsel yaşam kalitesi" veya "kentsel yaşanabilirlik" denilen ve sadece bir kenti değil, esasında bütünüyle bir toplumu etkileyen ve biçimlendiren medeni kriterler ve faktörler demetiyle alakalıdır.Bu konu, ülkemiz kamuoyunda yakın zamana kadar gereken ilgiyi görmüyordu. Kentlerin sağlıklı gelişmesi, kentsel dönüşüm, kentlileşme, kentlik bilinci, yaşanabilir kentler, kent güvenliği, kentsel afet yönetimi, kentsel yenilenme gibi gerçekte hepimizi ve dahası gelecek nesillerimizi doğrudan etkileyen konuların geç de olsa gündemimize girmesi elbette memnuniyet vericidir.Kentsel dönüşüm yasası ve süreci, topyekûn bir "kentsel rönesans"ı başarmamız için bizlere iyi bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı iyi kullanmak ve sağlıklı bir kentleşme sürecine girmek, bu alanda işin hakkını ne derece vereceğimize bağlı. Kentsel dönüşümden ne anladığımız, politika üreticiler, kamu otoriteleri ve vatandaşlar olarak onu nasıl algılayıp kavradığımız, işin başındaki en kritik nokta. Zira kamuoyunda, yazılı ve görsel basında konunun gereği gibi anlaşılması hususunda bizleri ciddi kaygılara sevk edecek doneler söz konusu. Öyleyse nedir kentsel dönüşüm? İşin doğrusu nasıl olmalıdır? Kentsel dönüşüm, "Bir kentin dokusunu bozan sorunların giderilmesi" olarak tanımlanır. Kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylemdir. Yani kapsamlı ve bütünleşik yaklaşımlarla bozulma ve çökmeye uğrayan kentsel alanın belli stratejilere dayalı eylemlerle dönüşüme tabi tutulmasıdır. Hedefleri şunlar olmalıdır: 


a) Kentin fiziksel koşulları ile toplumsal sorunları arasında doğrudan bir ilişki kurulmalıdır. 


b) Kent dokusunu oluşturan birçok unsurun fiziksel olarak sürekli değişim ihtiyacına cevap vermelidir. 


c) Kentsel refah ve kentsel yaşam kalitesini artırıcı bir ekonomik yaklaşım ortaya koymalıdır. 


d) Fiziksel ve toplumsal çöküntü alanları haline gelen kent parçalarında ekonomik canlılığı yeniden getirecek stratejiler geliştirmeyi amaçlamalıdır. 


e) Kentsel alanların en etkin bir biçimde kullanımına ve gereksiz kentsel yayılmadan kaçınmaya yönelik stratejileri olmalıdır.


Kentsel dönüşüm projelerinin "sürdürülebilir mekânsal gelişim" anlayışıyla yürütülmesi gerekir. Bunun da iki sacayağı vardır. "Toplum" ve "çevre". Her iki olgu, kentsel mekânın şekillendiricisi ve belirleyicisidir. Her ikisinin de denge halinde olduğu ve mekân-insan optimalininbulunduğu bir kentsel tasarıma ulaşmalıyız. Kentsel dönüşüm, kentlerin sosyal öznesi olan insanla, fizikî öznesi olan toprağı maharetli bir biçimde bir araya getirmeli ve başarılı bir şekilde bir arada tutmalıdır. Kentsel dönüşümün sosyal boyutu asla ihmal edilmemeli, dönüştürülen alanın binalardan ziyade insanlardan oluştuğu ve orada yaşayanların duygu ve düşünceleri, yaşantı ve alışkanlıkları, beklenti ve amaçları ile kültür ve toplumsallıklarının en önemli indikatörler olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Sosyalleşmeyi ve kamusallığı önceleyen, insanı merkeze alan ve onun kültürel ve politik katılımıyla hayata geçirilen bir kentsel dönüşüm, kentlerde bugün yaşadığımız sorunlara çözüm olabilir. Kimlikli ve sağlıklı kentler inşa etmemiz için önümüzde yeni bir süreç var. Kentsel dönüşümden umduğumuzu bulabilmemiz için daha dikkatli, katılımcı ve işbirliği eksenli hareket etmemiz ve iyi örneklerden gereğince yararlanmamız beklenir. Yerel özelliklerin dikkate alındığı çok yönlü bir değişim sürecinin yönetilmesi için kurumsal ve bireysel sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmekten başka yolumuz yok. 



Bekir Parlak/Zaman


Geri Dön