Demet Akbağ, evinin kapılarını açtı!
Elle Decor, yeni sayısı için Demet Akbağ’ın evine konuk oldu. Akbağ, dergiye verdiği röportajda sade, rafine ve şık deko-stilini anlattı
Ev sizin için ne ifade eder?
- Yaşadığım yer, benim için her şey demektir. Belli bir yaşa gelip aile kurduktan ve çocuk sahibi olduktan sonra evinizi daha farklı yaşamaya başlıyorsunuz. O ilk gençlik yıllarındaki koşturmalar, evi otel gibi kullanmalar bitiyor. Hatta artık doymuş oluyorsunuz bazı şeylere. Arkadaşlarınızı evinizde ağırlamayı seviyorsunuz, yalnız kalmak için evinizi tercih ediyorsunuz. Ben onu yaşıyorum şu dönemde. O yüzden de beni alıp bir dekorasyon mağazasına bırakırsanız, içinden çıkmam; beni saatler sonra alabilirsiniz. Eskiden ev kavramını hiç umursamazdım. Gerekli eşyalar varsa evde detaya inmezdim. Ama şimdi “Bu ürün kabağı çok iyi rendeliyor, incecik” diyorlar, hemen gidip onu alıyorum. O noktaya geldim.
Evde stiliniz nedir? Hangi dekorasyon stilinden hoşlanırsınız?
- Dört yıldır yaşadığım evde provensal stili yansıtmaya çalışıyorum. Çünkü bu evim metrekare olarak da, görünüm olarak da, bahçe kullanımı olarak da bu tarza çok uygun. Tarzları birbirine karıştırmak da hoşuma gidiyor. Yeri geldiğinde antika stilini de, modern dekorasyonu da seviyorum. Genellikle ahşap mobilyaları tercih ediyorum. Ancak sevmediğim ev atmosferi bellidir: Çok matematiksel dekore edilmiş, minimal ve neredeyse mağazalaşmış gibi evler hoşuma gitmez. Bana soracak olursanız evin bir yaşanmışlığı olmalıdır. Örneğin, sehpanın çizilmesi beni hiç rahatsız etmez. Hemen “Bunu bir cilacıya götüreyim de düzelttireyim” diye düşünmem. Evde genelde ahşap mobilyaları tercih ediyorum.
KONUĞUM VARSA EV YEMEK KOKMALI
Evde favori bir mobilyanız veya aksesuvarınız, objeniz var mıdır?
- Kokulu mumlarımı ve kahve fincanlarımı çok severim. Kahve tiryakisi olduğum için onu ince ve güzel bir fincanda içmeyi tercih ederim. Mutlaka yanında bir parça ‘bitter çikolata’ ikram ederim; bu da benim nev-i şahsıma münhasır sunumumdur. Kahve tepsim çok güzel olmalı. Küçücük bir vazonun içine de minik bir taze çiçek koyarım. Evimde kahve keyfi bambaşkadır. Konuğum varsa, geldiğinde ev yemek kokmalı. İkramlarımı restoranlara, catering şirketlerine, yardımcılarıma pişirtmeyi de sevmem. Misafirlerim, benim pişirdiğim yemeği yemeli, benim çatal-bıçağımı kullanmalı. Ben de severek bulaşık yıkarım. Yemekten sonra “Demet’in yemeğine bayıldık” desinler isterim, kimse “Demet’in evinde Ayça’nın yemeğini yedik” dememeli...
Evinizde yapmak isteyip de bir türlü zaman veya fırsat bulamadığınız bir şey var mı? Örneğin yeni bir hobi merakı, bir iş belki?
- Evimde resim yapabilmeyi isterdim, bir atölyem olmasını da. Bu benim içimde bir ukdedir doğrusu. Ancak resme hiç yeteneğim yok. Görsel sanatı icra edebilen insanları çok kıskanıyorum. Bu sanat, benim kaçış noktam olabilirdi. Şimdiki kaçışlarım ise film izlemek, kitap okumak ve arkadaşlarımla buluşmaktır diyebilirim. Çeşme’deki evim benim en sevdiğim yer. O ev, şu anki evimin küçük bir örneği ama çok pratik bir ev aynı zamanda. Bahçesi de çok güzel doğrusu. Aslında bir gün yolunuz düşerse nasıl iyi hissettirdiğini kendiniz deneyimleyebilirsiniz.
DENGELİ, DİSİPLİNLİ HAREKET ETMEYİ SEVERİM
Dekorasyonda marka tutkunuz var mı?
- Ben genel resme bakıyorum, detaylara fazla takılmam. Bu mantıkta, satın aldığım mobilyaların da belirgin bir markanın ürünü olması gerekmez. Benim onu sevmem yeterli. Bu çok ekonomik bir ürün de olabilir, çok yüksek fiyatlı bir ürün de. Örneğin, Mudo Concept ve IKEA, benim en sık alışveriş ettiğim adresler. Bu markalarda özellikle kullanışlı olan, pratik olan birçok aksesuvar ve obje buluyorum. Bazen doğaçlama olarak tasarlamalısınız. Alışverişi rastlantıların güzelliğine bırakmalısınız. Aksi takdirde evin dekorasyonunu yaparken “Şu marka deri koltuk” gibi detaylara takılırsanız, işin içinden çıkamazsınız. Şu an yaşadığım evin kullanım alanı oldukça büyük. Bu nedenle biraz daha özgür davranma şansım oldu. Hem kendi zevkimi yansıtan, hem olabildiğince ekonomik hem de kaliteli ve kalıcı olmasını istediğim ürünleri kullandım bu evimde.
Renklerle ilişkiniz nasıl?
- Renkleri seviyorum ama binlerce mavi var, binlerce yeşil var; bunların bir araya geldiği anlar önemli. Eğer bir rengi tercih etmişsem, o renk özel olmalı. O rengin en güzeli olmalı ve onu başka şeylerle de kombinleyebilmeliyim. Oğlak burcuyum. Dengeli, disiplinli hareket etmeyi severim.
ESKİ SENARYOLARIM OĞLUMUN MÜSVEDDESİ
Evinizde en rahat ettiğiniz, kaçış köşeniz neresi?
- En çok sevdiğim şey, sabah kahvaltıdan sonra keyif çayımı yudumlarken salondaki köşemde gazetelerimi okumak... Kaçış noktam olan kitaplığımı düzenlemeyi, kitapları zaman zaman yeni kategorilere göre toparlamayı, Türk-yabancı yazarlara göre ayırmayı ve senaryoları güncelliklerine göre ayırmayı severim. En eski senaryoları bile atmam. Her zaman düzenli ve tutumluyumdur. Benim eski senaryolarım, oğlum Ali’nin müsveddeleri oldu.
Kütüphanenizdeki en sevdiğiniz yazar, şair kimdir? Hangi kitap vazgeçilmezinizdir?
- Klasik kitapların yeri bende her zaman ayrıdır. Dönüp dönüp çocukluğumda okuduğum klasik kitapların kapağını bir daha açarım. Örneğin Montaigne’nin “Denemeler”ini lisede okumuştum. Şimdi kitabı tekrar karıştırdığımda, bugünkü düşünce yapımla bambaşka, yepyeni şeyler buluyorum içinde. Arada kendimi dinlendirmek için de macera kitapları okurum. “Ejderha Dövmeli Kız”ı yeni bitirdim, şimdi filmini çok merak ediyorum.
Kitabı okuduktan sonra, film keyif veriyor mu size?
- Bazen film de kitap kadar güzel olabiliyor. Aslında romanı okurken filmi kendin çekiyorsun, yönetmeni kendin oluyorsun... Ama bazen işte o yaratıcı beyin acayip oluyor. Örneğin, “Yüzüklerin Efendisi” filmini çok başarılı bulmuştum.
BENİMKİ BELKİ DE PSİKOLOJİK BOZUKLUK
Evinizde konuk ağırlamayı sever misiniz? Nasıl hissetmelerini istersiniz evinizde?
- Misafirin evimde eğreti oturmasını istemem. O koltukta rahat olsun, yemeği keyifle yesin. Sıkılmasın, gözü yorulmasın ama gözü oyalanacak şeyler de bulsun. Boşluğa bakmasın. Benim evimi yaşasın, hissettiğim duyguları hissetsin isterim. Mutlaka bir köşesinde kendini rahat hissetsin.
Bu kadar ünlü bir isim olup günlük hayatınızda egolarınızdan sıyrılmayı nasıl başarıyorsunuz?
- İnsanlar dışarıda sizinle hiç çekinmeden iletişime geçebiliyor. Şöyle söyleyebilirim: Ben metroya da otobüse de biniyorum. O yüzden beni kendilerinden biri olarak görebiliyorlar. Sanırım bana biraz ‘evin kızı’ gibi bakıyorlar. Dışarıda iltifat ettiklerinde ya da bakıp bir ‘merhaba’ dediklerinde benim ne tepki vereceğimi tahmin ediyorlar. Yani o yüzden de birbirlerini dürterek “Bak gördün mü kim geçiyor?” demezler. Bu, benim yıllar içinde oyunculuğumla birlikte onlara hissettirdiğim samimiyet. Oynadığım karakterlerle, verdiğim röportajlarla, televizyonlarda izledikleri canlı yayınlarda hep ‘beni’ görürler. Sokağa çıktığım andan itibaren “Acaba beni şimdi kimler rahatsız edecek, kimler fotoğraf çektirmek isteyecek, kim beni tanıyacak” diyerek hareket etmem. Sahneden indiğim andan itibaren soyadımı unuturum. O sırada alışveriş yapıyorsam, ev hanımı ‘Demet’imdir. Benim derdim, “İnsanlar benim için kendini paralasın” değil. Oynadığım karakterler içinde kendimi çok mutlu hissediyorum. Bu belki psikolojik bozukluk da olabilir ama ben kendimi böyle rahat hissediyorum. Onu becerebildiğimi insanların gözünde de o olduğumu görünce rahat ediyorum. Bu durum kendimi bildim bileli de böyleydi. İlkokulda yıllarında da birinin taklidini yaptığım zaman insanların yüzündeki, bana bakışlarındaki değişimi görmek çok hoşuma giderdi. Belki de dediğim gibi bir psikolojik bozukluk, bir teşhircilik var bu işin içinde. Yeteneğimi teşhir ediyorum ben. Böyle bir iddia da barındırıyor içinde gizliden. O yüzden oyunculuk mesleğinin çok sağlıklı bir durum olduğunu düşünmüyorum.
Hürriyet