Mimar Ergün Aksel'in cenazesi bugün kaldırılıyor
Mimar Ergün Aksel, 11 Temmuz 2008 günü hayatını kaybetti.
1961 İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu olan Aksel, 13 yıldır rahatsızdı. Aksel'in cenazesi, bugün ikindi namazını takiben, Üsküdar Bülbülderesi Camisi'nden kaldırılacak.
Arredamento Mimarlıkt'tan Uğur Tanyeli:
Tarih Vakfı 1994 yılında "İstanbul Ütopyaları" başlıklı bir seminer düzenledi. Bir grup davetli katılımcı bu kentte odaklanan kendi yeni kotarılmış ütopyalarını aktardılar dinleyenlere. Bense Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyeti aydınlarının (burada ayıklanamayacak çeşitli nedenlerle) ütopik bir vizyon geliştirdikleri halde, ütopik bir bilinçleri olmadığından soz ettim. Türk düşünce dünyasında ütopya üretme yollarının büyük ölçüde kapalı oluşunun 1. nedeni bence buydu. Nitekim, bugüne dek bu toplumun ütopyalar üretmemiş oluşu da savımı destekliyordu. Sözkonusu toplantı da dahil, o döneme kadar ortaya konmuş olan "ütopyamsı" düşlerinse sadece fantezi sayılabileceğini ileri sürüyordum. Oysa, ütopya, felsefede Mannheim'in, mimarlık kuramında da Choay'ın ayrıntılı biçimde tamımladığı gibi, parametreleri iyice belirli, derinlikli ve sistematik bir düşünce konstrüksiyonu olmak zorundaydı.
Konuşmalardan sonra toplantıya kısa bir ara verildi. Dinleyici ve konuşmacılar fuayeye çıktık. Tartışmalar orada da devam etti. Ne var ki, tartışmalardan daha ilginç olanı, ak sakallı iri yarı bir adamın bana müthiş kızgın bir ifadeyle bakarak ve lafını sakınmaksızın söyledikleriydi. Benden çok daha az alıngan birinin bile sövgü sınırları içinde sayacağı bu yargıları dile getiren Ergün Aksel, ütopya üretme yollarının önünü Osmanlı döneminden beri benim gibilerin kestiğini iddia ediyordu. Sayesinde, bu "ihanetimizin bedelini babam ve geçmişteki atalarım da dahil olmak üzere hepimiz esaslı bir sözlü salvoyla ödedik.
Ergün Aksel'in, yüksek yoğunluklu bir aşk ve kavga harmanlamasıyla demir verdiği mimarlık alanına olan yaklaşımını az çok bilince, onun ütopyanın Türkiye'deki olanaksızlığına ilişkin savımdan neden rahatsız olduğu kavranabiliyor. Türkiye ütopizm bağlamında özellikle 1960'lardan sonra adeta sağ gösterip sol vurmuş ve sonuçta da aydınlarını hüsrana ugratmıştır. Aksel'in 1960-90 aralığındaki mesleki güzergahı da ülkenin koşullarının neden olduğu bu hedef şaşırtma olgusuyla ilişkili ya da ondan müzdarip. O yıllarda imgelem ve yaratıcılığın önündeki engellerin kalktığı şansını veren mimarlık ortamı aslında tıkalıdır. Gerçekçilik adına çoğu zaman sadece aleladenin yeğlendiği o ortamda Aksel'in inşaat yapamaması olağan gözüküyor. Ne var ki, aynı ortam aslında sadece kendi tıkanıklığından kaynaklanan bu mimari olanaksızlığı "ütopik davranmaktan ötürü" diye tanımlamakta, yani düpedüz kavram tahrifatı yapmaktadır. Sıradışı ve çizgidışının önüne güçlü engeller diken, farklı bir kültür coğrafyasında pekala da gerçeğe dönüşebilecek konseptlerin önünü tıkayan ortam, engellediklerine tasarımlarını ütopist oldukları için inşa edemedikleri fikrini empoze etmiştir. Çizgidışı olanı ütopikle itham etmek uzun vadede hem kişisel, hem de ülkesel zararlar verecektir. Bu sayede, bir taraftan, potansiyel olarak olanaklı meydan okuyucu mimari tasarım ve mimarların önü kesilmiştir; öte taraftan da, gerçek ütopyanın çizgidışından çok daha farklı olan epistemolojik içeriği altüst edilmektedir. Yani, ütopyanın da altı oyulmuş, sadece gerçekle uzlaşmayan tasarım olarak tanımlanır olmuştur.
Ergün Aksel ne ütopist, ne de "uçuk". O, Merkez dünyasında yetişip yaşasaydı, muhtemelen meydan okuyucu kimlikli, ama inşa etmeyi de başarabilmiş bir mimar olacaktı. 1960-90 arasının Türkiye'si gibi ütopyanın ve gerçekçiliğin sınırlarını tayin etmeyi beceremeyen bir geçiş ülkesinde yaşayınca, o kültür alanı içindeki konumu belirsiz olanların başına gelen onun da başına geliyor: Hakettiği yere gelmediğine herkes hayıflanıyor, ama bunun olağanlığından herkes için için emin. Bu tıkanıklığın onun bireyselliğiyle ilişkili olmadığını farkedip, hepimizi ilgilendirdiğini anlasaydık, aşılması yönünde de çok yol almış olurduk. Aksel bugün bunu düşündürttüğü için, artık iyice aşınan o pseudo-gerçekçiliğin aşılması gerekliliğini bir kez daha akla getiriyor. Bir mimar için bu hiç de küçük bir hizmet olmamalıdır.
Uğur Tanyeli, Arredamento Mimarlık, Temmuz+Ağustos 2001.
arkitera.com