Nusret Karaca: Haliç dönüşsün ama rant olmasın!
Eğitimci ve yazar Nusret Karaca’nın kitaplarının merkezinde, doğup büyüdüğü Haliç var. Haliç’in eski haliyle şimdiki arasında çok fark olduğunu söyleyen Karaca, “Çocukluğum santralistanbul’un bahçesinde top oynayarak geçti” diyor
İstanbul’un sizin için önemi nedir?
Her gün bu şehrin havasını solumak başlı başına bir anlam. Edebiyatla iç içe bir tarih öğretmeni olduğunuzda, İstanbul her gün ayrı bir şiire, ayrı bir öyküye, besteye, romana dönüşüyor.
Gözünüzün önünde uzanan enfes bir tablo... Masallar dünyası... Çocukluğunuzu geçirdiğiniz, ilk aşkınızı yaşadığınız, mahalleleri, sokakları nice özel anlarınızla ve anılarınızla doldurduğunuz bir şehir. Her bir semtin kendine özgü aşkları, aşıkları, anları var.
Özetle çocukluğum, gençliğim, okulum, arkadaşlarım, yaşadıklarım, geçmişten günümüze tarihiyle mesleğim... İstanbul bu, az şey mi? Ne yazarları tükenir, ne şairleri ne de şarkıları.
Şehir hangi konularda ilham veriyor size?
Gün ışığıyla uyanıp evden dışarı çıkışımla başlayan gözlemlerim, gördüklerim, yaşadıklarım, hissettiklerim, benim ilham kaynağım. İstanbul o kadar çok şey barındırıyor ki, hiç ummadığınız anda bir şeyi tetikleyebiliyor. Hemen yanımdan ayırmadığım sırt çantamdaki kağıt kalemime sarılıyorum. Sanat, edebiyat, eğitim, çevre, trafik, spor... Hayatın içinden her şey yazıya dökülüyor.
Son kitabınız ‘Ben Haliç’le beraber, Haliç üçlemesini de tamamladınız. Neden yazmak için Haliç’i seçtiniz?
Gözlerimi Haliç kıyılarında açtım ben. Ailem önceleri Karagümrük’te oturuyormuş. Sonra Eyüp, Silahtarağa, Emniyettepe, Hasköy ve Haliç kıyılarına taşınmışlar.
O zamanki Haliç, şimdiki Haliç değildi. İşte ben o günlerin Haliç’iyle şimdiki Haliç’i anlatmaya çalıştım kitaplarımda.
Ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Haliç’tesiniz, çocuksunuz. Çevrenizde sayısız fabrika var. İşçi hareketleri, sendikalar, grevler, temizlenmemiş Haliç ve fabrika dumanlarının kokusuyla, onları soluyarak büyüyorsunuz. Aslında soluduğunuz yaşamınızın ta kendisi. Çocuk yaşınızda olgunlaşıyorsunuz. Bu arada çıkara dayanmayan, koşulsuz mahalle dostlukları, paylaşma, dayanışma, direnme; bunlar hep gözünüzün önünde oluyor. Bir şeyler biriktiriyorsunuz farkında olmadan. Gün geliyor, gittiğiniz her yere Haliç’i taşıyorsunuz yüreğinizde. Top oynadığınız çayırları, lakaplarıyla arkadaşlarınızı, Şakrak Hüseyin’i, Magirus Ragıp’ı, Cango Cemal’i, Tahta Mehmet’i, Biryantin Nejat’ı, Ziko İskender’i, Köfte Önder’i ve diğerlerini... Sonra “Ben yazmayacağım da kim yazacak?” dedim. Ardından, “Haliç için kimler ne yazmış?” diye düşünürken, ‘Bir Tadımlık Haliç’ kitabım çıktı ortaya. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Projesi ‘Ben Haliç’ ise tarih, anı, gezi, şiir içerikli. Bugüne gelince...
Haliç, kentsel dönüşüm içinde yer alıyor ama rant olmamalı. Oranın sıkıntısını çekenler bugünkü planlamayla yuvalarından uzaklaştırılmamalı. Öyle bir yerdir ki Haliç, onu Haliç gibi yaşadın mı uzaklaşamaz-sın. Şimdi yüksek binalarıyla, temizlenmiş haliyle, başka bir Haliç. Ama dokusunu bozmadan ve yaşatarak değişmeli bir şeyler.
“Tek simge yok”
Sizce İstanbul’un simgesi nedir?
Bu zor bir soru. Tek simgeyle anlatılabilir mi İstanbul? Bence hayır. Tek simge onu sınırlar. Bir şeyleri eksik kalır. Bırakalım, İstanbul’u duyumsayan herkes kendi simgesini kendi yüreğinde taşısın.
İstanbul’da vazgeçemediğiniz adresler var mı?
Pierre Loti’yi çok seviyorum. Oradan baktığınızda, aşağıda mezun olduğum okulu görürsünüz. Şimdiki santralistanbul, çocukluğumda bahçesinde futbol oynadığım yerdi. Miniatürk futbol sahamdı. Gedikpaşa sokakları, Haliç’teki eski Galata Köprüsü, Aziyade, Çiçek Pasajı, buralardan vazgeçemem.
Sevdiğiniz kitapçılar?
Sahafları dolaşmayı seviyorum. Akmar’daki, Beyazıt’taki, Beyoğlu’ndaki sahaflar ilgimi çekiyor. Bir adrese takılmadan hafta sonları kitapçılarda, rafların arasında dolaşmak, yepyeni mekanları keşfetmeye çıkmak gibi benim için. Okudukça donanıyorsunuz, donandıkça yazıyorsunuz, yazmanınsa sonu yok.
Sizce şehri en iyi anlatan yazar kim?
Bir ressam arkadaşımın sergisinde bir söz gözüme ilişti, “Herkesin duyarlılığını anlattığı, kendine özgü bir dili vardır.” Gerçekten öyle değil mi? Bu şiir olabilir, şarkı olabilir, resim olabilir, fotoğraf olabilir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın dediği gibi, “Herkes dünyaya kendi penceresinden bakar. Şair damdan bakandır.” İstanbul için de bu şehri solumuş, duyumsamış kişiler sözlerle, bestelerle, şarkılarla şehirden aldıklarını şehre katmışlar. Bana göre her birinin kendine özgü değeri
ve anlamı var. Burada bir bilen gibi davranmamak lazım.
Senem Aydın / MİLLİYET