24 / 12 / 2024

Toskana Ortaçağ'dan kalma binalara ev sahipliği yapıyor!

Toskana Ortaçağ'dan kalma binalara ev sahipliği yapıyor!

Pisa, Lucca, Floransa, Siena... Her köşesi ayrı bir hikaye barındıran, geçmişten geleceğe bir köprü kuran Toskana tam bir açıkhava müzesi. Ortaçağ'ı günümüze taşımayı başaran Toskana doğası, tarihi ve mutfağıyla efsane olmaya hak kazanmış...



Pisa, Lucca, Floransa, Siena... Her köşesi ayrı bir hikaye barındıran, geçmişten geleceğe bir köprü kuran Toskana tam bir açıkhava müzesi. Ortaçağ'ı günümüze taşımayı başaran Toskana doğası, tarihi ve mutfağıyla efsane olmaya hak kazanmış.


Pek hevesliydim, Rönesans'ın merkezi Toskana'ya gitmeye. Türk Hava Yolları, Pisa'ya direkt uçuş düzenlemeye başlayınca şart oldu o güzel topraklara gitmek, iyi de oldu açıkcası. Rönesansı bugüne taşıyan Toskana, Ortaçağ'dan kalma binaları, katedralleri, sokakları, yemekleriyle insana başka bir dünyanın kapılarını açıyor. İtalyanlar şehirlerinin tarihi dokusunu büyük bir özenle korumuş. Pisa, Lucca, Floransa ve Siena'yı kapsayan bu gezide gördüğümüz mimari standart bunu gözler önüne seriyor. Ortaçağ'dan kalan binalarda yaşıyor, çalışıyor İtalyanlar. Elbette yeni binalar da var. Ama hiçbiri sırıtmıyor, hepsi tarihi dokuya çok uygun şekilde projelendirilmiş. "Toskana'da bulunduğumuz süre içinde yüksek bina görmedik" desek yalan olmaz. Ataları ne yaptıysa korumuş İtalyanlar, bazen küçük bir duvar parçasını bile gözden çıkarmamış yeni binayı o duvarı kapsayacak şekilde inşa etmişler. Hep taş taş üzerine koymuşlar, yıkıp yerine yenisini yapmamışlar. Tarihle iç içe, barışık bir şekilde yaşıyorlar. Bizim gibi gökdelen seven memleketlerden gidenler doğal olarak ilk anda şoke sonra da aşık oluyor, bu güzel bölgeye. İnsan Toskana'dan mutlu ve aklı açılmış, gözü gönlü doymuş olarak dönüyor. Doğaysa doğa, tarihse tarih, mutfaksa mutfak... Yok yok yani. 


294 BASAMAKLI PİSA KULESİ 

İlk durağımız Pisa şehri oldu. Eğik kulesiyle tanınan bu şehre haksızlık ediliyor diye düşündüm daracık sokaklarda dolaşırken. Evet kule önemli ama şehrin dokusu öylesine korunmuş ki kuleye gelene kadar hayranlık duyulacak çok şey var. İçinden nehir geçen bir şehir Pisa. Bölgenin en uzun nehri Arno şehri ikiye bölüyor. Pisa'nın eski şehir olarak adlandırılan bölümü Ortaçağ'dan kalma, en yeni binanın 1800'lerde yapıldığı söyleniyor. İnsan kendini bir başka tarih diliminde hissediyor. Bilim adamı Galileo bu şehirde doğmuş ve yaşamış. Pisa aynı zamanda bir üniversite şehri dolayısıyla hareketli. Pisa kulesi şehrin sembolü. Şehir Katedrali'nin çan kulesi olarak 1173'te yapılmış. Yumuşak zemini nedeniyle daha yapım aşamasında, üçüncü kata gelindiğinde kule eğilmeye başlamış, çeşitli önlemler alınmış ama zamanla kulenin eğimi giderek artmış, yakın zamanda yapılan oldukça masraflı bir çalışmayla kulenin güneye doğru eğilmesi yavaşlatılmış. Kule Piazza dei Miracolide yani Mucizeler Meydanı'nda yer alıyor. 56 metre yüksekliğinde olan Pisa'ya tırmanmak için tam 294 basamak çıkmak gerekiyor, baştan söyleyelim bu o kadar kolay değil. Kulenin eğimi nedeniyle tırmanış esnasında zaman zaman dengenizi kaybediyorsunuz ama yukarıya çıktığınızda hissettiğiniz zafer hissi muhteşem. Pisa'ya çıkmak gerçekten kolay değil öncelikle eğer internet üzerinden rezervasyon yaptırmadıysanız uzun bir kuyruğa girmek zorundasınız. İçeriye her seferinde belli sayıda insan alınıyor. Ve kuleye çanta ile girmek yasak. Kule eğimli, merpenler dar, dolayısıyla bitmez tükenmez merpenleri tırmanırken çantalarla duvarlara zarar verme ihtimaliniz var. Bu nedenle kuleye giderken yanınıza küçük bir çanta almanızda fayda var. Aksi takdirde çantanızı kule dışında bekleyen ve belirli bir ücret karşılığında çantanıza göz kulak olan birilerine teslim etmek zorundasınız. Kuleye giriş 18 avro. Şehir katedralini, vaftizhaneyi ziyaret etmeyi unutmayın. Vaftizhanede zaman zaman konserler yapılıyor, yakalarsanız muhteşem bir deneyim yaşayacaksınız demektir. Binanın inanılmaz bir akustiği var. Konseri yakalayamadıysanız üzülmeyin hemen civarda iyi şarkı söyleyen birileri var, yetkililere sorarsanız söylerler. Ses oyunlarıyla yaptıkları, küçük bir gösteri bile insanı kendinden geçiriyor. 


BİR ORTAÇAĞ MASALI: LUCCA 

İnanılmaz bir şehir. Tarihi çok eski, şehir iç içe üç halkadan oluşuyor. En içteki halka Ortaçağ'dan kalma. Şehre yine Ortaçağ'dan kalma şehir kapılarından giriliyor. Ve masal başlıyor. Surların içinde yaklaşık 10 bin kişi, sur dışında ise 90 bin kişi yaşıyor. Her isteyen sur içinde yaşayamıyor, zira yeni bina yapılmıyor. Sur içinde tam 43 kilise var, bazıları müze haline getirilmiş. Daracık sokaklar, birbirine bitişik binalar ve bisikletli, modern, bakımlı insanlar. "Modern hayat ve tarih nasıl bu kadar iç içe olabiliyor?" diye bir şaşkınlık yaşıyor sonra her güzel şeye olduğu gibi bu duruma da alışıyor insan. Ortaçağ'dan kalma, döneminin zenginlerinin bütün aile bir arada yaşadıkları kuleler çok dikkat çekici, binalarda hâlâ yaşam var. Bu kule konutların birkaçı bir arada yer alıyor. O dönemler ancak zenginlerin yaptırabildiği bu kulelerin ne kadar yüksek olduğu, hanenin sahibinin zenginliğiyle doğru orantılı. O nedenle hepsi birbiriyle aşağı yukarı aynı yükseklikte. Sur içinde ara sokaklara daldığınızda bizim avlu diye tarif edebileceğimiz küçük alanlara rastlıyorsunuz. Bunlar Ortaçağ'dan beri varolan ve döneminin özelliklerini taşıyan meydanlar. Bizim 'adam kessen sesini kimse duymaz' diye tarif edebileceğimiz sakinlikteki bu küçük meydanlarda banka şubesi dahil birçok sürprizle karşılaşmak mümkün. Tarihi sokaklarda her isteyen istediği tabelayı asıp, ticaret yapamıyor. Yetkililer tarihi dokuya uyumlu olmayan hiçbir yapıya, değişikliğe hatta renge müsamaha göstermiyor. Dünya devi Mc Donald's sur içinde dükkan açmak isteyince kullandığı renkler nedeniyle izin alamamış. Hal böyle olunca mahkemeye başvuran marka olumsuz yanıt alınca hevesi kursağında kalmış. 


PEYNİR VE ŞARAP CENNETİ SIENA

Dünyaca ünlü Chianti şarapları bu bölgenin üzümlerinden üretiliyor. Her yer göz alabildiğine üzüm bağlarıyla dolu. Yeşilin her tonu mevcut. Doğa tam anlamıyla büyüleyici. Bizde mezarlık ağacı olarak bilinen servi ağaçları sık göze çarpıyor. Ama burada kullanımı bizden farklı. Servi bir tür tabela olarak kullanılıyor. Uzun ve dar yapısı nedeniyle çok uzaktan görülebilen bu ağaç insanlara yol gösteriyor. Eğer serviler görüyorsanız bilin ki yolun sonunda bir yerleşimle karşılaşacaksınız. Siena'da nereye baksanız tarih göreceksiniz. Hele Santa Maria Del Fione Katedrali'nin içine girdiğinizde, nereye bakacağınızı şaşıracaksınız. Bir yanda Michelangelo'nun eserleri diğer yanda Rafaello'nunkiler. Yeri gelmişken hatırlatalım, sadece bu tür dini mekanlara girerken omuzlarınızın kapalı olması gerekiyor. Eğer hazırlıklı değilseniz kapıda size bir tek kullanımlık örtü veriyorlar. 


ORTAÇAĞ'DAN 90'LARA UZANAN HASTANE 

Katedralin hemen karşısında Ortaçağ'dan 1990'lı yıllara kadar kullanımda olan bir hastane binası var. Şimdi müze olarak düzenleniyor. Mutlaka görün, duvarlarındaki freskler o dönemin hastanelerine dair çok şey anlatıyor. Bu tür tarihi yapıların hepsinde çok renkli ve ayrıntılı freskler bulunuyor. Bunun en önemli nedeni o dönemde okuma-yazma öğrenmenin sadece din adamlarına tanınan bir hak olması ve halkın okuma bilmemesi. Bu nedenle halk anlasın diye her şey resmetme yöntemiyle anlatılmış. 


14. YÜZYILDAN BERİ YARIŞIYORLAR 

Siena'ya gitmek için şehirde her yıl düzenlenen tarihi at yarışlarının yapıldığı dönemi seçmekte fayda var. Temmuz-ağustos aylarında iki kez yapılan yarışlar her yıl çok sayıda turisti kente çekiyor. 14. yüzyıldan beri düzenlenen bu yarışlar Siena'nın 17 mahallesi arasında geçiyor. Her yıl kurayla seçilen 10 mahalle yarışıyor. Her mahallenin kendisine ait bir atı, kendi içinden çıkan bir jokeyi ve formaları var. Bütün yıl bu yarışlara hazırlanıyor Siena halkı. Yarışlar eskiden ölüm dövüşlerinin yapıldığı arena-hipodrom arası bir alanda yapılıyor. Gündüz restoran masalarıyla dolu olan bu alanda akşam saatlerinde kıyasıya bir yarış yaşanıyor. Jokeylerin işi kolay değil hatta bilerek zorlaştırılıyor. Kaygan olsun diye ipekten yapılan giysiler giyiyor, eyersiz atlara biniyorlar. Binlerce insanın izlediği yarışlar gerçekten keyifli. 


SOKAK LEZZETLERİNİ ATLAMAYIN

Cecina, sokakta tadabileceğiniz en güzel lezzetlerden biri. Nohuttan yapılıyor, sert bir krep düşünün. Biraz yağlı ama çok lezzetli. Dana işkembesi kullanılarak yapılan Lampredotto ise tam bir sokak lezzeti. Seyyar arabalarda yapılıp, satılıyor. İşkembe önce haşlanıyor sonrasında tavada soteleniyor ve ekmek arası sandviç olarak tüketiliyor. AB standartları gereği bu sandviçin yasaklanması gündeme gelmiş. İtalyanlar kazan kaldırınca sembolik olarak birkaç satıcının kalmasına müsaade edilmiş. Rastlarsanız kaçırmayın.


NE YERSENİZ YİYİN SEVECEKSİNİZ

İtalyan mutfağı kesinlikle Türk damak tadına çok uygun. Çeşit çeşit makarnalar, pizzalar, hamur işleri, renk renk dondurmalar... Hiç kalori hesabı yapmayın, canınızın çektiğini yiyin, pişman olmayacaksınız. İsterseniz adım başı rastlayabileceğiniz pizzacılardan bir dilim pizza alın, isterseniz gördüğünüz her restorana, kafeye oturun, fiyatlar gayet makul. Elbette özel mekanları tercih ederseniz ödemeniz gereken miktar artıyor. Ama yine de özel bir yemek için, içki dahil kişi başı 60-70 avro ödüyorsunuz. Söz yemek-içmekten açılmışken hatırlatmakta fayda var, yerel halkın tercih ettiği mekanlara gidin. Özellikle turistlik bölgelerdeki kafeleri, restoranları es geçin. 'Turist işi', orada da geçerli.



MİNİ MİNNACIK SAN MINIATO

Bu küçük yerleşim yerinde, o meşhur o bildik yemyeşil Toskana manzarası karşılıyor sizi. Adı gibi küçücük bir yer. Sokaklar muhteşem fakat bir o kadar ıssız. Ama her zaman bu kadar ıssız değil, özellikle mantar toplama zamanı yani sonbaharın sonları, kış başı en hareketli zamanları. Çünkü tüm dünyanın meftun olduğu trüf mantarları bu bölgede yetişiyor. Trüf deyip geçmeyin sakın yeraltında yetişen ve özel olarak eğitilen köpekler sayesinde toplanan bu mantarın beyaz ve siyah olmak üzere iki türü var. Beyaz olanı çok nadir dolayısıyla çok pahalı, kilosu 4-6 bin avro arasında değişiyor. Dünyanın en önemli mantar üreticisi Miniato, Türkiye'den de müşterisi var üstelik. Öyle her canı isteyen trüf mantarı toplayamıyor, bu belediye tarafından çok sıkı denetleniyor. San Miniato Belediyesi şimdilerde düğün turizmine kolları sıvamış. İsteyen herkes belediyenin 1390 yılında yapılan, muhteşem fresklerle süslü salonunda evlenebilir. 45-50 kişilik bir düğün 10-20 bin avro arasında yapılabiliyormuş. Romantik bir nikah için neden olmasın? Miniato'da çok sayıda otel var. Çiftlik evi kiralamak da mümkün. Miniato'ya kadar gitmişken, TV yıldızı ünlü şef Gilberto Rossi'nin Pepe Nero adlı restoranına gitmeyi ihmal etmeyin. Restoranın mütevazı terasında, muhteşem Toskana manzarasına karşı bir yemek yiyin, pişman olmazsınız. 


NE GÜZEL ŞEHİRSİN FLORANSA

Floransa'ya tekrar tekrar gitmek için insan onlarca gerekçe üretebilir. Tarih, yemek ve mimari, eşsiz sanat ürünleri bu gerekçelerden ancak birkaçı olabilir. Michelangelo'nun Davut heykelini görmek için bu şahane şehre gitmek tek başına bir sebep mesela. Rönesans sanatçısı Michelangelo'nun başyapıtı David (Davut) heykeli Floransa'nın sembolü haline gelmiş. Sanatçı heykeli 1501 yılında yapmaya başlamış ve 1504'te tamamlamış. Önceleri Palazzo della Signorre meydanında sergilenen heykel, Davut'un Golyat'a saldırmaya karar verdiği anı simgeliyor. 5.17 metre yüksekliğindeki heykel uzun yıllardır Galeria de'll Accademia'da sergileniyor. Meydanda şu anda bir kopyası bulunuyor. Floransa'da ilk işiniz Accademia'yı ziyaret etmek olsun. Çünkü Accademia'da sergilenen Davut ve diğer resim ve heykelleri görünce bir başka gözle bakmaya başlıyorsunuz etrafınıza. 


DAVUT EŞLİĞİNDE BİR AKŞAM YEMEĞİ 

Biletinizi önceden internetten alın, rezervasyon ücretiyle birlikte 15 avro ödeyeceksiniz. Aksi takdirde sonu görünmeyen bir kuyrukta saatlerce beklemek zorunda kalırsınız. O uzun kuyrukta saatlerce bekleseniz bile inanın sonucu buna değecek. Davut'tan çok etkileneceksiniz. Davut heykelinin seveni çok, öyle ki isteyenler heykelin bulunduğu galeride özel olarak hazırlanan bir masada akşam yemeği yiyebiliyor. Elbette bunun için çok önceden rezervasyon yaptırmak ve 20 bin avro civarında parayı gözden çıkarmak gerekiyor. "Bunu yapan var mı?" diye soruyorsanız, yanıtımız "evet". Hatta Türkiye'den gidenler de olmuş. Floransa'da aç kalmazsınız ama özel bir yemek yiyelim derseniz, şu aralar çok popüler olan Ora d'aria'yı tercih edebilirsiniz, herhangi bir restorandan daha pahalı ama değer. Biraz Floransa'nın tarihi dokusuna uyumsuz, modern hatta soğuk bir dekorasyonu var ama yediğiniz her şey çok orijinal ve lezzetli. 


Necla Bayraktar/ Sabah 


Geri Dön