23 / 12 / 2024

Türkiye'de kentleşme ve imar rantı!

Türkiye'de kentleşme ve imar rantı!

Akdeniz'de Yeni Yüzyıl Gazetesi'nin konuk yazarlarından Deniz Karataş bugün köşesinde kentleşme ve imar hakkında yazı yazdı. İşte o yazı...



Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze Türkiye'de toprak mülkiyeti olgusuna ve kentsel gelişimimiz üzerine değinelim istedik... 


Osmanlı Devleti'ndeki toprak mülkiyeti sistemi, bugün Türkiye'deki rant mekanizmasının temellerini oluşturmaktadır. Rant kavramı, ilk akla geldiği şekli ile kıt kaynaklara bağlı olarak elde edilen haksız kazanç olma özelliği ile toprak mülkiyetine referansla; bu durum kapitalist ekonomi içinde bir sermaye birikim aracı haline getirilmiştir. 


Öğrenim hayatlarımızda hepimizin tarih derslerinde okuduğumuz üzere; Osmanlı İmparatorluğu'nda asli üretim aracı olan toprağın mülkiyeti devlete aitti. O dönemdeki ekonomik, siyasi ve sosyal şartları göz önünde bulundurularak; 


13.Yy'ın başında kurulan OsmanlI Devleti, toprak mülkiyet sistemini de kuruluş günlerindeki savaş ekonomisini dikkate alarak gerçekleştirdi. Zira, sürekli içinde bulunduğu ve uzun yıllar bulunacağı savaşlar için gerekli olan finansman ve kadrolaşmayı sağlamak amacıyla, o dönem için en önemli kaynak olan toprağın devlet kontrolünde bulunması şart idi. Toprak devletin ileri gelenlerine, askerlere ve yerel yöneticilere tımar olarak ve kullanım hakkı için verilirdi. Tımar sahibi bu topraklar üzerinde tarım yapmak, asker yetiştirmek, vergi vermek ve zamanı geldiğinde yetiştirdiği askerleri savaşa yollamakla yükümlüydü. Ekime açılmış topraklar üzerinde, vergisi ödenmek koşuluyla, çiftçinin tasarruf hakkı mevcuttu. Hatta bu hakkını varislerine de geçirebilmekteydi. Ama bu, özel mülkiyet olarak görülmezdi. Osmanlı, bu merkeziyetçi toprak mülkiyeti yapısı içinde toprağı bir meta olarak yeniden üretmekte hantal kalmıştır ve mülkiyetinin özel ellerde toplanmasına, ticaretine sayısız kısıtlama getirmiştir. 


1923'te Cumhuriyetin ilanı ve yeni Cumhuriyetin modernleşme projesi; ulusal bir pazar kurmayı ve dünya pazarları ile bütü n I eşmeyi i çerm ekteyd i. Cumhuriyet' in kurulmasından sonra, mülkiyet rejimi, başta Medenî Kanun, 2644 sayılı kanun, Tapu Sicil Nizamnamesi, 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri kanunları ve diğer yeni mevzuatla yepyeni bir şekil aldı. Ancak sermaye birikiminin anahtarı olan toprak dağıtılarak ekonomik hareketlilik sağlanacakken, Kurtuluş Savaşı esnasında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında azınlıkların ülkeyi terk etmek zorunda kalması ile devletin elindeki toprak miktarı artmıştı. Daha sonraki yıllarda da köylüye toprak dağıtma çabaları ise yeterli ve adil olamamış, çoğunlukla sınırlı ve sadece belli kesimlerin rant kazanması ile sonuçlanmıştır. 


Türkiye 1980'lerden itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak, yeni bir kentleşme dönemine girmiştir. Bu dönemin en önemli özelliği kentsel topraktan elde edilen rantın küresel sermayenin ilgi alanına girmesidir. Ancak Batıdaki örneklerinden farklı olarak, bu rant birikimi devlet mülkiyetindeki toprağın özel mülkiyete geçmesi şeklindedir. Bu sürece ait hukuki bir zeminin olmaması, kent toprağını politik baskıların nesnesi haline getirmiştir. Tüm bu gelişmeler ortak, eşit ve demokratik bir yaşam alanı olması gereken kentleri bu niteliklerinden uzaklaştırinaktadır ve sermayenin kentlerde yarattığı olumsuz gelişmelerin 

sonucu; "kentsel rant" kavramının yerleştiğini söylemek yanlış ol mayaca kt ı r. Son ras ı nda; kentsel toprak yakın gelecekte kentsel arsaya dönüşeceği ümidi ile alınıp satılmaya başlanmıştır. Piyasa değeri tarımsal üretim potansiyeline göre değil, kentsel arsa olma olasılıklarına göre oluşmaya başlamıştır. Kent içinde bir yere sahip olan bu topraklar altyapı ile donatılmıştır; imar planı ile üstünde ne tür kullanımların olacağı belirlenmiştir. Buna göre kent çeperindeki bir tarımsal toprağın, kentin büyümesi ile değeri artar. Bu alanın imar sınırlarına alınması tekrar değerinin artmasına neden olur. Bunun kentsel kullanıma açılması için yol, su, elektrik gibi altyapısının hazırlanması gerekir. Bu da tekrar bir değer artışına imkân verir. Bundan sonra diğer parsellerde yapılmaya başlayan inşaatla birlikte hızla değer artışı olur. Bu durumda kişilerin ucuz değerle aldıkları arsayı bekletmenin hiçbir riski olmamakta ve bu da arsa spekülasyonunu doğurmaktadır. Böylelikle arsa değerinin artışında arsa sahibinin hiç emeği olmamakta ve değer artışının maliyeti altyapı gibi kamusal harcamalara aktarılmaktadır. 


Bu durumun kentin gelişiminde yarattığı olumsuzlukları şu şekilde sıralayabiliriz: 


Kentsel arazide özel mülkiyetin varlığı kentlerin planlanan şekilde gelişmesini önlemekte ve arsa spekülasyonu kent planlamayı politik baskıların bir parçası haline getirmektedir. 


Kent içindeki boş arsaların spekülasyon amaçlı tutulması nedeniyle kentin çeperlerindeki ucuz arsalara yönelinmekte ve altyapı eksikliklerinden dolayı kentsel hizmetlerin daha pahalı olduğu yeni çevreler oluşmaktadır. 


Kentsel arazide özel mülkiyetin varlığı parselasyonu doğurmakta, binalar arasında kalan alanlar bütünleşemediği için yararsız küçük alanlar ortaya çıkmaktadır. 


Sonuç olarak; bugün Türkiye'de topraktan elde edilen rant, en önemli sermaye birikim araçlarından biri olmuştur. Bu süreçteki en önemli sorun, Batıda toprak bir meta olarak piyasa ekonomisinin bir parçası iken, Osmanlı'dan beri gelen merkeziyetçi devlet anlayışı ve toprak rejimine bağlı olarak toprak mülkiyetinin devletten özel mülkiyete geçmesi ve bu durumla ilgili eşitsiz gelişmeyi engelleyici hukuki bir yapının bulunmamasıdır. Toprak üzerindeki hukuki kontrol mekanizmalarının gelişmemiş olması politik baskılar doğurmakta, kentsel toprağın özel mülkiyete dönüşmesi sürecinde oluşan farklılık rantı ve mutlak rant belli kesimlere aktarılırken buradan elde edilen gelir kamu ve kentleşme yatırımlarına dönüşememekte; bunun yerine artan kentsel yoğunluğu karşılamak amacıyla altyapı çalışmalarına aktarılmaktadır. Dolayısıyla toprak rantının bedeli devlet ve yerel yönetimlerin altyapı yatırımları aracılığıyla kamuya aktarılmaktadır. Bu durum Türkiye'de kentleşmenin önündeki en önemli problemlerden biridir. 


Geçmişini bilmeden, geleceği tasarlamak ki; bu husus günümüzde "Kentsel Dönüşüm" olarak karşımızdadır, çok isabetli olamaz. 


Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunamaz... 


Saygılarımla, 


Akdeniz'de Yeni Yüzyıl


Geri Dön