ABD, soğuk denizlere Kanal İstanbul’dan mı çıkmak istiyor?
Çılgın proje Kanal İstanbul, bölgede büyük sorunlar yaratmasının dışında Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin dayanaklarını da bozma tehlikesi taşıyor mu?
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile yanında bulunan Suad Davaz, Numan Menemencioğlu, Asım Gündüz ve Necmeddin Sadak tarihi bir sözleşme imzaladıklarının farkındaydı. Birgün'den Utku Deniz Eren'in haberine göre, bir ay süresince süren müzakereler boyunca, her ne kadar ellerini güçlü hale getiren siyasal koşullar olsa da gerilimin tırmandığı anlar yaşandı. İki önemli kırmızı çizgileri bulunuyordu: Öncelikle boğazları yeniden Türkiye toprağı haline getirmek istiyorlardı. Bir de Karadeniz’i güvenli duruma getirecek koşulları yerine getirmek de kritik önem taşıyordu. Bunları dünyanın genel durumu ve savaşın zaman geçtikçe yaklaşmasının etkisiyle elde edebildi.
İmzadan sonra Aras’ın gerçekleştirdiği konuşma bir zafer nutku olsa da bir yandan da tavizler verildiğini kabul ediyordu.
21 Temmuz 1936 tarihli Ulus gazetesinde yayımlanan beyanatında şu ifadeler yer aldı;
“Bu neticeye erişmek için bizlerden her birimiz tarafından mühim tavizlerde bulunmak icap etti. Herhalde Türkiye en az tavizlerde bulunan devletlerden biri değildir. Memleketim münhasıran milli olabilecek fakat bir teşrikimesai neticesi olmasını tercih ettiği tarzı halle erişmek içindir ki, en mukaddes haklarında fedakarlıklara katlanmıştır.”
Buruk bir sevinç yaşadığı da belliydi. Fakat bu Türkiye ve Karadeniz açısından hem kritik hem de başarılı bir sözleşmeydi.
İşte bugün Kanal İstanbul projesiyle gedik açılmaya çalışılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi buydu.
LOZAN’DA ÇÖZÜLEMEYEN BOĞAZLAR SORUNU
Lozan Anlaşması, pek çok başarılı maddesine karşın boğazlar konusunda kati bir sonuç ortaya koymadı.Temmuz 1923 tarihinde imzalanan anlaşmayla boğazlar askersiz hale getirildi. Her ne kadar Türkiye toprakları içinde görünse de asker bile bulundurulamıyordu. Dahası boğazdan geçecek olan gemilerin kontrolü dahi Türkiye’de değildi. Milletler Cemiyetine bağlı, uluslararası bir boğazlar komisyonu kuruldu. Bir madde, güya Türkiye’nin haklarını güvence altına alıyordu; Türkiye askeri açıdan tehlike içerecek bir durumla karşılaşıldığında, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya yardım edecekti. Ancak bunun kağıt üzerinde kalacağını tahmin etmek güç değildi, büyük savaşta bu tür anlaşma ve ilkeler de bir bir çiğnenmişti.
Nihayetinde Lozan’dan ayrılırken, Türkiye tam kalbindeki boğazları alamamış, gelip geçecek gemilere ilişkin bir söz hakkı elde edememişti.
Bu durum tam 13 yıl sürdü…
Bu esnada Türkiye’nin bazı girişimleri, denemeleri, konuyu tartışmaya açma gayretleri de oldu. Fakat meselenin ciddiyetle masaya yatırılması için dünya konjonktürünün değişmesi gerekliydi. Yavaş yavaş yeni bir savaşın ayak sesleri duyulup güvenlik ihtiyaçları değişmeden Türkiye’nin bu konuda adım atacak pek şansı olmayacaktı.
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, göreve geldikten sonra bu konudaki çalışmalarını hızlandırdı. Her şeyden önce savaş yaklaşırken “silahsızlandırma” konusunu da devreden çıkarmak istedi. Nisan ve Eylül 1935 tarihlerinde konuyu Milletler Cemiyetine taşıdı. Bir taraftan da ülkelerle ikili temaslar devam etti. Rusya ve Yunanistan, Türkiye’nin destek bulabildiği ilk ülkeler arasında yer aldı, sonrası geldi.
MUSSOLİNİ İKİ YIL GEÇ İMZALADI
Temsilciler, Montrö’ye büyük bir özgüvenle gitmişti. Şartlar uygundu ve istediklerini de alacaklarını umuyorlardı. Görüşmeler 22 Haziran tarihinde başladı ve 20 Temmuz tarihine kadar devam etti. Uzun tartışmalardan sonra 29 madde, 4 ek ve 1 protokolden meydana gelen sözleşme ortaya çıktı. Başta pürüz sadece İtalya’ydı. Mussolini sözleşmeyi imzalamadı fakat bu tavır iki sene sürdü. 1938 yılında İtalya da sözleşmeyi imzaladı.
Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin boğazları gerçek anlamda elde etmesini sağlamıştı. Uluslararası Boğazlar Komisyonu feshedilmişti ve bundan böyle yetkiler de Türkiye’deydi. Artık savaş gemilerinin boğazlardan geçişi de ciddi protokollere bağlıydı. Savaş gemileri sadece gündüz geçebilecekti. Denizaltılar ise gündüz ve yüzeyden ilerlemek zorundaydı. 15 bin tonu aşan savaş gemileri de Karadeniz’e giremeyecekti. Dahası Karadeniz’e girecek savaş gemilerinin toplamı kıyısı olmayan bir ülke için en çok 30 bin ton olabilecekti. Savaş gemileri sadece 21 gün kalabilecekti. Türkiye savaşta değilse, savaştaki ülkelerin gemileri de boğazlardan geçemeyecekti. Eğer Türkiye savaştaysa, geçecek gemilerle ilgili kararı kendisi verecekti.
Karadeniz, kıyısı olan ülkeler için güvenli duruma geliyordu.
ABD SOĞUK DENİZLERE ÇIKMAK İSTİYOR
Ancak tüm bunlara rağmen sözleşme Türkiye’yi boğazlara tam hakim duruma getiremedi. Zira Montrö’ye göre barış dönemlerinde gemiler boğazlardan serbest olarak geçebilecekti. Türkiye bunların yükleri konusunda da söz sahibi değildi ve kılavuz kaptan edinmeye de zorlayamayacaktı. Savaş gemisi olmadığı sürece gemiler gelip geçecekti ve bu süreç boğazların tarihinde kazalara, yangınlara, karaya oturmalara neden olacaktı.
Tabii sözleşmenin yarattığı heyecan dalgasında bu fazla önemsenmedi. İmza haberi alınır alınmaz Türkiye’nin dört bir yanında, güneş doğana kadar süren gösteriler yapıldı, marşlar söylendi, tezahüratlar hiç idinmedi. Türkiye boğazları Lozan’dan 13 sene sonra almıştı.
İşte bugün çılgın projeKanal İstanbul’la birlikte açılmak istenen gedik, İstanbul’dan ziyade Montrö Sözleşmesi üzerinde açılıyor. Zira jeopolitik olarak bu kadar önemli bir bölgede atacağınız adımlar hangi prosedür ve protokollere dayanacağı da oldukça önemli. Teknik olarak Kanal İstanbul projesi Montrö kapsamına girmiyor. Peki savaş gemilerinin geçişi ne olacak, savaş uçakları ne olacak, denizaltılar ne olacak; peki Türkiye, peki Karadeniz ne olacak gibi sorulara ise cevap verilmiyor.
İki şeyi biliniyor: Birincisi, Montrö’yü delecek bir kanal açılıyor. İkincisi, ABD on yıllardır soğuk denizlere çıkmak istiyor.
ABD KARADENİZ’İ "İÇ DENİZİ" YAPMAK İSTİYOR
Aslında Montrö’yle ilgili en önemli tartışma 2016 yılında yaşandı. ABD Senatosuna yeni bir yasa taslağı geldi. Yasa taslağı Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiriyordu. Taslağa göre, Montrö Sözleşmesi’nin ömrü dolmuştu, yasanın tekrar düzenlenmesi gerekliydi.
ABD, Montrö’yü fiili olarak delmeye de çalıştı!
Haluk Dural’ın Odatv’deki yazısında hatırlattığı gibi, ABD Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson, 3 Mart 2006 tarihinde yaptığı açıklamada, “Montrö Antlaşması oldukça açık. Ve biz Karadeniz’in uluslararası sularda bulunmasından kaynaklanan haklarımızdan yararlanmak istiyoruz. Yani gerektiğinde gemilerimiz buraya girebilir” dedi.
ABD’nin tutumu bundan sonraki süreçte de değişmedi. Dural’ın aktardığı gibi, Amerika daha sonra Mercy isimli gemiyi 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan Savaşı sırasında Karadeniz’e sokmak istedi fakat Deniz Kuvvetleri tonaj kurallarına uymadığı için gemiyi boğazlara sokmadı.
Akdeniz’i neredeyse bir “iç deniz” gibi kullanan, çıkarmalarına ve işgallerine uzanan bir yol olarak gören ABD, bunun aynısını Karadeniz’de de temin etmek istiyor.