17 / 05 / 2024

Atasoy Müftüoğlu: Dünyada şehirler insan karşıtı mekanlara dönüşüyor!

Atasoy Müftüoğlu: Dünyada şehirler insan karşıtı mekanlara dönüşüyor!

Çevre ve şehir üzerine düşünce dünyamızın önemli isimlerinden biri olan Atasoy Müftüöğlu ile çevre, şehir, insan, yabancılaşma, sömürü, kültür ve medeniyet eksenli bir röportaj gerçekleştirildi...




Bu sayımızda; çevre ve şehir üzerine düşünce dünyamızın önemli isimlerinden biri olan Atasoy Müftüöğlu ile çevre, şehir, insan, yabancılaşma, sömürü, kültür ve medeniyet eksenli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendi değerler dünyasını önceleyen ve kıymet hükmünü hakikatin ölçülerine göre vermeye çalışan düşünürümüzle, bahsi geçen kavramlar çerçevesinde bir zihin yolculuğuna ne dersiniz?



Çevre ve Şehir: Müslümanlar için Medine, sadece bir kelime olmakla kalmayıp, kanaatimizce İslam düşüncesinin göbeğinde en önemli gelecek tasarımını içeren kavramlardan biri olmuştur. Şehir kelimesini kendi bağ­lamının dışına çekerek onu bir toplum projesi haline getirmiş, geçmişten geleceğe uzanan çizgide vizyonunu o kelimeye yüklemiş, bununla birlikte davranış, verim, perspektif ve tasarım açısından ele aldığı kelimeyi de­vamlı olarak zenginleştiren şey; bu topraklara baktığı­mızda nedir. Yani Medine'yi medeniyet yapan unsurun İslam düşüncesi içindeki dinamiklerinden bahseder misiniz?



Atasoy Müftüöğlu: Medine bir medeniyetin bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde, hayatın her alanına ilişkin, içerik/vizyon/program/sistem/yöntem üreten, sürekli olarak kendini yenileyen, çoğaltan bir ufkun/ bilincin/mekanın ifadesidir. Medine büyük bir ruhun, derin bir mahremiyet duygusunun,herkesin birbirinden sorumlu olduğu bir kardelik/dayanışma duygusunun, iman-amel-amaç birliğinin, mekan estetiğinin, düşün­sel/kültürel/entelektüel hareketliliğin, estetik duyarlı­lığın bir bütünlük içinde temsil edildiği dünyadır. Medine'yi imaret ve ümran kavramları ile birlikte düşünmek gerekir. İmaret hayatın bütün renkleriyle, heyecanlarıyla, hüzünleriyle, hareketliliğiyle, talepleriyle, beklentile­riyle ınşa'sı demektir, imaret, hayatın bütün boyutlarının islami bir bütünlük/tarz/üslup/estetık/sıstem şeklinde iç içe geçerek somutlaşmasıdır. İslam, tarihe girdiğinde, tarihi yeniden başlattığında önce İslam Toplumunu oluş­turdu. İslam, bir iman/ahlak/eylem biçimi olarak toplu­mun kalbini/aklını oluşturdu. Bu toplum daha sonra ma­neviyat/siyaset/bili m/diplomasi/kültü r/esteti k/ekonomi vb. üreterek, bir sisteme dönüşerek siyasal bir iradeye kalbederek evrenselleşme yürüyüşünü başlattı.


Çevre ve Şehir: insanı yetiştiren ve ona şekil veren çev­reler vardır, bildiğimiz kadarıyla bu çevreler somuttan soyuta kadar geniş bir daire içinde yer alırlar. Toplum, aile, iklim; bunlar arasında somut olanları örneklendi­rirken kültür, ve düşünce ve bilim gibi unsurlar da daha soyut kısımda kalırlar. Bu bağtemda şehir dediğimiz mekan soyut ve somut taraflarıyla bizim kültümüzde nerede yer bulur?



Atasoy Müftüöğlu: Medinelerimiz medeniyet üreten mekanlardı. Kentler ise bir tekniğe dönüşmüş mekanlar­dır. Medinelerimiz eksiksiz bir bütünlüğü temsil ederler. Medine'de her alan, her ilgi, her disiplin, her etkinlikve üretim islami dünya görüşünün ve hayat tarzının ufku/ sınırları/incelikleri/hassasiyetleri dikkate alınarak inşa edilir. Medinelerimizde kutsal olan ya da olmayan, dini ya da dünyevi, ahlakı ya da ahlak dışı gibi kategorilere yer yoktur. Ümmet, birden fazla hukuki sistem içerebileceği gibi, birden fazla kültürel sistem de içerebilir. Medine'de her tür ilişki hikmet zemininde ifadesini bulur, öğütle tahkim edilir, en güzel tartışma yoluyla ilişkiler zengin­lik kazanır. Medine kültür, vahyin ve aklın bütünlüğünü, vahyin ve aklın eşitliğini yansıtır. Medine toplumu, bilgisini, düşünce ve kültürünü çoğalttığı ölçüde ilahi Hakikate, hikmete yaklaştı, bilgiden/düşünce ve kültürden uzaklaştığı ölçüde ilahi Hakikate/hikmete yabancılaştı.



Çevre ve Şehir: Bizim şehirlerimizde yer alan mekanlar sayısal ve nitelik olarak Batı şehrinden farklı bir durum arzedip, farklı biryerde konumlanırlar. Batıda şehir maddeden başlar ve insana gelene kadar oldukça irtifa kaybeder. Bizim geleneksel kültürümüzde şehir, Batı şehri gibi önceden bütün detaylarına varıncaya kadar planlanan bir şehir değildir. Geleneğimizde şehir, ortada camisi bulunan ve ondan sonrası ise sivil olarak yapıla­nan bir mekanda yer alır. Dolayısıyla geleneksel şehri okumaya kalkarsak, ilk önce Allah’a bağımlılığın esas olduğu, ama onun altında istediğini yapabilme tarzında büyük bir özgürlükler kümesinin yer aldığı bir mekan tanziminden söz edebiliriz. Yanı şehrin özgürleştiren bir durumu varmış gibi geliyor, bize en azından batıda



Çevre ve Şehir: Evvelki şehirlerimize nispeten söylersek, işbu şehirlerin hepsinin farklı birer havza olduğunu bilmekteyiz. Bu şehirlerimiz kendi hakim atmosferlerine göre insanla­ra şekil vermiş şehirlerimizdir. Semerkant, Buhara, Taşkent, İsfahan, Bağdat, Şam ve Konya gibi şehirler bazı ekolleri oluşturan şehirlerdir. Hatta bazı şehirlerin isimleri şehir­lerle birlikte anılmıştır; Basra Ekolu gibi. Bugün itibariyle bizim şehirleri­miz dediğimiz Müslümanların nüfus olarak çoğunluğu sağladığı şehirlerde bu özellik görülmemektedir. Aca­ba böyle şehirlerimiz var da bunları biz mi bilmemekteyiz, yoksa şehir­lerimiz bu niteliğini kaybettiler mi? Eğer kaybettilerse biz şehirlerimize bu kimliği nasıl kazandırabiliriz?



Atasoy Müftüöğlu: Bugün, bütün dünyada şehirler insan karşıtı mekanlara dönüşüyor, insana düşman mekanlara dönüşüyor, insanlar şehirlerde boğuluyor, bunalıyor, daralıyor. Bugünün kentlerinde öncelik insanların değil arabalarındır, in­sanların şehirlerde yaşama hakları kısıtlanmıştır. Modern-endüstriyel sistem çevreyi fiziksel bir madde gibi algıladığı için, çevreyi sınırsız bir biçimde sömürüyor. Şehirlerimizde islami bir nitelik kazandırabilmek için, her şeyden önce bizim, bireyler olarak, islami niteliklere sahip ol­mamız gerekiyor. Tabiat bizim mül­kümüz değil, Allah'ın mülküdür. Gü­nümüzde her şey, bilim ve araçsal aklın sınırları içerisine alındığı için, aşkın değerler şehirlerin dışına sü­rüldü. Tabiata/çevreye ahlaki olma­yan araçlar için müdahale edemeyiz. Çevre/şehir içerisinde ahlaki ölçüleri gözeterek yaşadığımız yerdir. Tabiata uluhiyet isnad edilemez. Tabiat yaratılmıştır. Tabiata biçim ve renk veren Allah'tır. Allah’ın yaratmasın­da bir düzensizlik yoktur.



Çevre ve Şehir: Eskiden, hatta o kadar eskiye gitmeye gerek kalmadan da söyleyebiliriz. Şehirlerimiz modernitenin boğucu o maddi etkisine uğramadan yani bundan kırk elli sene önce mahalle dediğimiz birimlerimiz vardı, burada belli bir yaşam biçiminin renginin hakim olduğunu görürdük. Şimdi olduğu gibi zengin fakir ayrımının olduğu bir mahalle yoktu, zenginlerle fakirler aynı semti paylaşır, aynı şeyleri yer aynı şeyle­ri içerlerdi. Mahallenin bir muhtarı ve seçilmiş bir ihtiyar heyeti bulu­nurdu. Mahallede herhangi bir olay vuku bulduğunda büyüklüğüne göre eğer mahalle içindeki akil insanların araya girmesi ile çözülürse çözülür, çözülmez ise kadıya intikal ederdi. Şimdiki mahallelerimizde bu durum yok, evet bir muhtar seçiyoruz ama bu muhtar sadece formel bazı dü­zenlemeleri yapmanın, mahalli yönetimi bir bakıma merkezi yönetime jurnallemekten ileriye gitmiyor, gi­demiyor. Tekrar eski şehirlerimizde bulunan ve bu tip çeşitli fonksiyonlar üstlenen şehir bileşenlerine ulaşabilir miyiz?



Atasoy Müftüöğlu: islami düşünce/ kültür/medeniyet alanları işgal al­tındadır. Müslüman akıl/zihin işgal altındadır. Buradan yola çıkarak, her şeyden önce islami bir epistemolo­jiye ihtiyacımız olduğunu hatırla­malıyız. islami varlığımızın yalnızca sayılarla sınırlı bir varlık olmadığını hatırlatmalıyız. Ne gereği gibi İslama aitiz, ne de gereği gibi modern dünyaya aitiz. Hem geçmişi tekrar ve taklit ediyoruz, hem de modern dünyayı taklit ediyoruz. İslam toplu- muna sahip olmadığımız için, islami içerik üretemiyoruz, islami düşün­ce, kültür, tarih, eleştiri, sorgulama üretmiyoruz. Sömürgeci/kolonya- list küItürün/yaklaşımın/aIgının dönüştürücü etkisiyle nihayi anlamda hesaplaşamaksızın, yeni bir islami toplum/iklim/ufuk inşa edemeyiz. Geçmişe doğru, kendi kültür ve medeniyet dünyamıza yönelik eleştirel bir seçicilikle, modernliğe yönelik olarak da eleştirel bir seçicilik gerekiyor. Şehirlerimize yeni bir üslup ve tarz kazandırabilmemiz için islami bütünlüğü, iman ve amel bütünlüğü içerisinde temsil yeteneğine sahip olmamız gerekiyor.



Çevre ve Şehir: Size göre çevre nedir? Çevre ve şehir bileşeninde her iki unsurun yeri ne olmalıdır? Bu­günkü zihinlerde çevrenin varlığı şe­hirlerimizde kişi başına düşen yeşil alan miktarı veya potansiyel yeşil alan miktarı olarak hesaplanıyor. Şehirden çevreye doğru açıldığımız­da insanı tanımlayabilecek olan en verimli 'çevre' nasıl şekillenebilir.



Atasoy Müftüöğlu: ilahi yaradılış varoluş bir düzenlilikle birlikte, bir amaçlılık da içerir. Varoluş bir hikmet ve gayeye yönelik olduğunda anlşm kazanır. Düşünmek, görmek, aklötmek, fikretmek gibi nimetler bize tabiatı anlamak için bağışlanmıştır. Tabiat insanın hizmetindedir. Bu nedenle bizim Tabiatı/çevreyi en güzel şekilde kullanmak gibi bir sorumluluğumuz var. Her şeyi ilahi emanet olarak algılayan ahlaki bir yeteneğe/hassasiyete sahip olma­dığımız takdirde bir çevre hassasi­yeti oluşturamayız. Hiç bir değer ve ahlak sistemine ihtiyaç duymayan modern-endüstriyel-seküler bilim yaklaşımı insanlığı çevre konusunda olduğu gibi her alanda tehdit edebiliyor. Çevreye karşı ahlaki sorumluluk duygusu içerisinde bulunmamız gerekiyor. Çıkarcı rasyonelliklerin dünyasında, ahlaki sorumluluk duygularından söz edemeyiz. Nesnelere, eşyalara dönüştürülmüş toplumlarda çevre bilincini yeniden biçimlendirmek çok yönlü çabalar ister.



Çevre ve Şehir: Çevre; batılı zihin algısı tarafından ölçülen biçilen bir şey haline getirildi. Analitik düzlemde taş artık taş olmaktan çıktı ve taşın kimyasal bileşenlerinden ne bir fazla ne de bir eksik hale gedi. Aynı zamanda çevre de çevre olmaktan hızla çıkıp batılı algının en boy ve de- rinlik ifade odon indirgemeciliğine neti olarak değerlendirebileceğimiz çevre, İslam toplumunda bu kadar analitik cendere altına girebilecek bir unsur mudur? Şehirle yaşamış olduğu birliktelik çevreyi nereye ve ne kadar dönüştürür?



Atasoy Müftüöğlu: Günümüzde şehirler/çevre kökten dönüşümler yaşıyor. Şehirler aidiyet mekanları değil, kapitalist ihtirasların, çıkarların, rekabet ve barbarlığın sürekli olarak saldırılarına maruz kalan fi­ziksel mekanlar. Bu saldırılar gün­delik hayatın ruhunu, niteliklerini, komşuluk ilişkilerini bütünüyle yok ediyor. Hoyrat bir neoliberalleşme, şehirleri kültürel anlamda tüketi­yor. Bugün, bütün şehirler/kentler varoluşsal bir bunalım içerisindedir. Bütün toplumlar, şehirler, kültürler bir maddiyat zehirlenmesi yaşıyor. Biz Müslümanlar romantik bir geç­miş anlayışı ile, ütopik bir gelecek anlayışı arasında gidip geliyoruz. Taklide dayalı bir varoluş biçiminin gerçek olamayacağını düşünmüyoruz. islami bir topluma, islami bilgi ve değer sistemine sahip olmaksı­zın bir medeniyetten söz edemeyiz, islami şehrin yeniden inşa’sı, islami toplumun yeniden inşa'sı ile ilgili bir konudur. Şehir ve çevre kültürüne, entelektüel hevesler ve entelektüel modalar içerisinde kalarak, katkıda bulunamayız.



Çevre ve Şehir: insanlar için kurduğumuz evler, bu gün itibariyle söyleyecek olursak artık ne bize ne dirler. Sanki bina salt kendisi için düşünülmüş bir şey olarak varlığını sürdürmekte, insan salt kendi tikelliğinde yine kendisi için varlığını sürdürmekte olan bir unsur ve çevre de yalıtılarak ve bileşenlerine indir­generek varlık alanında yer etmektedir. Bunların uyumlu birliğini oluş­turabilecek bir çevre insan ve şehir terkibi kurulabilir mi? Halihazırda elimizde bu yapıyı oluşturabilecek enstrümanlar var mıdır, eğer varsa bunların neler olduğundan söz eder misiniz?



Atasoy Müftüöğlu: Her şeyden önce yapısal bir dönüşüm için, yeni bir algılama biçimine öncülük edecek entelektüel kadrolara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Günümüzde insan ve şehir ilişkileri, kuralsızlık, başıboşluk, keyfilik ve yabancılaşma ile malüldür. Bizler bugün, topluma karşı, çevreye karşı, insanlığa ve dünyaya karşı sorumluluk ahlakı taşıyan bireyler ve topluluklardan söz edemiyoruz. Çevre-kent ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, sosyal/ kültürel/ekonomik/politik değer­lerin ahlaki temeller/hassasiyetler üzerinde şekillenmesiyle birlikte ele alınabilir, ithal bilgiler, bilimler, yöntemler aracılığıyla hiç bir kalıcı dönüşüm sağlanamaz. Gerçek bir dönüşüm için islami bütünü temsil eden, islami dünya görüşü ve ah­lak sistemini içeren bir paradigma oluşturmak gerekir. Sloganlardan ve klişelerden ibaret bir bağımsız­lık yaklaşımıyla böyle bir paradigma oluşturulamaz. Hep ütopik fantezi- lere yaslandığımız için, entelektiipl ra gereği gibi cevap veremiyoruz. Toplumlarımız, insanlarımız ancak, neoliberal dünya görüşünün hima­yesi/müsamahası ölçüsünde islami taleplerim dile getirebiliyor.



Çevre ve Şehir: insanın kendi dışın­daki her unsur çevreyi işaret eder aslında. Bu bağlamda hepimiz bir diğerimizin karşısında çevreyi ifade etmekteyiz, bizim başkasının çevresi olduğumuz yerde çevrenin maddi ve manevi yapılanışı da yine bir miktar Atasoy Müftüöğlu: Elbette öyle olması gerekir. Ancak, bizler, modern zaman­lar boyunca ve halen devam etmekte bulunan nihai yabancılaşmalar yaşa­dık. Kendi referans kaynaklarımızdan/ sistemimizden ayrıldık. İslam toplumlarının düşüncesinin/kültürünün/ medeniyetinin sürekliliği, özgünlüğü, seküler müdahaleler sebebiyle kesintiye uğradı. Bugün, düşüncelerimiz, dilimiz, kavramlarımız, tarih yapma iradesine sahip değildir. Düşüncelerimiz, dilimiz, kavramlarımız, kültürümüz tarihe müdahale etmek bir yana, dondurulmuş, hayatiyetini yitirmiş çevreler olarak var. Kendi sorunlarımızı, önceliklerimizi, gündemimizi, tercihlerimizi kendimiz belirlemiyoruz. Düşüncelerimizi, sistemimizi, önerilerimizi tarihe yansıtamıyoruz. Ayrıca bunları tarihe yansıtmak gibi bir çabamız da yok. Bizler, dışarıdan ithal edilen neoliberal gündemin peşinden sürükleniyoruz, islami sosyo-politik birsistem olarak gündemimize almaya cesaret edemiyoruz. Modem bilimin, hayatın her safhasında kendisini hissettiren seküler baskısı/kibri/meydan okuması karşısında, düşünce hayatı Çevre ve Şehir: Çevre ile beraber düşünüldüğünde ilk etapta akla gelen kelimelerden biri de kirlilik olmakta, aslında insanın içi temiz olursa, bir anlamda insan kendinle barışık bir hayat yaşarsa eğer, bu durumda dışarısı da daha temiz olmaz mı? Yani manevi temizlik maddi temizliği gerektiren bir şey değil mi? Hem kirlilik sadece sokaklarda görülen çöp­lerden mürekkep bir olmasa gerek. Bu husus hem maddi olarak hem de manevi olarak daha fazla bir alana yayılmış, daha fazla mekan tutmuş gibi, manevi bir kirlilik, kültürel bir kirlilik, zihinsel bir kirlilik ve ahlak­sal bir kirlilik bariz bir şekilde ortada buna müteakip diğer duyu organları­mızla da idrak ettiğimiz ses kirliliği, görüntü kirliliği koku kirliliğinden bahsedebiliriz, ilk etapta sanki biri diğerini dışlarmış gibi görünse de aslında bu maddi ve manevi unsurlar ahenkli bir birlikteliği hangi zeminde ve şartlarda oluşturabilirler. Tabi ilk etapta buna olan gereksinimin aciliyeti noktasında ne dersiniz?



Atasoy Müftüöğlu: Sömürgeciler ilk önce sömürgeleştirmek ıstedikleri halkların bilincini sömürgeleştirdiler. yöntem/söylem/irade oluşturmasını engellediler. Kolonyal tecrübe, sömürgeleştirdiği halkların tarihle­rini üretmeye izin vermez, onların tarihlerini, onlar adına ve onlara sormadan yazar. Sömürgeciler, tarihin felsefesini yapma yapma hak­kını kendine tanır, sömürgeleştirilen halklara tanımaz.sömürgeleştirilen halklar tarihin sadece kaydını tu­tarlar, bu kayıtlarda sömürgecilerin katliamları, işgal ve istilaları yoktur. Asıl kirlilik, zihinlerimizin kirliliği ile başlıyor. Maddiyatçı zehirlenme ile de içimizin/ahlakımızın kirliliği baş­lıyor. Avrupa'nın tarihi ele geçirmesi ile birlikte her şey, Avrupa aklına/ çıkarlarına göre kavramsallaştırıldı, bu kavramsallaştırma Avrupa dışı dünyaya dayatıldı. Bizler bu dayat­malara maruz kalmaya devam et­tikçe zihinsel kirlilikten kurtulmayı başaramayacağız.



Çevre ve Şehir Dergisi


Geri Dön