22 / 11 / 2024
fuzul

Çırağan Sarayı tarihçesi!

Çırağan Sarayı tarihçesi!

Çırağan Sarayı. Boğaz’ın kıyısında bir inci. Siyasi açıdan çalkantılı bir dönemde hizmet verdiğinden ötürü birçok olaya sahne olmuş, büyük bir yangın geçirmiş ve bu yüzden hep mahzun, hep kederli kalmış…




III. Ahmed döneminden itibaren Osmanlı hükümdarları, Batı’daki, özellikle Fransa’daki Barok saraylara olan hayranlıklarından dolayı kendileri için de o tarz saraylar inşa ettirmeyi düşünüyorlardı. Eski Çırağan Sarayı, Osmanlı padişahlarının, Batı benzeri saraylarda oturma arzusunun ilk neticesiydi. Bu, benzeri yapıların inşa edilmesi adına kendinden sonrakilere ilham kaynağı olacaktı ve Sultan Abdülaziz dönemi sonlarına kadar yoğun bir saray yapımı gerçekleşecekti. Böylelikle Boğaziçi ve Haliç kıyıları, devrin sanat ve mimarî anlayışını aksettiren kasır ve köşklerle donanacaktı.


Mimarlar büyük olsun küçük olsun 19. yüzyıl saraylarını tasarlarken binaların üslubu ve kullanılış amacına harcadıkları kadar bir mesaiyi saray yapısının gösterişliliği ve görkemine de ayırmışlardı.


Çırağan Sarayı’nın yeri, 17. asır başlarında “Kazancıoğlu Bahçesi” diye bilinirmiş. Burada saltanata ait ilk yapı IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ın yalısı olmuş. III. Ahmed dönemine kadar bu yapının zaman içerisinde harap olduğu sanılıyor. III. Ahmed döneminde ise Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, eşi Fatma Sultan için bu yerde yeni bir yalı yaptırmış. Kendisi burada III. Ahmed’in de katılımıyla gerçekleştirilen “Çırağan Şenlikleri” veya “Çırağan Safaları” denilen meş’ale şenliklerini düzenlettiğinden bu alan, Farsça’da ışık anlamına gelen “Çırağan” ismiyle anılmaya başlanmış.


“Eski Çırağan”

I. Mahmud devrinde Çırağan, bazı resmî ziyafetlere ve görüşmelere tahsis edilir. 1767’de ise Şeyhülislam İbrahim Efendi’ye verilir. Yapı, İbrahim Efendi’de fazla durmaz, 1774’te satışa çıkarılır. III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan yalıyı alır ve 1791-1795 yılları arasında Yorgi Kalfa’ya yeniden yaptırır. Burayı çok seven III. Selim bir müddet sonra yalıyı satın alır. 1803’te mabeyn dairesinin tamamlanmasından sonra III. Ahmed döneminden daha çok önem verilen bir yapı oldu Çırağan. Çırağan, II. Mahmud devrinde de III. Selim dönemine göre daha çok kullanıldı. II. Mahmud yaz aylarında vaktinin çoğunu Çırağan’da geçiriyordu. O zamana kadar bir yalı veya küçük bir kasır niteliğindeki Çırağan o zamandan sonra hem ebatları hem de işleviyle gerçek bir “sahilsaray” niteliğine sahip olacaktı. Ancak bu yapı “Eski Çırağan” diye anılacaktı. Sarayın inşasına 1834 yılında başlandı. Sultan II. Mahmut sarayın bitimini göremeden 1839’da vefat etti. Sarayın yapımı onun vefatından iki sene sonra tamamlandı. Sultan Abdülmecid, yönetime geldiğinde babası II. Mahmut’un yapımını başlattığı Eski Çırağan Sarayı bitmek üzereydi. Tamamlandıktan sonra saltanatının ilk devrinde en çok kullandığı saraydı. 1856’da Dolmabahçe Sarayı’na geçti. 1857’ye gelindiğinde Eski Çırağan yıktırılmış, yerine yenisi yaptırılmak isteniyordu.


“Yeni Çırağan”

Sultan Abdülaziz, 1861’de tahta çıktığında Yeni Çırağan Sarayı’nın planları Nikağos Balyan tarafından hazırlanmıştı zaten. 20 Ocak 1863’te inşasına başlanan saray 27 Eylül 1871’de tamamlandı. Sarayın müteahhitliğini Serkiz Balyan ve Nersisyan Kirkor üstlenmişti. Sarayın yapımında kullanılan malzemeler, hem yurtiçinden hem de yurtdışından hassasiyetle seçilerek temin edilmişti. Sarayın yapımının 27 Eylül 1871’de tamamlanmasından sonra Sultan Abdülaziz, Mayıs 1872’de saraya yerleşti ancak uzun süre burada oturmadı. Sultan Abdülaziz son kez 11 Mart 1876’da Çırağan’a gelerek bir müddet burada ikâmet etti.


Çırağan’ın bakımsız geçen yılları

Ssiyasi koşullar nedeniyle Çırağan Sarayı 1904’e kadar bakımsız kaldı. Çok mecburî durumlar haricinde tamir adına herhangi bir şey yapılmamaktaydı. 29 Ağustos 1904’te V. Murad’ın vefatının ardından Çırağan Sarayı için büyük bir tamirat faaliyeti başladı. II. Abdülhamid, Fransa’nın İstanbul Büyükelçiliği Mimarı Antoine Perpiqnani’yi Çırağan Sarayı hakkında bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Perpiqnani, Tüfengi Tahir Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Müdür-i Sanisi İzzet Bey ile birlikte 22-25 Mart 1905 arasında Çırağan’ı tetkik ederek bir rapor hazırladı. Raporunda sarayın acilen tamir edilmesi gerektiğini, iki yıl daha gecikilirse tamirin mümkün olmadığını ifade ediyordu.


Bir tamiratta, bina ilk yapıldığında kurşundan yapılan çatı kaplamalarının yerine galvanizli saclar konulur ve bunlar bir süre sonra çürür. Çatıdaki bu yeni kaplamanın çürümesi ve çatının yağmur suyunu sağlıklı bir şekilde tahliye edememesinden ötürü bina içerisine su sızar uzun bir süre. Yapılacak tamiratta çatının kurşunla kaplanmasına ve sağlıklı bir su tahliyesi için gerekli şekilde düzenlenmesine karar verilir. Harem Dairesi, Ağalar Dairesi, ikinci katın tavan parkelerinin, bazı duvar nakışlarının, kapı ve pencerelerin, dört tane Marmara merpeni sahanlığının, içerideki merpenlerin, mermer döşeli iki saltanat holünün, hamamların tamir edilmesine karar verilir.


II. Abdülhamid devrinin sonları…

23 Temmuz 1908’de anayasa tekrar yürürlüğe girer. II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Seçimler yapılır ve Aralık 1908’in on yedinci günü Sultanahmet’te Meclis-i Mebusan açılır. 31 Mart olaylarından sonra Meclis-i Mebusan’da yapılan oylama sonucu II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine karar verilir. Çırağan’da oturmak ister ancak bu arzusuna verilen cevap olumsuzdur. Meclis-i Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey meclis binasının yetersiz olduğunu düşünmektedir. V. Murad’ın vefatından beri kullanılmayan Çırağan Sarayı ideal bir meclis binasıdır Ahmed Rıza Bey’e göre. Sultan V. Mehmed Reşad’ın izni alınarak Çırağan Sarayı, meclis binası yapılır. Yapılan düzenlemelerle meclisin ikinci dönem oturumlarına hazır hale getirilir. Sarayın üst katındaki üç salondan birisi padişaha, birisi Meclis-i Mebusan’a, diğeri de Meclis-i Ayan Daireleri’ne ayrılır. Meclis-i Mebusan’ın ikinci dönem açılışı 14 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı’nda yapılır.


Çırağan’da büyük yangın

19 Ocak 1910’da kalorifer bacasından kaynaklanan bir yangın çıkar. Çırağan alev alev yanıyordur. İlkin saray görevlileri müdahale eder. Ardından itfaiye yetişir ancak mücadele ettikleri sadece yangın değildir. Rüzgar da yangından yana tavır almıştır. Haliç’teki donanmadan Mesudiye Zırhlısı, Romorkör Kumpanyası’nın itfaiye vapuru, Amerika ve Rusya sefaretlerine ait birer yat yetişir ancak rüzgarı alt etmek mümkün olmaz. Saray tamamen yanar.


Sarayın yeniden inşa edilmesi için bazı kaza ve vilayetlerde yardım kampanyaları açılır. Yangının üzerinden bir hafta geçmemişken 25 Ocak 1910’da Basra Vilayeti ve Düzce Belediyesi tarafından yardım gönderilir. Yangından hemen sonra yeniden onarılma gibi bir düşünce yoktur ve enkazla ilgili de bir süre hiçbir faaliyette bulunulmaz. Ancak bir süre sonra, 26 Temmuz 1910’da sarayın yeniden meclis binası olarak kullanılıp kullanılamayacağının tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasına karar verilir. Keşif komisyonu enkazı inceler ve raporunu yazar. Yenileme maliyeti çok yüksektir. Arama ekibinin işi bittikten sonra saray duvarlarının tamir edilip binanın üzerinin kapatılmasına karar verilir. Meclis-i Vükela sarayın enkaz ve arsasının Hazine-i Hassa’ya ait olduğunu Maliye Nezareti’ne bildirir 13 Nisan 1914’te. I. Dünya Savaşı sonunda, İstanbul işgal altındayken Çırağan Sarayı harabeleri “Biziko Kışlası” ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılır. 1930’lu yıllarda sarayın bahçesine Beşiktaş Futbol Kulübü tarafından futbol sahası yapılır. 1946’da çıkarılan bir kanunla saray İstanbul Belediyesi’ne vakfedilir. 1987’deAlman turizm kuruluşu Kempinsky, Çırağan’ı restore eder ve 1990’da “Çırağan Sarayı Oteli”, 1992’deyse “Tarihi Saray”ın açılışı yapılır. Saray için yapılan bir renovasyon ise 20 Nisan 2006’da bitirildi ve saray süitleri tamamen yenilendi.


İçi de dışı da dengeli ve uyumlu

Çırağan Sarayı 1863-80’li yıllarda rağbet gören oryantalist üslubun en önde gelen örneklerinden biri. 19. Asrın Batı dünyasında ilgi ve beğeni ile çeşitli türdeki yapılarda uygulanan oryantalizm, Türkiye’de ilk defa Sultan Abdülaziz devrinde çok sayıda yapı için uygulandı. Osmanlı bezeme geleneğine de yabancı olmadığından beğenilmişti. Oryantalizm modasının İstanbul’da kabul görmesinde, Mağrib mimarlığının izlerini taşıması da etkili oldu. Sarayın iç ve dış üslubu yekvücut değil. Cephede klasik vurgularla birlikte neo-gotik motifler kullanılırken iç mekânlar ise oryantalist bir anlayışla düzenlenmiş. Saray planı dört kısımdan oluşur; büyük saray-ı hümayun, harem dairesi, ağalar dairesi ve müştemilat. Saray-ı hümayun, mabeyn, yatak ve valide dairelerinden müteşekkil. Sarayın işgal ettiği alan 115 metre genişliğinde, 664 metre uzunluğunda, 73 bin 360 metrekarelik bir alanı kaplıyordu. Yaklaşık 120 metreye varan uzunluğun, bina cephesinin ortasının çökük gözükmesine sebep olmaması için optik bir düzenleme yapılarak orta kısım yükseltilerek iki yana doğru belli bir miktar eğim verilmiş. Yekvücut cephe ritmik bir düzene sahip. Pencere ebatları aynı. Salon, oda ve balkonlu oda pencerelerinin birbirinden farkı sadece üst kısımlarındaki dekoratif biçimler. Saraya deniz tarafından da merpenle girmek mümkün. Çırağan’ın içinde ve dış cephelerinde toplam bin 300 mermer, porfir, somaki direk bulunuyor. İç duvarlar ise beyaz, pembe ve yeşil mermer ile işlenmişti. Başlı başına bir mücevherden farksız sarayda geometrik süslemeler kullanılmış ağırlıklı olarak. Saray süslemesi her açıdan birbiriyle uyum sağlayan bir süsleme anlayışının ürünü. Bunu mobilyadan sütuna, kapıdan halıya, pencereden tavan süslemesine kadar görmek mümkün.


İnce elenip sık dokundu

Sarayın mimarisi ve süslemesinde gözetilen hassasiyet açısından ilginç bir hadiseden bahsedelim. Saray inşa edilirken Gördes ve Uşak’a halı sipariş edilir. Bu siparişle ilgili yapılan kontratta istenilen halının nitelikleri sıralanırken “şeşper” isimli bir motifin halılarda uygulanmasına dikkatle riayet edilmesi istenir. Çırağan ile aynı anda yapılmış olan Beylerbeyi için böylesi bir siparişte bulunulmamıştı. Aynı şey Dolmabahçe için de geçerliydi. Plan ve programı yapılmış olan ortak süsleme dengesini yakalama kaygısıydı Çırağan için gösterilen bu hassasiyetin nedeni. Halılarda gösterilen bu hassasiyet mobilyaları da kapsıyordu. Bunun için sarayın doğramacı başısı Vortik Kemhaciyan’a Beşiktaş’ta bir atölye açılır ve mobilyalarla birlikte kapı, dolap ve pencereler de kendisine yaptırılır. Büyüklük ve zarafet birbirine zıttır biraz. Ancak Çırağan’da bu zıtlığı göremeyiz. Son derece haşmetli iki saltanat kapısına sahip Çırağan’da bu kapıların büyüklüğü zarafetlerine halel getirmez. Batı etkisiyle mimaride yenilikler arayan Osmanlı mimarisi yerli elemanları ve motifleri yeniden yorumlayarak bir üsluba ulaşmıştı. Bu üslubu Çırağan Sarayı’na son derece güzel bir şekilde uygulamıştı.


TOKİ Haber


Geri Dön