Dilara Akay projelerini anlattı!
Dilara Akay Türkiye’nin ilk sanal sanat iletişim ortamı arayuzgaleri.com'u hayata geçirdi, genç sanatçıları destekliyor... Sanatçının son etkinliği Rebirth-day İstanbul,"suyun yüzü suyu hürmetine” düzenleniyor...
Dilara Akay'ı takip etmek zor... Onu ilk tanıdığımızda Dice Kayek’in Di'siydi, basındaydı, sonra hep daha geniş ufuklara uzandı... Uzun zamandır heykeller üretiyor, enstalasyonlar yapıyor, performans sanatçılarıyla işbirliği içinde, bienallere katılıyor, sanat platformu HAYAKA ARTI’yı kurdu, hemen ardından Türkiye’nin ilk sanal sanat iletişim ortamı arayuzgaleri.com'u hayata geçirdi, genç sanatçıları destekliyor... Sanatçının son etkinliği Rebirth-day İstanbul,"suyun yüzü suyu hürmetine” düzenleniyor.
Nereden başlayacağımızı bilemedik, güncel sanatın çok farklı alanlarında, farklı güzergâhlarındasınız. “Su”dan mı girsek sohbete... 21 Aralık tarihi için, bir günlük suyun yolunu izleme gibi kurguladığınız etkinlikten söz edelim mi? Biz baskıya girdiğimizde etkinlik gerçekleşmiş olacak, nasıl bir etkinlik planlıyorsunuz?
Öncelikle bütün bu yolculuk kendini tanıma, kendin olma ile ilgili; yani bulunduğum durumu, kapasitelerimi, varlığımı, yaşamımı anlamlandırma çalışmaları. Bu yolculuk tek yönde değil, içeri ve dışarı doğru... Ve yol boyunca bazı duraklarda bilerek daha uzun vakit geçirmek, beraberinde derin düşünce ve zengin tecrübeler getiriyor. Su da bu konulardan birisi. Temelinde “Commons” (müşterekler) kavramı ve özellikle de “Su Hakkı!” kampanyası ile ilgili... İtiraf etmeliyim ki dişil özelliklerinden dolayı su ile ilgiliyim. Ve suyun başta “yaşam hakkı” olması konusunu çok önemsiyorum. Her bireye yaşamı için gereken suyun bedelsiz verilmesi ve kaynakların eşit kullanılması anlamında... Ayrıca su, en küçük canlı organizmadan, en büyük canlı varlığa kadar bütün biyolojik hayatı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan şey. Ve su dünyamızda canlılardan önce var olmuş, yaşam suda başlamış. Bunun da ilerisinde suyun dönüşüme neden olan arındırıcı özelliği ilgimi çekiyor. Pek çok dinde, ritüelde kullanılması... Suyun korkulan güçlerle (hatta tanrıyla) anlaşmaya varmakta araç olması... Su sayesinde olumluya yönelerek, yeni bir sayfa açmak... Zem zem gibi kutsal sayılan sular, ve arınma için suyun kullanılması: Abdest, vaftiz... Bence burada özellikle suyun her şeyin içinde ve eninde sonunda kendi başına “var” oluşu bir tür bilgelik ve iyileştiricilik çağrıştırıyor.
ALANICA 2013 Sempozyumunda tanıdığım İtalyan sanatçılar Filippo Fabbrica ve Emanuela Baldi, Michelangelo Pistoletto ve Cittadellarte’nin geliştirdiği bir proje olan Third Paradise/ Rebirth-day (Üçüncü Cennet/Yenidendoğum-günü) dünya değişim günü etkinliklerinin organizasyonunda yer alıyorlar ve beni de proje üretmek üzere davet ettiler. Ve aklıma “Su Hakkı” kampanyası ile bağlayabileceğim bir etkinlik fikri geldi. Daha önceden de suları akmayan İstanbul çeşmeleri ile ilgili enstalasyonlarım var, bu sefer aynı konuda daha kalabalık.
İtiraf etmeliyim ki dişil özelliklerinden dolayı su ile ilgiliyim. Ve suyun başta “yaşam hakkı” olması konusunu çok önemsiyorum. Her bireye yaşamı için gereken suyun bedelsiz verilmesi ve kaynakların eşit kullanılması anlamında...
grup ile mahallede bir farkındalık gezisi yaparak, sonrasında da HAYAKA ARTI’da su böreği ve su muhallebisi yerken “su” üzerinde düşüneceğiz. Yani aslında kamusal alanda sembolik bir güce sahip küçük bir eylem ile, kolektif bir olayın parçası olarak tüm dünyada aynı gün yaratılacak büyük ortak bir yapıt için bizler de katkıda bulunmuş olacağız.
Sanatçı olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Aynı zamanda sanat yöneticiliği de yapıyorsunuz, bir de yıllar sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde felsefe okumaya başladınız? Bunlar nerede birleşiyor, nerede ayrılıyor?
Kendime hedef olarak seçtiğim sanatçı tanımı şu: Düşünce üreten, bu düşüncesini yapıta dönüştürürken uzun vadede kararlılık içinde olan, izleyiciyi de kendisi ile birlikte eleştirel bir yaklaşımla düşünmeye çağıran kişi. Bu tanımın beni de anlatması en büyük dileğim. Yöneticiliğini yaptığım HAYAKA ARTI, kar amacı gütmeyen bir sanat platformu ve alternatif sanat üretimi yapmak, bunları izleyiciyle paylaşmak için deneylerin yapıldığı bir ortam. Benim için platform bir tür sosyal heykel, orada da sanatçı kimliğimle hareket ederek kararlar veriyorum. Evet, yıllar önce yarım bıraktığım felsefe eğitimime geri döndüğüm için çok mutluyum. Zira bilgi, doğru, ahlak, gerçek, mantık vs kavramlarının temellerini, yaşamın doğası ve anlamını yeniden ele almak ve özellikle tam da bu gün için gerekli olduğuna inandığım bu konularda, daha kuvvetli argümanlar geliştirebilmek için donanımımı zenginleştirmek hoşuma gidiyor.
Heykellerinizden söz edelim biraz da. Heykelle anlattığınız hikâyeler neler?
ARK olarak isimlendirdiğim çalışmalarımda ilk yola çıkışım; heykel, yani zaman/mekân içinde “var olan” nesne/durum üzerine. Bu kavram çerçevesinde düşünmek, araştırmak, bu konuya başka ne açılar getirebilirim -bunları deneyimlemek... Eğilim olarak üzerinde olduğum konu “insan var oluşu”; yani bedeni; yaşadığı, ilişkiye girdiği ortamı, dolayısıyla mahallesi, şehri, doğası. Katmanları pek çok.
Aslında daha evrensel değerlere atıfta bulunmak, ilham vermek istiyorum. Bunlar insan hakları, barış, adalet, onur... Bunlar tecrübelerim, yeteneğim, araştırma ve ilgi alanlarımla sınırlanıyor. Böylelikle çalışmalarımın çoğunda kadın ve / veya İstanbul var. Umuyorum yol boyunca daha geniş daha duyarlı açılara vakıf olup, izleyicilerde ve kendimde olumlu dönüşümlere neden olurum.
Kendime hedef olarak seçtiğim sanatçı tanımı şu: Düşünce üreten, bu düşüncesini yapıta dönüştürürken uzun vadede kararlılık içinde olan, izleyiciyi de kendisi ile birlikte eleştirel bir yaklaşımla düşünmeye çağıran kişi.
ALANICA 2013 Çağdaş Sanat Sempozyumu’nda Türkiye’yi temsil eden sanatçılar arasındaydınız, Kafkaslardaki Kuzey Osetya’nın başkenti Vladikavkaz müzesinin koleksiyonu için ürettiğiniz çalışmanızdan bahseder misiniz? Çalışmanız nasıl karşılandı?
1-15 Ağustos 2013 tarihlerinde düzenlenen 7.Uluslararası Çağdaş Sanat Sempozyumu ALANICA 2013 için küratör Beral Madra “Duyarlı Eylem!”çağrısı ile Türkiye’den Ferhat Özgür ve benimle birlikte, çeşitli ülkelerden 20 sanatçıyı Kuzey Osetya-Alanya’nın başkenti Vladikavkaz’a davet etti. Burada 15 gün süreyle ikamet ederek, yerel sanatçılar ve izleyicilerin katıldığı sunumlar yaptık ve Vladikavkaz Güzel Sanatlar Müzesi’ne bağışlanmak üzere yapıtlar ürettik. Ben sempozyumda Beslan Annelerine ithafen bir çalışma gerçekleştirdim. Hatırlayalım 1994’de 1- 3 Eylül tarihlerinde, Kuzey Osetya’da yer alan Beslan’daki bir ilkokulda büyük bir trajedi yaşanmış ve 186’sı çocuk 365 kişi hayatlarını kaybetmişti. Bizim coğrafyamızda da yok etme, yok sayma konusunda sabıkalar olduğu için trajediler üzerinde çok hassasiyetim var. Oradayken çalışmamın her aşamasında Beslan Anneleri’nin tam desteği ve katılımıyla bir performans ve enstalasyon gerçekleştirdim. Performansı birlikte, kurbanlar için yapılan amtmezarlıkta yürekleri serinletmek, arınma ve barış ortamı yaratmak amacıyla şişelerle su dökme ritueli olarak gerçekleştirdik, sonrasında bu şişeleri “mesaj şişeler:’ mantığıyla, içlerine kurbanların fotoğrafları ve geleceğe yazı!îr. mektuplar yerleştirerek kullandım. Açılış günü yaptığım irmik helvasını dağıtarak bu anma rituelini tamamladım. Anneler bu çalışmamdan dolayı duydukları memnuniyeti bana “teşekkür” belgesi vererek ilettiler.
Kuad Galerinin temsil ettiği sanatçılar arasındasınız. Kuad Galeri ve kurucu ortağı Beral Madra ile işbirliğiniz nasıl gelişti?
Kuad Galeri, benim gibi bağımsız sanatçıların ulusal ve uluslararası ortamda bilinirliğini arttırmak için önümüze değerli fırsatlar koyuyor. Beral Madra Türkiye’de çağdaş sanatın gelişmesine dün ve bu gün çok emeği geçen bir duayen, onun izlediği ve desteklediği sanatçılardan birisi olmak benim için çok değerli. İlişkimizin gelişerek sürmesi en büyük dileğim.
ANT YAPI İNSAN VE YAŞAM DERGİSİ