Erinç Yeldan: Yakın gelecekte emlakta durgunluk olabilir!
Daha 41 yaşındayken dünyanın en iyi iktisatçıları listesinde yer alan, bugün Yaşar Üniversitesi'nde dekanlık yapan Prof. Dr. Erinç Yeldan'a göre Türkiye, yakın gelecekte olası bir emlak krizi ve durgunlukla baş etmek zorunda kalabilir
Daha 41 yaşındayken dünyanın en iyi iktisatçıları listesinde yer alan, bugün Yaşar Üniversitesi'nde dekanlık yapan Prof. Dr. Erinç Yeldan, Türkiye'de ucuz ve bol likiditenin kolaylaştırdığı büyüme illüzyonunun sonuna gelindiğine inanıyor. Yeldan'a göre Türkiye, yakın gelecekte olası bir emlak krizi ve durgunlukla baş etmek zorunda kalabilir
Prof. Dr. Erinç Yeldan, henüz 41 yaşındayken, Avrupa Ekonomi Birliğinin yayınladığı "Dünyanın en iyi 500 iktisatçısı" listesinde yer alan tek Türk akademisyen oldu. Bilkent Üniversitesi'ndeki İktisat Bölüm Başkanlığı görevinden ayrılarak Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığını üstlenen Yeldan, özellikle büyüme, makro ekonomik istikrar ve Türkiye ekonomisi konusundaki çalışmalarıyla halen ülkemizin sayılı akademisyenlerinden biri.
2008'de ABD'de finans krizi olarak patlak veren küresel krizde üçüncü evre olan reel ekonomide durgunluğun başladığına dikkat çeken Yeldan' a göre Türkiye'de de "Lale Devri"nin sonuna gelinmek üzere. Yeldan'la ekonominin güncel ve yapısal sorunlarını konuştuk.
Küresel ekonomide paradigma değişimi söz konusu. Krizin geldiği noktayı nasıl yorumlamalıyız, bu kez farklı olan nedir?
Krizin çok ayırt edici bir özelliği var: İnsanlık tarihinde ilk defa bu kadar kapsamlı bir kriz, paranın fiyatının belli olmadığı, nesnel olarak paranın fiyatının ölçülemediği bir ortamla karşı karşıyayız.
Bundan önceki tüm büyük dalgalanmalar, 1929 Buhranı'nda, 1850 Avrupa krizinde, hükümran paranın altın standardında olması gibi mutlaka nesnel bir ölçüsü vardı. 1971'den bu yana ABD dolarının altın standardından çıkmasıyla birlikte Bretton Woods sisteminin tasarımının ana noktası çöktü.
Finansallaşma neler getirdi?
Bu insanlık tarihinde ilk kez olan bir olgu değil. Fakat bu, paranın değer ölçüsünün nesnel olarak ölçülemediği ilk finansal kriz. Çok ciddi bir ayrışma ortaya çıktı.
Washington Mutabakatı ile merkez bankaları bağımsız olsun, tamamen fiyat istikrarını düşünsünler, ticaret tamamen serbestleştirilsin, devletin ekonomiye müdahalesi en aza indirgensin, ulusal sınırlar içine hapsolmuş sermaye serbest bırakılsın, sermayenin küresel ölçekteki en yüksek getiriyi elde etmesi önündeki bütün engeller, ulus devlet dahil olmak üzere ortadan kaldırılsın denildi.
Bol likidite konjonktürüne nasıl gelindi?
ABD büyük ölçekte dış açık vermeye başlarken bu açığı kapatmak üzere Çin ve Hindistan ihracatına olanak sağladığı geniş iç pazar ve bastığı Hazine tahvilleri, iç borçlanma senetleri ve dolar tüm dünyada büyük bir finansal şişkinlik yarattı. Dünya 2000'li yıllarda çok ucuz kredi, bol döviz, bol finansal varlık, faizlerin giderek düştüğü büyük çaplı bir likiditeyle karşı karşıya kaldı.
Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı yükselen piyasa ekonomilerinin, küresel çaptaki finansal şişkinlikten ve döviz akımlarının akışkanlığından yararlanma becerisi gösteren yüksek faizli ekonomilerden oldu. Küresel konjonktüre göre yüksek faiz sunarak büyük bir döviz girişi elde etti ve ucuz ve bol likiditenin genişleyici konjonktüründen Türkiye de 2001 krizi sonrasında nemalandı.
Türkiye bu konjonktürden nasıl etkilendi?
Bu durum Türkiye'de bir algılama hatasına yol açtı. Zannediliyor ki Türkiye, başarılı bir iktisat politikası ve önemli yatırım hamleleri gerçekleştiriyor. Hayır, Türkiye yurt dışından ithal ettiği sermaye ile yüksek dış borç kullanma ile bu ucuz kredi olanağından yararlandı. Hatta kendisine benzer ekonomilere göre görece daha düşük büyüme ve daha yüksek işsizlik ile geçirdi bu dönemi.
Bu konjonktürün sürdürülemez olması nedeniyle 2009 krizinde, OECD ülkeleri arasında krizi en şiddetli etkilenen üç ekonomi arasında oldu. Ekonomide daralmayı ve işsizlikte yükselişi en şiddetli şekilde Türkiye yaşadı. 2009 sonrası toparlanmada 2000'lerin başındaki konjonktüre benzeyen yeni bir fırsat çıktı.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ekonomi dünyayı likiditeye boğdu. Özellikle 2010 güz aylarından itibaren dünyaya 1,5 trilyon dolara yakın para pompalandı. Türkiye de bu olanağı kullanmaya başladı ve belki 1980'de faizlerin ilk defa serbest bırakıldığı çalkantılı günler, bankerler krizi, 1990'larda faizlerin bir gecede aşın yükseldiği dönemlerden sonra ilk defa daha kalıcı olarak ve orta döneme kadar kalıcı olarak negatif reel faizlerle çalışan bir ekonomi oldu.
Kriz teğet geçti söylemleri buradan mı kaynaklandı?
Evet halbuki kriz. Türkiye'ye işsizlik ve sanayi üretiminde büyük bir daralma ve milli gelirde daralma olarak reel kriz olarak yansımıştı.
Ekonomistlerin birinci, ikinci ve üçüncü nesil olmak üzere kriz tanımlamaları vardır. Birinci nesil kamu kriziydi, ikinci nesil sıcak para, Asya'daki gibi finansal sistemin iyi regüle edilmemesinden kaynaklanan krizlerdi.
Üçüncüsü 'Büyük Durgunluk' adını verdiğimiz üçüncü nesil krizlerde tamamen reel ekonominin, hane halklarının, üretici şirketlerin finansman bulamamasından, teknolojilerini yenileyememesinden, sanayi yapılarını yenileyememesinden kaynaklanan bir kriz olarak ortaya çıkıyor.
Mevcut modellerin çalışmamasının nedeni nedir?
1950'lerde ortaya çıkan Bretton Woods sistemi, 1970'lerde kendi iktisadi sınırlarına ulaşmış idi, bir finansallaşma ile Türkiye'de imar randan, döviz rantları, ucuz ithalat gibi, dünyada spekülatif finansman olanaklarıyla Bretton Woods sistemi 2010'lara kadar kendi sektörel yapısını, kurumlarını yaşatmaya devam etti.
Şimdi bir yol ayrımındayız. Dünyanın 2008 öncesi, ABD ve İngiltere finansal kağıt üretecek, Çin ve diğer doğu Asya ülkeleri, Sahra Altı Afrika, ucuz işgücüne dayalı imalat sanayi mamulü üretecek modeli çalışmıyor. Bu modelin çalışmamasının nedeni, değerler sisteminden kopuk bir finans rejiminin olması. Yani spekülatif finansal balonlar üzerinden finans kesimi nemalanmaya çalışıyor.
Hâlbuki finans, tarımdaki, sanayideki üretimi en ucuz maliyetle karşılayacak bir aracı sistemdir. Finans yeni değer üreten değil, değeri yeniden üreten bir sistemdir. Finans kesiminin yeniden düzenlenmesini, sermaye akışını yavaşlatmayı, riskin azaltılmasını, spekülasyonun yönlendirilmesini gerektiriyor.
Daha çok regülasyon mu göreceğiz?
Kuşkusuz. Ancak yine Bretton Woods tipi, döviz kurlarını sabitleydim, sermaye akımlannı ulusal mesele haline getirelim türü olmayacak. Finansmanın sanayi ve krediye dönüşmesini kolaylaştırıcı tip regülasyon olacaktır. Dünyada Çin ve Hindistan'ın ayrı bir güç olduğu bir ayrışmadan (decoupling) bahsediliyor. Ancak gözlerimizin önünde bambaşka bir ayrışma gerçekleşiyor. Avrupa'da sert bir durgunluk, bir krizin geçerli olduğu bir konjonktür var. ABD'de, Çin'de de 2020'ye kadar kriz öncesinin büyüme ve istihdam oranlarının görülememesi söz konusu. Devletin borçlarının nasıl rehabilite edileceği, ileriye dönük bütçe planlamasının nasıl yapılacağı gibi, borç yükünün nasıl azaltılacağı ve ekonomin canlandırılmasının nasıl sağlanacağı düşünülüyor. Dünyanın her yerinde daha mütevazı bir büyümeye gidilmesi düşünülürken, dünya borsalarında peş peşe rekorlar kırılıyor.
Makro ekonomik veriler fiyatlanmıyor, diyebilir miyiz?
Evet, çok doğru. Finansal kesim hala 2008 öncesinin özlemi içinde, iyi bir haber spekülatif balonun şişmesine, finansal varlıkların büyük bir coşkuyla şişmesine neden oluyor. Ayrışma asıl burada. Dünyanın gerçeklerinden kopmuş bir finansal iyimserlik var. Buradaki ayrışma hizaya gelecek. 2013 ve 2014 dünyası şişirilmiş finansal getirilerin dünya gerçekleriyle yüzleştiği yıllar olacak.
Türkiye'de bahsettiğiniz Lale Devri'nin sonuna henüz gelinmedi mi? "Orta gelir tuzağı"nda mıyız? Hayır, korkarım gelinmedi. Emlak üzerinden Türkiye, bir kriz daha yaşayacak. Resmi olarak Türkiye'nin büyüme modeli cari işlemler açığını finanse edebilmek için, dış borçlanma ve özelleştirmelere gidiyor.
İmar randan, kentsel dönüşüm, ardında İspanya'daki, Asya'daki krize yol açan doğrudan konut spekülasyonu var. Türkiye şu anda o yola geçiyor. Emlak üzerinden döviz girişi sağlanacak. Ekonomik hedefler de bunun finanse edilebilirliği üzerine kurgulanmış durumda.
Bizim endişemiz bu model, düşük kaliteli sanayi üretimi, yüksek işsizlik, dışa bağımlı bir üretim yapısı olması itibariyle çarpık gelir dağılımı, düşük istihdam, emeğin yüksek sömürüsü üzerinden kurgulanan bir üretim deseni yaratıyor.
Ucuz işgücü ile büyümenin sonuna gelindi mi?
Çok doğru. İşveren kesimin bugün çok ihtiyacı olan kendi siyasi beklentilerini dile getiriyor. Kıdem tazminatı, esneklik adı altında işten çıkarmaların kolaylaştırılması gibi anlık konjonktürel tedbirleri alalım, bu insanların sosyal devlet adı altında korumaya alınması da hayır kurumlarının görevi olsun anlayışı var. İşsizlik sigortasıyla, iş ve işgücü kurumuyla, yurttaş bilinciyle, sendikalarıyla, işveren örgütleriyle çalışma yasasının o anlayışı gerektirecek şekilde çalışıyor olması lazım. Bu kadar düşük sendikalaşma oranıyla, bu kadar düşük işsizlik koruması altında böyle bir kurgunun oluşturulması tamamen işçiyi açık sömürüye terk edecek bir vahşi kapitalizm modeli.
Türkiye'nin öykündüğü modern dünyanın kapitalist modeli, kurumlarıyla oluşturulduğu noktada, hukukuyla, sendikal sisteme, güvence kurumlarına yaklaşımıyla oluşturulacak bir sistem.
"DÜNYA, FİNANSI SANAYİNİN HİZMETİNE SUNMA ARAYIŞINDA"
Dünya ekonomi kamuoyunun şimdi yeniden bir finansal regülasyonu, finansı sanayinin, tarımın hizmetine nasıl sunacağı arayışında olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Erinç Yeldan şunları söylüyor: "Sanayi ile finans sermayesi farklı mantığı olan olgular. Ana akım iktisatçıları mal ticaretinin serbestleştirilmesindeki sermaye kavramıyla, finans sermayesinin serbestleştirilmesindeki sermaye kavramını birbirine karıştırdı. Bir yanda reel üretim, reel karlar ve reel girdilerle çalışan nesnel değerler sistemi vardı. Küresel ekonomiyi bir kumarhane masasına çeviren rant oyunlarına dönüşmesinde bir çekince görmediler."
"MİKRO REFORMLARLA MAKR0 SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ"
Türkiye'nin ince ayara dayalı mikro reform politikaları ile makro düzeydeki politikalarını çözemeyeceğini düşündüğünü söyleyen Prof. Dr. Erinç Yeldan şöyle diyor: 'Türkiye'nin daha makro sorunları var: Öncelikle sanayileşme stratejisinin ucuz işgücü ve ucuz dövize değil, gerçek anlamda inovasyona, tasarıma, eğitilmiş iş gücüne ihtiyacı var. Eğitim süresinin 6.8 yıl olduğu bir işgücü yapısı var. Bu da çok siyasallaştırılmış bir proje haline geldi. İddia ediyorum: Gelecek 2-3 yıl içinde, son 4+4+4 eğitim sisteminin "başarılı olduğunu" göstermek için Farklı eğitim modelleri devreye sokulup gençlerimiz eğitiliyormuş gibi istatistiklere yansıtılacaktır. Eğitim reformunun başarı cilası bu şekilde hazırlanıyor. "Kopyala yapıştır" gençliğine yapısal olarak aşırı derecede angaje olduğumuz endişesini taşıyorum."
Kıvanç Özvardar/Ekonomist