23 / 12 / 2024

İstanbul Finans Merkezi nasıl tasarlanmalı

İstanbul Finans Merkezi nasıl tasarlanmalı

Finans merkezi bir "binadan" öte bir şey. New York ya da Londra'ya gittiğiniz zaman size "finans merkezimiz burasıdır" diye bir bina ya da bina kompleksini göstermiyorlar



 

Kentin bir bölümünü geliştirerek finans şirketlerini davet etmeniz mümkün. Örneğin Londra'da Canary Wharf'un finans şirketlerini davet ederek bu alanda geliştirilmesi gibi. Ancak İstanbul finans merkezini bir bina ya da mahalle olarak düşünmek projenin kavramsal temelinin daha en başta yanlış bir mecraya gitmesine sebep olur.   Türkiye'nin bankacılık sektörü varlıkları 500 milyar Euro seviyesindeyken Avrupa'nın rakamı 30 trilyon Euro'nun üzerinde. Buna ABD ve Japonya'yı da eklediğiniz zaman rakam 50 trilyon doların üzerine çıkıyor. İstanbul bir bölgesel ya da ileride küresel finans merkezi haline gelmek istiyorsa bunu Türkiye'deki bankaları hedefleyerek gerçekleştiremeyeceği belli. Dolayısıyla mesele bir finansal kuruluşun Londra'da değil İstanbul'da dükkan açması için ne yapmak gerektiğine geliyor. Bu sorunun cevapları arasında bina ihtiyacının son sıralarda olacağına emin olabilirsiniz. Zira, en zor binayı bir iki sene içinde inşa edebilirsiniz. Ancak diğer eksiklerinizi bu sürede gidermek zor.   Finans merkezini nasıl düşünelim   Finans merkezini bir bina ya da bina kompleksi olarak değil "tam" bir vizyon/proje olarak görmemiz gerekiyor. Bu projenin en kolay geliştirilecek alt unsuru binalar. Bina konusunda pek sorunumuz yok. Biraz daha zor ve önemli olan unsurlardan birisi fiziksel altyapı. Altyapısı açısından İstanbul oldukça güçlü. İstanbul'un şu anki fiziksel altyapısını küçük-orta ölçekli bir Avrupa ülkesine koysanız oldukça mutlu olurlar. Eksiklikleri iyi bir analiz ve program / takvim dahilinde kolayca giderilebilir gözüküyor.   Türkiye'de iş yapmak kolay mı   Daha önemli bir kısım vergi ve mevzuat altyapısı. Burada sıkıntımız var. Türkiye'de vergiler yüksek değil ancak karmaşık. Bürokrasi / mevzuat ise korkunç hantal. Daha önce bu köşede değinildiği gibi, "İş Yapma Kolaylığı" gibi alanlarda Türkiye olması gereken yerin oldukça gerisinde; 200'e yakın dünya ülkesi içinde yetmişinci sıraya yakın. Oysa ilk onda olması gerekiyor. Türkiye'nin bu "ölçülebilir" hedefi koyup geç olmadan hızla yola koyulması gerekiyor.   Türkiye'de kalifiye yabancı eleman çalıştırmak için gerekli işlemler bunu neredeyse imkânsız hale getiriyor. Oysa finans merkezi olmak için sadece kendi halkınızı çalıştıramıyorsunuz. Birçok konuda, iş kurmak için alacağınız izinlerde de aynı zorluğu yaşıyorsunuz. Bir apartmanda ofis kuran bir şirket aynı apartmanda yer alan bir konuta göre daha yüksek elektrik ve su ücreti ödemek zorunda. Hantal ve pahalı olan sadece devlet değil. Ticaret odalarından tutun noterlere kadar oldukça pahalı hizmet sunuluyor ülkemizde.   Dolayısıyla, ülkemizde iş kurmak zor bir zanaat. İş kurduğunuz zaman istihdam yapıyor ve devlete vergi ödüyorsunuz. Dolayısıyla ödüllendirmeniz gerekiyor. Ancak tam tersine sanki tüm sistem işletme ve müteşebbise "kahpe kapitalistler" olarak bakıyor. Oysa bunlar Türkiye'nin istihdam açısından umudu olan kesim.   Tüm bu unsurlar ve bu (gizli) bakış açısı işletmelerin iş yapmasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla istihdamı da olması gerekenin çok altında kalıyor. Nüfusu 83 milyon olan Almanya'da 40 milyona yakın tarım dışı istihdam varken nüfusu 74 milyon 724 bin olan Türkiye'de ancak 19 milyonun altında tarım dışı istihdam sahası üretilmesi işte bundan. Bir taraftan da KOSGEB gibi kurumlar halka "girişimcilik" eğitimleri ve destekler, vermeye çalışıyor.   İnsan kaynakları   Finans merkezi haline gelebilmeniz için en önemli girdi ve dolayısıyla eksiklik insan kaynakları. Bir kentte ofis kurmak isteyen bir uluslararası finans kuruluşunun ilk bakacağı şey o kentte kalifiye insan kaynaklarının olup olmadığıdır. Zira, finansın temelinde, diğer tüm karmaşık sektörlerde olduğu gibi, kalifiye insan kaynakları yatıyor. İçinde olduğumuz şu günler için asgari şart olarak İngilizceyi rahatça kullanabilen ve "düz bankacılık" değil, finansın değişik alanlarında kendini ispatlamış bankacılara bakıyor finansman kuruluşları. Analiz birimlerini Hindistan'a kaydırmak isteyen bazı finans kuruluşlarını Türkiye'ye çekmeye çalıştığımız zaman karşımıza çıkan en büyük sorun bu idi; binalar değil.   Sözün özü; uluslararası finans kuruluşları bir ülkeye gelmeye karar vermek için mevzuat, iş yapma kolaylığı, vergi yapısı ve en önemlisi insan kaynaklarına bakıyorlar. Araştırmaları bu sorulara olumlu cevap verirse kendilerine ofis arıyorlar.   Çok kamu binası yapıyoruz   Ankara'nın Eskişehir Yolu başta olmak üzere birçok yeri yeni kamu binalarıyla doluyor. 1980 ve 1990'larda Eskişehir Yolu Türkiye'nin "enflasyon tarihi müzesi" görevini görürdü. Sonradan "malî baskınlık" olarak adlandırılan süreç, devletin ayağını yorganına göre uzatmamasından ve para kaynaklarını geri dönüşü zayıf alanlara yatırmasından kaynaklanan çöküşün sonucuydu. 1990'ların kayıp yıllar haline gelmesinin ekonomik sebeplerinden en önemlisi bütçeyi bu tür harcamalar sebebiyle yapısal olarak yerle bir edip ortaya çıkan açığı para ile finanse etmemizdi. Şimdi durum farklı; bütçe Avrupa'nın en iyisi durumunda ama dikkatli davranmaya devam etmemiz gerekiyor.   Londra'da ya da başka ülkelerde katıldığım toplantılarda kamu kesiminin "büyüklüğünü" yeni binalardan ziyade varsa tarihî binalarda göstermeye çalıştığını görüyorum. White House 1800'lerin başında inşa edildi. Downing Street 10 numara, iniş çıkışlarına rağmen, 1700'li yıllardan beri önce İngiliz Maliye Bakanı sonra ise Başbakan'ının evi oldu. Biz ise yeni kamu binalarına bayılıyoruz. Bunlar bana Robert Nozick'i hatırlatıyor.   Yamoussoukro'daki 300 milyon dolarlık bazilika   Fildişi Sahili'nin kakaodan çok para kazandığı 1980'lerde Cumhurbaşkanı Felix Boigny doğduğu köy olan Yaoussoukro'ya dünyanın en büyük katedralini 300 milyon dolara inşa ettirmişti. Tahmin edebileceğiniz gibi inşaatı da bir Fransız firması yapmıştı. Boigny'nin "Basilique Notre-Dame de la Paix de Yamoussoukro"su, Vatikan'daki Bazilika'ya benzetilmişti.   Tabii bu dünyanın en büyük bazilikasına o gün bugündür fazla uğrayan yok. "Atıl yatırımlara" ve kamusal israflara ilginç bir vaka örneği olarak önümüzde duruyor. Zaman/Murat Yülek

Geri Dön