İstanbul'un kentleşme sorunu büyümeye devam ediyor!
İstanbul'un kentleşme sorunu, dipsiz bir kuyu gibi büyüdükçe büyüyor. Bu sorunun ardında da Cumhuriyet'in estetiği sevmemesi yatıyor...
Geçenlerde okudum, önemli yönetmenlerimizden biri, yıllar önce bir ev satın almış. Ailece ışığını, aydınlığını, gördüğü manzarayı çok sevmişler. Derken, karşısına akıl almaz büyüklükte bir bina dikilmiş. Böylece eski evde oturanların bütün ışığı, görüntüsü yok olup gitmiş. Şimdi gözlerinin önünde devasa, o büyüklüğüyle zaten çirkin bir yapı var. İstanbul'da arada bir gittiğim güzel bir lokanta vardır. Nefis bir peyzaja bakar. Boğaz'ın girişindedir. İnsan bir yandan Sarayburnu'nu, diğer yandan Boğaziçi'ni derinliklerine kadar görür. Bazen de devasa, o nefretlik, birkaç apartman yüksekliğindeki turist gemilerinden biri gelir, demirler. Gidersiniz, berbat balkonlardan oluşmuş, çirkin, gökleri tırmalayan bir yapıyı seyredip dönersiniz. Yönetmenin öyküsünü okuyunca, bu durumu anımsadım ve içim karardı. Buradan geleceğim iki noktayı hemen söyleyeyim. Birincisi, bizim kentleşme sorunumuz. Dipsiz bir kuyu gibi büyüdükçe büyüyen, derinleştikçe derinleşen bu sorunun ikinci bir yanı var: Ben ona Cumhuriyet estetiksizliği diyorum: 'Cumhuriyet estetiği' değil, 'estetiksizliği.' İstanbul'daki kentleşme sorunundan daha nasıl bahsedebileceğimizi bilmiyorum. Sonunda 15 milyonluk bir kentin, ön planlamalardan yoksun, spekülatif dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Sorunu özetleyen cümle budur. Ona bir tek şey ekleyebilirim: Biz kenti dönüştürürken onun geçmişten gelen merkezini de işin içine kattık. Bu aklın alacağı bir şey değil, Batı kentleri söz konusu olduğunda. Düşünebiliyor musunuz Brugge'ün merkezinin dönüştürülmesini
ORTA ÇAĞ'DA ODUN MİMARİSİ HAKİM
Onlar hem merkezli hem de katmanlı kentlerdir. Geçenlerde bir daha gittiğim Belçika'da söylediğimin somut kanıtını, uğradığım çok küçük bir kasabada buldum. Merkezde Orta çağ vardı. Onun dışındaki halkada Kuzey Rönesansı'nın kenti yer alıyor. Kent dışına doğru devrimler çağının kenti ve nihayet sanayileşme dönemi kenti olarak genişliyordu. Ve ne kadar güzeldi. Bizde bu iki olgu da söz konusu değil. Merkeze müdahalenin nedeni odun mimarisidir. Anadolu Orta çağı odun mimarisine dayalı olduğundan, toplumsal yapılar (hamam, cami, köprü, çeşme) dışında taş yapı yoktur. Odun yanar, eprir, erir, yok olur gider. O zaman da merkezin korunması, yeni kentin merkez dışına bir halka olarak inşası gerçek dışı bir talebe dönüşür. (Alın size bizdeki merkezin yokluğu ve katmanlaşmamanın en önemli nedeni toplumsal düşüncenin, kimliğin ve tarihin özgüllüğü üstüne bir başka işaret fişeği.) Neticede, bırakın Anadolu kentlerini üç imparatorluğun başkenti İstanbul'u gezen biri, onun katmanlarını görebilir mi Olanaksız! Kent silinmiştir. Yok oluşunu sürdürmektedir. Düşününüz ki, benim şimdi her gün içinde soluk alıp verdiğim Balat'ın, Fener'in dünyadaki eşleniği Venedik'tir. İki örnek de ortada; gerisi, lafı güzaf. Bunlar teknik nedenler. Şimdi gelelim daha subjektif, ama en az o kadar önemli sorunsala: Cumhuriyet estetiksizliği. Eski İstanbul'un gravürlerine çok kez baktım. Kendi içinde çok uyumlu, tutarlı, bütünlüklü, her köşesi diğeriyle örtüşen, uzlaşan muhteşem bir kent. 19. yüzyılda çal çamur, köpeklerle dolu sokalarına ağır yakıp 'Pera da Pera' diyenlerden değilim. Uyduruk Art Deco binalardan da söz etmiyorum. (Ama onlar da artık toplumsal mülkiyetin bir parçası, onları da korumaktan başka çare yok.)
BİZDE KÜLTÜR, HAYATA GEÇİRİLEMEDİ
O tutarlılığı yaratan, üretilen mimarinin içinde yaşanan kültürle ve onu yaratan hayatla uyumlu olmasıydı. Paris Bulvarları'nın niye açıldığını biliyoruz. Sebep askeriydi. Ama açılan bulvarlarla birlikte bir kültür üredi. Paris onu korudu, geliştirdi. Cumhuriyet, şimdi burada sayamayacağım çok sayıda nedenle, bir hayat üretmeyi ve onunla bütünleşen bir estetik doğurmayı istemedi. Zaten Cumhuriyet asla kültürle uğraşmadı; medeniyeti/uygarlığı kendisine hedef aldı, o da Batı'ydı. Atatürk "Cumhuriyet'in temeli kültürdür," dedi ama oradaki de Batılılaşma manasındaki kültürdür, alfabe, kılık kıyafet, vs... Gene de ilk dönem doğru bir şey yapmış ve Ankara'yı 'Yeni Şehir' olarak kurmuştu, "Eski Ankara'yı yıkayım," dememişti. Fakat zamanla ve bilhassa o "Muhafazakarım," diyen 1950 sonrası iktidarlarda, bu duyarlılık kayboldu gitti. Giden aslında bir estetik duygusuydu, galiba hiç oluşmamış bir estetik duygusuydu. Düşünün kİ, ilk dönem Cumhuriyet, gene iyi kötü eski terbiyenin tesiriyle akıllıca bir şeyler yapıyor, ama Osmanlı'dan uzaklaştıkça muhafazakarlar bile saçmalıyor. Bir dönemin hercümerci, hengamesi, haydi diyelim ki, bu durumu yarattı. Peki bugün ne oluyor Şu son haftalarda gittiğim Miami bile kentin Art Deco bölümünü pırıl pırıl korumuşken, bizdeki bu vahşet, vurdumduymazlık... Açıklayacak bir tek şey var: Biz geçmişini sevmeyen, onu daima bir nefret duygusuyla ortadan kaldıran bir toplumuz. Atatürk dönemi Osmanlı'yı yıktı, belki bir intikam duygusuyla, şimdi de biz, kendimizden önceki izleri ortadan kaldırıyoruz. İlki bir estetiği yok etti, bizse, zaten bir estetiksizlik içinde yaşadığımızdan insani olan her şeyi kaldırıyoruz ortadan. Odur estetiksizliğin sonucu: İnsani olanın yitimi.
Sabah/HASAN BÜLENT KAHRAMAN