Kentsel dönüşüm hayat kurtarır!
Dünya Gazetesi köşe yazarı olan Servet Yıldırım bugünkü yazısında, Kartal Belediyesi tarafından düzenlenen Kentsel Dönüşüm Zirvesi ile ilgili açıklamalarda bulundu. Yıldırım, kentsel dönüşümün önemini vurguladı.
Dün Kartal Belediyesi’nin düzenlediği Kentsel Dönüşüm Zirvesi’ne katıldım. Kartal kentsel dönüşümde Türkiye’ye örnek olacak bir çaba içinde. Belediye’nin internet sayfasına girenler sağ üst tarafta sürekli değişen bir sayaç görecekler. Dün bu sayaçta 41 244 sayısı vardı. Bu rakamlar deprem dönüşümü nedeniyle kurtarılan can sayısıdır. Eğer bu insanların yaşadıkları evler kentsel dönüşümle yenilenmeseydi zamanını bilmediğimiz ancak gerçekleşeceğinden emin olduğumuz depremde hayatlarını kaybedeceklerdi.
Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz’den dinlemiştim. Diyor ki: Bir zamanlar kentsel dönüşüm çabalarımıza karşı çıkanlar bugün gelip ‘Benim evi ne zaman yıkacaksın başkan?’ diyorlar. Eskiden kavgalı gürültülü olan yıkımlar artık şenliğe döndü.
Dünkü zirvede panelleri ve konuşmacıları dinledim. Bir panelin de moderatörlüğünü yaptım. Çok şey öğrendim. Mesela:
Kentsel dönüşüm bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Avrupalı 300 yıl öncesinden kentlerini dönüştürmeye başlamış. Sanayi devrimiyle kırsaldan sanayinin bulunduğu kentlere hızlı göçün başlamasıyla kentsel sorunlar da başlamış. Avrupa şehirleri nüfusun katlanarak artmasıyla kanalizasyon ve yetersiz içme suyu gibi sorunlarla tanışmış. Bu sorunların artmasıyla 19’uncu yüzyılın özellikle ikinci yarısında kentsel dönüşüm hareketleri başlamış. Bugün gittiğimizde hayran kaldığımız birçok Avrupa kentinin temelleri o dönemlerde atılmış. Mesela Paris’teki “Park Hareketi” bu dönemde başlamış. Daha sağlıklı, daha temiz ve yaşanabilir bir kent için geniş bulvarlar açılmış, Paris bugünkü halini almış.
Türkiye’de son 50 yılda bazı örnekleri olmakla birlikte kentsel dönüşüm kapsamlı olarak 1999’dan sonra gündeme geldi. Öncesinde 1980’lerin ikinci yarısındaki Ankara Dikmen Vadisi Kentsel Gelişim Projesi gibi başarılı örnekleri var. Ama geniş kapsamlı olarak Marmara ve Düzce depremlerinin ardından ne yazık ki bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. Türkiye’deki mevcut 18 milyonun üzerindeki yapının önemli bir bölümü yaşlı, depreme dayanıksız ve kaçak. İlk etapta acilen bunların yaklaşık 7 milyonunun yenilenmesi zorunluluğu var.
Kentsel dönüşüm bir gayrimenkul geliştirme projesi olarak algılanmamalı. Kentsel dönüşüm sosyal, fiziki, çevresel ve ekonomik koşulların iyileştirilmesini amaçlamalıdır. Kentlerin kimliklerini korumalıdır. Şehirleri birbirlerinin aynı bloklarla doldurmak kentsel dönüşüm değildir.
Kentsel dönüşüm ile rantsal dönüşüm aynı şeyler değil ya da olmamalı. Kentsel dönüşümlerde ortaya çıkan rant kentin paydaşları tarafından paylaşılmalı, yine kente fayda olarak dönmelidir. Dönüşüm rantın yüksek olduğu alanlarda değil ihtiyaç olan bölgelerde yapılmalıdır.
Bu düzey bizim için ideal
OPEC’e üye olan ve olmayan petrol üreticileri bu yılın ilk yarısı için günlük üretimi 1.8 milyon varil kısmak için anlaşmışlardı. Amaç, fiyatlardaki düşüşün önüne geçmekti. İşe de yaradı. Brent petrolün 40 dolar dolayındaki fiyatı 55 dolara kadar tırmandı, hatta daha da üzerini gördü. Ancak son günlerde fiyatlar hızla gerileyerek, tekrar 50 doların altına indi. Petrol üretenler şaşkın; fiyatı tekrar yukarı çekmek için üretim kısıntısını 2017 sonuna kadar uzatmayı konuşuyorlar.
Bizim gibi, tükettiği petrolün yüzde 90’ından fazlasını ithal edenler ise bu durumdan hoşnut görünüyorlar. Petrol fiyatları Türkiye ekonomisini 3 kanaldan etkiliyor. 1) Petrolün varil fiyatındaki her 10 dolarlık artış ithalatımızı, dolayısıyla cari işlemler açığını 4-5 milyar dolar dolayında artırıyor. 2) Petrol fiyatındaki her 10 dolarlık artış enflasyonu 0.4-0.5 puan yukarı itiyor. 3)Petrol fiyatındaki her 10 dolarlık artış büyümeyi 0.2-0.3 puan aşağı çekiyor.
Öte yandan, petrol gelirlerindeki azalma nedeniyle Rusya, Irak, Suudi Arabistan ve İran gibi petrol ihracatçısı olan ticaret ortaklarımızın alımlarını azaltmaları söz konusu. O nedenle fiyatların çok düştüğü dönemlerde bu ülkelerin yaşadıkları ekonomik sorunları türlü şekillerde biz de hissediyoruz. Yani fiyatların çok gerilemesi aynen çok yükseldiği dönemlerde olduğu gibi küresel ekonomiyi ve bizi olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle bizim için ideal seviye petrolün 50-55 dolar aralığında seyretmesi gibi görünüyor.
Petrol fiyatlarında son günlerdeki düşüş geçici bir hareket gibi görünüyor. ABD’nin kaya gazı üretimini artırması, talep durgunluğu gibi piyasayı uzun bir süredir etkileyen nedenler hala geçerliğini koruyor ancak son düşüşün arkasında, talebin mevsimsel olarak düşük seyrettiği bu dönemde rafineri onarımlarının devreye girmesi gibi geçici faktörler de rol oynadı. Dolayısıyla, bir süre sonra Brent petrolün tekrar 55 doların üzerine doğru gittiğini görebiliriz. Üstelik üretim kısıntısı da uzatılacak.
Londra’dan kaçan İstanbul’a gelir mi?
Brexit sürecinin başlamasıyla dünyanın önde gelen finans devleri Londra’ya alternatif aramaya başladılar. Geçen hafta Standard Chartered ve JP Morgan, Brexit sonrası Londra’daki bazı operasyonlarını İngiltere dışına kaydıracaklarını açıklamışlardı. Bunlara bu hafta Goldman Sachs katıldı. Şu ana kadar 13 küresel finans devi Avrupa Birliği pazarından kopmamak için finans merkezi olan Londra’daki operasyonlarının önemli bir bölümünü başka bir ülkeye kaydıracaklarının işaretini verdiler. Mesele nereye gidecekleri? Şu ana kadar öne çıkan iki şehir var: Frankfurt ve Dublin.
Bu konuyla ilgili haberleri okurken aklıma İstanbul Finans Merkezi projesi geldi. İstanbul bir AB şehir olmadığı için finans devlerinin Londra’dan kaçış planlarında yer alması sürpriz olurdu. Ancak yine de 10 yıl önceki tartışmaları hatırladım. İstanbul’da bir finans merkezinin kurulması fikri, o zamanlar, Londra ve Frankfurt’a rakip olmak, daha doğrusu, Hong Kong’dan New York’a uzanan küresel finans zincirinin bizim zaman dilimimizdeki parçası olmak iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Londra’ya rakip olmayacaktık ama tamamlayıcısı olacaktık. Enflasyonun tek hanede ve büyümenin ise yüzde 5’in üzerinde olduğu, TL’nin istikrar kazanıp, sermaye girişlerinin hızlandığı, yabancıların bölgesel merkezlerini Türkiye’ye taşıdıkları bir dönemde bu proje kâğıda döküldü, ardından çalışma grupları kurulup, strateji belgeleri hazırlandı. Bu hızlı başlangıca rağmen projenin gelişimi oldukça yavaş oldu. Türkiye’nin ekonomik görünümü oldukça değişti, İstanbul’a ilişkin soru işaretleri arttı.
Finans merkezi projesi içeriğinden çok gayrimenkul yönüyle öne çıktı. Kamuoyunda daha çok İstanbul Ataşehir’deki bir gayrimenkul geliştirme projesi olarak algılandı. Şu anda projenin geldiği nokta, bu işe başlarken düşünülen nokta değil. Projenin en önemli ayağı sağlam bir yasal altyapının oluşturulmasıydı. Hâlâ bu konuda bir netlik yok. Duyduğumuz kadarıyla, Maliye Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı bir kanun tasarısı var. Muhtemelen bu hafta ilgili taraflarla paylaşılacak. Maliye Bakanlığı’nın süreçteki rolünün artması önemli ve ümit verici. Yasanın geçmesiyle önemli bir eşik aşılmış olacak.
Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın dediği gibi, “Binaları yapmak tek başına yetmez, yatırımcılara ‘gelin’ demekle de gelinmez. İstanbul Finans Merkezi eğer ileriye dönük iddialı bir proje olacaksa, diğer rekabet içinde olunan finans piyasaları ne imkânlar sunuyorsa, biz de o imkânları aynen, hatta daha fazlasıyla sunmalıyız.”
Servet YILDIRIM/Milliyet