Köşe yazıları

Konut sorununu mimarlar çözer!

Milli Gazete köşe yazarı olan Burak Kıllıoğlu bugünkü yazısında şehirleşmeyi, kentsel dönüşüm projelerini anlattı. İşte o haber...

Bir alıntıyla başlayalım. 20. Yüzyılın en önemli mimarlarından Le Corbusier, “Mutlu kentler, mimarisi olan kentlerdir” diyor. Ki kendisi, “Malzemeleri bir araya getirdiniz; bu inşaattır. Beni duygulandırdınız; bu, mimarlıktır” demiş birisi aynı zamanda.

Mimariyi kaybettiğimizden beri hem mutluluğu hem de şehre aidiyeti kaybettik biz de. İnsanı merkeze alan şehirlerden apartmanı ve betonu merkeze alan şehirlere geçtiğimizden beri tadımız da kalmadı. Şehrin hali keşmekeş ve çarpıklıkla açıklanır olduktan beri bir ömür törpüsüdür artık kentlerimiz. Nasıl mutlu olunur bu şartlarda?

 

Aklın, mantığın ve planlı olmanın rafa kalktığı bir ortam oluştu peyderpey. Bugünün meselesi değil bu, onyıllardır süren bir yapıbozumdur neticede. Kent bir çile yumağıdır, bir cangıldır, bir kaotik ortamdır artık. Mimarinin birtakım estetik ve artistik kaygıların ötesinde bir anlamı olduğunu ispatlamaktadır aslında kentin bu çarpık ve perişan hali.

 

İnsanı merkeze almaktan uzaklaşıp da maddi kaygıları, ucuz popülizmi ve nihayetinde de rantı birinci derecede gözetmek, hem kenti bitirmektir hem de insanı mutsuz etmektir. Israrla bunu yaptık yarım asır boyunca, bugün de daha bir iştahla yapmaktayız.

İnsan hem yaşadığı yeri etkiler, hem de yaşadığı yerden etkilenir.  Yabancı bir kültürde, farklı bir ruh ikliminde yabancılık çeker insan. Tanıdığı, bildiği, yüzyıllar boyu pratiğini yaptığı bir yaşama tarzını, misal mahalle hayatını ve bunu merkeze alarak konumlanan bir kent hayatını bir kenara bırakıp da kimliksiz ve kişiliksiz bir pratiğe balıklama atlamak mutluluk getirebilir mi insana?

 

Avrupa’nın, “yaşayarak”, “deneyimleyerek” ortaya çıkardığı örnekleri, “yaşamadan”, “deneyimlemeden”, o aşamaları geçmeden alıp kendi hayatımıza tatbik etmeye çalışmak, elbette ki doku uyuşmazlığına neden olacaktır. Avrupa’daki Sanayileşme hareketleriyle beraber ucuz işgücünün barındığı toplu yatakhanelerden farksız olan apartmanı bu derece sahiplenmek, adeta takılıp kalmak, bütün çözümleri de bu sabit kalıp üzerinden üretmeye çalışmakla elimize ne geçebilir?

 

Güzel mi güzel evlere sahip, caddeleri sokakları tertemiz ve düzenli, gündelik hayatı insanları çılgın bir koşuşturmaya sürüklemeyen bir şehir görünce imrenmeyen var mı?  Birbirinin kopyası olan, kullanışsız ve ruhsuz apartman dairelerine, “toplu konutlara” insanları tıkıştırınca konut sorunu mu çözülüyor yani? Böylelikle insanlara mutluluk verebiliyor musunuz? 3-5 tane müteahhit keselerini doldurup daha da semiriyorlar sadece.

 

Yapılan en temel yanlış konut sorununu salt bir nicelik sorunu olarak görmektir. Neticede işin içinde insan vardır ve nicelik kadar nitelik de, estetik de önemlidir. Üst üste kibrit kutularını dizince hiçbir şey hallolmamaktadır. Yan yana dizilen binalar, insanların sevdiği ve sahiplendiği bir kent oluşturmuyorlar neticede. 

 

Sorun aslında müteahhitlerin değil mimarların çözeceği bir sorundur. Yani bir mimarlık sorunudur. Yoksa istediğin kadar birbirinin kopyası, ruhsuz, şekilsiz, toplu yatakhaneler misali binalar üret dur. İnsanlar sevip sahiplenmeyince hepsi boşuna..

İşte ondandır ki, kibrit kutularını üst üste koyunca ortaya çıkan devasa uydukentler, tarihi semtlerin, insan sıcaklığının, tarihi zerafetin yanına bile yaklaşamıyor… 



Burak KILLIOĞLU/Milli Gazete