Sivri dilli bir Sivriada yazısı!
Para Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Demir, derginin bu haftaki sayısında “Sivri dilli bir Sivriada yazısı” başlıklı yazısına yer verdi. İşte yazının detayları…
DAHA önce yazdık. Israrla bir kez daha yazmak istiyoruz. Çünkü ekolojik ve kültürel mirasımızın korunması, gelecek nesillere aktarılması çok ama çok önemli. Adanın tepesi neredeyse tıraşlandı. Hafriyat denize döküldüğü için bölgede keşfedilen Marmara Mercanı Kolonisi (çok çeşitli balık ve deniz canlılarına ev sahipliği yapıyor) yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu koloninin zarar görmemesi için bölgeden taşınacağı açıklamaları yapıldı. Ancak ülkemizde ilk kez denenen bu taşıma işinin ne kadar başarılı olacağını bilmiyoruz. Mercanların yeni yerlerine uyum sağlayıp sağlayamayacakları da belirsiz.
Hepimizin ülkemize değer katan bu yerlere sahip çıkması gerekiyor...
Evet, İstanbul’da en güzel neresi diye sorsanız hiç şüphesiz Adalar gelir insanın aklına. İstanbul için bir armağandır Adalar. Kentlinin bir el uzatımı uzağında, gevrek simitli bir vapur çayı içimi yakınında durur. Gariptir, kışları tüm tatil kasabaları gibi sessiz olur, yazları ise uzaklara tatile gidemeyen kentliler için deniz sefası sunar. Adalar salt bir coğrafik oluşum değildir İstanbullu için. Kıymet bilene kültür ve zenginliktir.
Adaların tarihine baktığınızda, hemen hepsinin sanki bir evin ardiye deposu gibi kullanıldığım görürsünüz. Ne yapılması gerektiğini bilemeyen yönetimler için kah köpeklerin toplanıp ölüme terk edildiği bir alan, kah satılık bir boş toprak, kah askeri bir üs, kah sürgün cezaevidir. Saymakla bitmeyecek bir arayış içerisinde bir sahipsizlik ve kıymetsizlik abidesi gibidirler.
Aslında oldukça yalın, basit bir gerçeklik gözümüzün önünde durur. Bunlar İstanbul'u güzelleştiren, Marmara Denizi’ne sıra sıra dizilmiş doğa harikalarıdır. Buralara bu gözle bakmak gerekir, alınıp satılan, inşaat yapılan alanlar olarak değil, ilginçtir Bizans imparatorluğu zamanında da adalara pek sahip çıkılmaz. Büyük olasılıkla koruyamadıklarından ve ulaşım zor olduğundan yerleşime de pek izin
verilmez. Yerleşik yaşamdan uzak olan bu topraklar, imparatorluk için tehlikeli olabileceğini düşündükleri din adamları, prensler ya da yöneticileri cezalandırmak için sürgün ya da inziya yeri olarak görülür. Prens Adaları ismi de buradan gelir; prenslerin uzun yıllar bekletildikleri ceza toprakları. Bizans döneminde Sivriada’da ve Yassıada’da 10. Yüzyıl’da birer manastır inşa edilir. Sivriada’daki tam olarak bilinmese de dört melekten biri olan Mikail’e adandığı rivayet edilir. O dönemlerde Adalar’a yapılan her müdahale, bölgenin doğal dengesi içinde küçük ayrıntılar ve zenginlikler olarak kalır. Bu yapılarda sistematik bilimsel çalışma yapılmasa da hem doğal hem de arkeolojik sit alanı içinde oldukları raporlarla tespit ve kabul edilmiş, işte, tam da bu nedenle şehrin pırlantaları özel olarak korunmalı.
Adalar arasında en ilginçlerinden biridir Sivriada. ismine (eski adı da yine ‘sivri’ anlamına gelen Oxia) de kaynaklık eden sivriliği ile denizin sonsuz düzlüğüne tezat yükselen dik tepe, otantik bir ada hissi verir. Ada kendini bu doğa harikası biçimiyle sevdirir size. Kendinizi hiç İstanbul’da hissetmezsiniz; yükseğe çıkınca denizin esintisi vurur yüzünüze. Yazar Sait Faik Abasıyanık, Sivriada Geceleri isimli öyküsünde öyle güzel anlatır ki burayı. Sanki yaşarsınız, sanki içindesinizdir öykünün.
Büyükada, Heybeli, Burgaz ve son olarak Yassıada’da değişen görünüm şimdi de Sivriada’ya yansıyacak. Hal böyle olunca insanın aklına yine o sahipsizlik hissi geliyor. Başka yer mi kalmamıştır diye düşünürken, Sivriada’dan da inşaat sesleri yükselmeye devam ediyor. Kimi yeni bina yapıyor, kimi yeşil alanları ve sit alanlarım tahrip ediyor, kimi de denizin ortasındaki güzelim topraklara havuz konduruyor!.. Oysa ne adaların buna ihtiyacı var ne de İstanbulluların. Adalar sessiz, sakin doğal halleri ile güzeldir ve öyle kalmalıdır, iyi haftalar dileğiyle...