Sultanahmet Meydanı tarihte dövüş ve katliamlara sahne olmuştu!
İki yüzyıl önce Antoine Ignace Melling'in resmettiği gravürde; bugünkü Sultanahmet Meydanı'nda gezinen İstanbul halkının sıradan hallerini görüyoruz. Zanaatkarlar, yiyecek satıcıları, alışveriş yapan kadınlar, mal yüklü develer ve hareketsiz bir kervan...
Hipodrom’un adı artık Romalılar’ın talimleri, oyunları ve ihtişamıyla anılmıyor. Açık dövüşlere sahne olan bu arenayı ne dövüşler, ne katliamlar kana bulamıştır halbuki. Burada Romalı savaşçılar, atalarının Marius veya Sulla, Caesar veya Pompey, Octavius veya Markus Antonius’a karşı dövüştükleri gibi; birbirleriyle dövüşüyordu. ‘Yeşiller’ ve ‘Maviler’ olarak adlandırılan iki grup, imparatorları içlerinden birini seçmesi için zorluyorlardı. Amaç, karşıdakine uzun süre ve bir o kadar da acımasızca zulmetmekti... Seyircilerin dikkatinin oyuna kilitlendiği zamanda; Fabius, Aemilius veya Marcellus’ların soyundan gelenler, rakibi destekleyen komşularına, ailelerine ve arkadaşlarına defalarca hançerlerle saldırmışlardı.
Meydandaki iki dikilitaşın en dayanıklısı, zamanın tahribine ve insanların kötüye kullanımına en fazla dayananı, Mısır kökenlidir ve İmparator Theodosius zamanında dikilmiştir. 50 kadem yüksekliğindedir. Granitten veya Thebai taşından yapılmıştır ve tüm yüzeyleri hiyerogliflerle doludur. Tabanına kazınmış kimi kabartmalar, Hipodrom’da oynanan oyunları temsil eder. Burada aynı zamanda Yunanca ve Latince kitabeler de buluruz. İkinci dikilitaşsa, kökenine yalnızca bir kitabenin tanıklık ettiği, harabe haline gelmiş biçimsiz bir kütleden fazlası değildir. Bu ikincisi; ilkinden yaklaşık 500 yıl sonra Konstantin Porphyrogenitus tarafından diktirilmiştir.
Hipodrom Meydanı bu gravürde hiçbir özel amaca hizmet etmiyor. Farklı sınıflardan, mesleklerden ve milletlerden oluşan bir kalabalıkla dolu. Bu insanların giysilerinin, yüz ifadelerinin ve tavırlarının farklılığı hoş bir çeşitlilik oluşturuyor. Zanaatkârların, yiyecek satıcılarının, alışveriş yapan kadınların, kimileri yaya kimileri at üzerinde hareket ederek gelip geçenlerin oluşturdukları birçok grubun ortasında, hareketsiz bir kervan fark ediyoruz. Mal yüklü develer, sürücülerin ayaklarının dibinde yatıyor.
Melling’in gravürleri, ‘İstanbul ve Boğaz Kıyılarına Pitoresk Seyahat’ adlı kitapta yeniden toplanıp basıldı. Denizler Kitabevi’nden yayımlanan kitapta, 48 gravür ve üç haritanın dışında, tasvir edilen yerlerin detaylı anlatımı da bulunuyor. Denizler Kitabevi Beyoğlu’nda, Melling’in yaşadığı dönemde inşa edilmiş, eskiden Hollanda Konsolosluğu’na ait olan tarihi binada bulunuyor. Burada yeni kitapların yanı sıra eski haritalar, gravürler, kartpostallar, antika kitaplar ve objeler de bulmak mümkün.
Dikkat çeken yapılar
Melling bu gravürde, İstanbul halkının adetlerini temsil eden görüntüleri tasvir ediyor. İki Tatar süvari, okluklarıyla meydanı dörtnala kat ederken, önlerine çıkan yayaları kaçırıyorlar. İleride, bir polis memuru düzenbaz bir satıcıya dayak atıyor. Sağda, bir yeniçeri muhafızı devriye geziyor. Cirit oynayan Türkler at üzerinde iki takım oluşturuyorlar. Birbirlerini çığlıklarla kışkırtarak, uzaktan cirit atıyorlar. Genellikle kazananlar arenadan ağır yaralı çıkıyor. Bir Türk beyinin bir zamanlar eski şövalyeler için zikrettiği düşünceleri bu oyunlar için de söyleyebiliriz: “Bu ciddi bir dövüş için yeterli değil” diyordu, “Ama bir eğlence için çok fazla.”
Bu devasa meydan birçok dikkat çekici yapıyla çevrili. Sağda, zamanında İstanbul’un en güzel saraylarından biri olarak görülen İbrahim Paşa’nın eski sarayını görüyoruz. Solda, Sultan Ahmet’in naaşının gömülü olduğu ve onun adını taşıyan cami var. Caminin çevresindeki ağaçların üzerinden, kubbelerin ve minarelerin üzerine dikili hilallerin uzandığını görüyoruz. Bunlar antik mimari kalıntılarıyla tezat oluşturuyor.
GÜLÜM DAĞLI/Milliyet