11 / 05 / 2024

Yiğit Bulut: TOKİ 'sev bizi'!

Yiğit Bulut: TOKİ 'sev bizi'!

Habertük Gazetesi Yazarı Yiğit Bulut, Toki'nin Ali Sami Yen arsasının satışı hakkındaki görüşlerini kaleme aldı



İki kardeş mal paylaşıyorlarmış. Büyük olan her iyi malı kendine yazdığında küçük kardeşe "Seni çok seviyorum, bak ne güzel sevdim" derken, kardeşi de "Başımı da okşa" dermiş! Bir süre sonra büyük olan durmuş ve sormuş "Neden hep aynı şeyi söylüyorsun", kardeş cevap vermiş: "Ben sevilirken, başımın okşanmasından hoşlanırım!"

TOKİ'nin Sami Yen satışı da yukarıda yazdığım aynı mantık! Bu nasıl bir sevgi, nasıl bir kamu yararına satış, nasıl bir özelleştirme! Bir de başımızı okşasın da tam olsun!
Değerli dostlar, konuya kafadan girelim ve Sami Yen satışını da taze örnek olarak kullanarak soralım; kamunun, kısa ve orta vadede, doğru yöntem bulunduğunda, daha büyük getiri sağlayacak malları, neden başka yöntemler aranmadan, hızla paraya dönüştürülmek istenir?
Birçok cevabı olabilir...
Ben konunun özelden genelegiderek felsefesini tartışmaya açmak ve TOKİ'yi damardan özetlediği için doğrudan tek bir seçeneği ele almak istiyorum; sistemin beslenmesi için kamu kaynaklarının feda edilmesi...
Nasıl, "yabancı gelmedi" değil mi? Son 5 yılda yapılan ve "özelleştirme" diye sunulan bazı satışlar mı aklınıza geldi!
Bu noktada konuyu açmak açısından ders kitaplarına girmiş bir bölümü alıntı halinde sizlerle paylaşmak istiyorum:
"... Kamu ekonomisinde, karar alma sürecinde seçmenler kendilerine en fazla ekonomik hizmet sunacak olan siyasal parti için oylamada bulunurken siyasal partiler de kendilerine en fazla oyu kazandıracak ve yeniden seçilmeyi garanti edecek ekonomik programı uygulamaya özen gösterirler. Yani, politik karar alma sürecinde seçmenler, kamusal mallardan sağlanacak faydayı, politikacılar da politik kârlarını maksimum düzeye çıkarmaya gayret ederler. Politik sahnede rol alan bürokratlar ise 'bütçe maksimizasyonu'nu sağlayarak büronun hacmini genişletmek ve bu suretle maaş ve diğer yan gelirlerini sağlayan tekelci konumlarını muhafaza etmeye çalışırlar..."
Sevgili dostlar, giriş bölümünden anlaşılacağı gibi; konuyu "rant transferi" veya "ucuz satıldı, bu kadar eder" gibi bakış açılarından farklı şekilde ele aldım. Görüş açımın odağı çok net; kullanılan yöntem, var olan sisteme neşter vurup kötü icraat yapan olmak yerine kamunun malları ile ateşi beslemek... Kısa vadeli de olsa, neye mal olursa olsun "seçmen rantını" zirveye taşımak ve aynı zamanda "kamu değerlerini" uluslararası finans kapitaline transfer etmek!  TOKİ  ucuz ev yapıp, siyasi rantı beslemek için Sami Yen'i bu fiyata satmak zorunda. TOKİ'nin kısa vadeli borcu ne kadar?

Peki bu şekilde kurulmuş ve iki tarafın da kısa vadede "çıkarını maksimize ettiği" ama büyük balığın "malı alan sermaye" tarafından yutulduğu bir rant mekanizmasının, temel iktisadi kurallara göre "sonsuza kadar" işlemesi ve en önemlisi "uygulayan ülkeye" yarar sağlaması mümkün mü?   Sistem çökmediği sürece "işler", fakat aynen Türkiye'deki gibi; "tarafların maksimizasyon yapmaya çalıştığı" bir ortamda "dışarıdan kaynak aktarımı" zorunludur ve ortaya bugünkü gibi her şeyini "yabancı sermayeye kaptıran" ama hâlâ "ciddi kamu borcu olan, makro bozuklukları yerinde duran bir ülke" tablosu ortaya çıkar.  Bu sistem ne zaman işlemez olur veya çark kırılır? Siyaset mekanizmasının elinden potansiyel kamu imkânları, "sosyal devlet ilkesi korunarak" alınırsa orta vadede bu çark kırılır...

Bu noktada ikinci bir soru sormak istiyorum: Peki "özelleştirme" ne demek?
Değerli dostlar, çeşitli tanımlar var:
Devletin varlıklarının ve hizmetlerinin özel sektöre devredilmesi.
Devletin zarar ettiği alanlardaki tekelci konumunu bitirerek rekabete açması.
Devletin yapmak zorunda olduğu hizmetleri ve sahip olduğu tekelleri dengeli bir şekilde devrederek gelecekteki kârı bugünden tahsil etmesi veya potansiyel zararları durdurması...
Tanımlar daha da uzatılabilir. Bizim için önemli olan hangi tanımdan çok, Türkiye'nin uyguladığı modelde arkasında hangi felsefe olduğu. Yaptığımız özelleştirmelerde "felsefe olduğunu" sanırım kimse iddia edemez...
Son söz: Özelleştirmeye karşı değilim ama "olması gerektiği gibi olduğu" durumda... Bu kavramlardan yola çıkarak TOKİ'ye sesleniyorum: Başımızı da okşayacak mısınız?
Yiğit Bulut/Habertürk


Geri Dön