15 / 11 / 2024

Dikey mimari mi, yatay mimari mi? Yoksa müstakil ev mi?

Dikey mimari mi, yatay mimari mi? Yoksa müstakil ev mi?

Dikey yapılaşma mı, yatay yapılaşma mı? Yoksa müstakil ev mi? İşte günümüzdeki en büyük sorunlardan biri bu. Dikey yapılaşmanın olduğu yerlerde de, yatay yapılaşmanın olduğu yerlerde de aynı yoğunluk var...




Yenisöz Gazetesi köşe yazarlarından Serkan Akın bugün köşesinde "Dikey mi, yatay mı? Yoksa müsatikil mi?" başlıklı yazısına yer verdi. İşte yazının detayları...

 

Tartışmanın çok yanlış bir zeminde yapıldığını en başta belirtelim.


Yapıların dikey bir şekilde tasarlanıp inşa edilmesiyle yatay bir şekilde tasarlanıp inşa edilmesi arasındaki fark nedir acaba?


Dikey olunca çok mu yoğun bir yapılaşma oluyor da yatay olunca bu yoğunluk azalıyor?


Dikey olunca siluet bozuluyor da yatay olunca siluete olan etki sorunu çözülüyor mu?


Dikey olunca trafik artıyor da yatay olunca trafik sorunu çözülüyor mu?


Dikey olunca fiyatlar artıyor da yatay olunca fiyatlar makul seviyeye mi iniyor?


Dikey olunca statik olarak sorun oluyor da yatay olunca binalar daha sağlam mı oluyor?


Dikey olunca komşuluk bitiyor da yatay olunca komşuluk başlayıp devam mı edecek?


Sorular çoğaltılabilir ama şimdilik yeterli.

 

Önce dikeyden ne anlıyoruz onu tanımlayalım sonra da yataydan kasıt nedir onu anlamaya çalışalım.


Bir yapının yüksekliği eni veya boyundan fazla ise bu dikey bir yapıdır.


Kat sayısı ne olursa olsun bir parsele yapılan bir yapı birden fazla mülkiyet içeriyorsa bu dikey bir yapıdır.


Bir yerleşim bölgesine yapılan yapıların toplam alanı o bölgenin toplam büyüklüğünden fazla ise orada dikey bir yapılaşmadan bahsedilir.


Aslında burada dikeylikten kastedilen yükseklik değil çoklu mülkiyetin olmasıdır.


Yoksa bir apartman kütlesi ha 3 katlı olmuş ha 30 katlı. Aralarında çok temel bir fark yoktur.


Birisindeki sorun biraz daha fazladır o kadar. Yani 3 katlı yaptığınızda çoklu mülkiyetten kaynaklanan sorunlar bitmez belki sadece azalır. Azalma oranı da kat sayısı ile aynı orantılı değildir.


Mesela Bayrampaşa, Esenler ya da Zeytinburnu sözde yatay yerleşimdir ama çok sıkışık ve yoğun bir yerleşim örneğidir. Aynı şekilde Esenyurt ya da Beylikdüzü dikey yerleşimdir ve çok sıkışık ve yoğundur.


Ayrıca dikey mimariden bahsettiğimizde, topoğrafya, iklim, yöresel ve bölgesel faktörler, kültür ve gelenek hiçbir şekilde dikkate alınmayan bir yaklaşımı ifade etmiş oluruz.


Günümüzde yatay dendiğinde ise ülkemizde yıllara sâri alışkanlıkla ortalama 5 katlı apartmanların olduğu yapılaşma kastedilmektedir.


Çünkü son yıllardaki ranta dayalı imar ve kentleşme politikalarıyla bina yükseklikleri o kadar çok artmıştır ki geçmişin üç beş katlı apartmanları doğru bir çözümmüş gibi yeniden gündeme gelmektedir.


Yoksa bizi biz yapan ev, aile, akraba, mahalle, şehir ölçeği katlı apartmanlara geçince zaten bozulmaya başlamıştı.


Dolayısıyla yapıların fonksiyonu, konumu, taşıyıcı sistemi, yapım şekli, finans modeli, bulunduğu bölge dikkate alınmadan yapılan “dikey mi olsun yatay mı olsun” tartışması eksik ve yanlış bir tartışmadır.


Yani yatay olan bir yapı çirkin ve kötü, dikey olan bir yapı güzel ve iyi olabilir.


Ya da tüm dikey yapılar kötü, tüm yatay yapılar iyi diyemeyiz.


Esas olan bir yapı, hangi amaçla, nerede, nasıl bir mantıkla, nasıl bir tasarımla inşa edildiği, böylelikle bulunduğu coğrafya ve kültürle kurduğu ilişkinin gücüyle değerlendirilebilir.


Konu yüksek yapıların çirkinliğinden açıldığına göre yüksek yapı yapmanın sebepleri incelendiğinde önümüze gelen en basit cevap arsa yetersizliğidir ki bu cevap başlı başına kandırmacadır.

Daha önceleri dünyada ya da ülkemizde arsa sorununun olmadığını defalarca anlatmaya çalışmıştık


Ülkemizdeki toprakların sadece %4 ünü dünya standartlarında imar ettiğimizde tüm ülkeyi barındırdığımızı belirtmiştik.


Dikey mimaride gizlenen gerçek “haksız imar artışı ve ranttır”


Karşı çıkmamız gereken budur. Adaletsiz ve haksız imar artışı toplumsal adaleti bozmaktadır.


Yoksa herhangi bir ticaret yapısı doğru bir planlamayla ve doğru bir yerde pek tabii yapılabilinir.


Yanlış olan evlerimizi yüksek katlı yapmaktır.


Hem de sadece yirmi otuz katlılardan bahsetmiyoruz.


Beş katlı veya üç katlı da olsa evlerimiz için bu tercih yanlıştır.


Esas olan bir parselde bir ailenin yaşamasıdır.


Tüm tarih, gelenek, ahlak, kültür, inanç değerlerimiz müstakil mülkiyetli yerleşim modelinin bizim için doğru bir karar olduğunu göstermektedir.


Çünkü müstakil mülkiyet yapı modeli insanlık tarihinin başlangıcından itibaren günümüze kadar gelen ve karşılığı olan bir modeldir.


Yanlış olan insanların evlerini müstakil yapabilecekleri arsaların üretilmemesi ve şehirlerin bu doğrultuda yönetilmemesidir.


Müstakil evlerin pahalı olduğu ya da olacağı bilgisi de yanlıştır.


Çünkü evlerimizin fiyatını artıran şey ranttır.


Ülke topraklarının imara açılabileceklerinin açılmamasından dolayı sıkışıklık olmaktadır.


Yoksa yerden yaklaşık 30 metre yukarıda 100 m² alanı ve 300 m³ hacmi olan bir dairenin fiyatının inşaat maliyetinin yaklaşık yüz bin Lira olmasına rağmen fiyatının beş yüz bin lira olması daha büyük bir yanlıştır. Bu yanlışın içinde çok büyük bir faiz olması da önemli ayrı bir sorundur milletin kanını emen.


Ayrıca canım İstanbul'un tarihsel kimliğini ortaya koyan, tüm dünyaca bilinen ve örneklik teşkil eden siluetine hançer gibi saplanan yüksek katlı yapıların tamamı kahrolası dikey yapılardır ve acilen yıkılmalıdır.


İnsanların kibrit kutusu gibi üst üste, güneş almayan, otoparkı bulunmayan, dayanıksız ve plansız şekildeki binalarda yaşadığı tüm yerleşimler de acilen yenilenmelidir.


Popülizm tuzağına düşmeden ama.


Keşke mühendisler bu kadar yüksek yapı inşa edemiyor olsalardı.


Keşke beton denen iğrenç yapı malzemesi hiç keşfedilmeseydi.


Geri Dön