28 / 09 / 2024

Mark Davison: Türkleri şaşırtacak evler yapacağız!

Mark Davison: Türkleri şaşırtacak evler yapacağız!

Philippe Starck’ın İstanbul için tasarladığı ve Ekim’de Ulus’ta yapımına başlanacak gayrimenkul projesi görücüye çıkacak




30 Eylül, Türkiye tasarım tarihi açısından önemli bir gün. Çünkü Philippe Starck’ın İstanbul için tasarladığı ve Ekim’de Ulus’ta yapımına başlanacak gayrimenkul projesi görücüye çıkacak. Suada’da yapılacak tanıtım öncesi, Yoo Tasarım Direktörü Mark Davison ile birlikte Miami’de benzer Yoo projelerini gezdik.

Bugüne dek dünyanın 27 şehrinde, 57 farklı proje yaptınız. Her yerde konuştuğunuz ortak bir tasarım diliniz mi var, yoksa gittiğiniz yerin mi lisanını öğreniyorsunuz?
- Her gittiğimiz yerde yerel insanlarla çalışırız. Çünkü bölge halkının özellikleri ve ne istediği konusunda yardımcı olurlar. Sadece kendimiz için tasarım yapmıyoruz. Yaptığımız tasarımın satması lazım. Soruları buna göre soruyoruz. 30 Eylül’de tüm sorduğumuz soruların cevabı, yani projemiz ortaya çıkacak. İnsanları şaşırtmayı seviyoruz. Beklemedikleri yerden vuruyoruz ama alışıyorlar. Yeni şeyler deniyoruz ama klasikten de vazgeçmiyoruz. Tarihi ve sanat tarihini önemsiyoruz.
Miami’deki projeler modern ama aynı zamanda nostaljik. Babaannemizden kalma şeyleri kullanmışsınız. Bu sizin genetik özelliklerinizden mi?
- Kesinlikle doğru. Nostaljik mobilyalara, tanıdık kokulara önem veriyoruz. Ama çok fazla kitsch’e düşmüyoruz. Hepsi bir bağlantı içinde. Farklı tarzlar kullanıyoruz ama bir araya gelince bir bütün oluşturuyorlar. Bu yüzden bizi kopyalayamıyorlar.
Dünyanın birçok ülkesinde ev yapan biri olarak, insanların artık nasıl evlerde yaşamak istediğini söyler misiniz? Geleceğin evini tanımlar mısınız?
- Trendler ışık hızıyla değişiyor. Beş yıl önce şimdikinden çok farklıydı. Artık dünyanın dört bir yanındaki insanlar aynı şeyi istiyor. İdeal evin kaçış ve kurtuluş yeri olması lazım. Yatak odasında televizyon olmamasına uğraşıyoruz; orada uyuyun, rahatlayın ve sevişin. Eskiden her yerde televizyon istiyorlardı. Şimdi onları bu konuda biraz frenliyoruz. Ortak alanlar daha değerli artık. Ekolojik bahçe fikrini pek samimi bulmuyorum. Bu bir pazarlama oyunu. O projeler hayata geçince o bahçeler kullanılmıyor. Salona katıp salonu büyütüyorlar. Bu konuda akıllıca davranmak zorundayız. Projeye bir şey koyuyorsak çalışması lazım.

UZUN BİNALARIN CAZİBESİ

Starck’ın tasarıma demokratik baktığını söylüyorsunuz. Lüksün en üst seviyesini sergileyerek, çok demokratik bir şey yapıyoruz diyorsunuz. Buna nasıl inananlım?
- Mobilya tasarlıyor ve her yıl yeni bir ürün piyasaya çıkarıyoruz. Ve Philippe Starck gerçek anlamıyla lüks mobilya tasarlamayı çok iyi biliyor. Buna rağmen her sene daha ulaşılabilir ürünler de piyasaya çıkarıyoruz. 200 dolara herkesin alabileceği sandalyeler yapıyoruz. Bu demokratik tasarım adına iyi bir adım. Zeki, esprili ve iyi tasarıma herkesin ulaşmasını sağlıyoruz. Apartman ve residanslarımıza baktığımızda da demokratik ve iyi tasarımı görürsünüz. Altın kaplamalı sandalye de yaparız, beyaz ahşap da... İnsanları korkutmuyoruz. 1+1 evi olan da en büyük dairenin sahibi de ortak alanları aynı duygularla paylaşıyor. Herkes kendini iyi hissediyor. Çünkü bunlar lüks olmasına rağmen iyi tasarımlar. Lüksün ortak duygusu bir his. Rahatlık, konfor, iyi tasarım. Herkes kendi lüksünü seçiyor ve kendini orada iyi hissediyor.
Bu çokkatlı upuzun binaların cazibesi nedir? Dünyanın 27 farklı ülkesinde olduğunuza göre global bir kabul söz konusu. İnsanoğlu bu yüzyılda uzun binalara niye ihtiyaç duyuyor?
- Bu uzun binalar belirli bir araziden mümkün olduğu kadar çok kar etmek amacıyla ortaya çıkmış. Oysa bizim için böyle değil, yüksek binaları çok seviyoruz. Onlara dikey köylerimiz diyoruz. Yoo için önemli olan, aslında ortak alanlar. Birbirini tanımayan insanların bir araya geldiği sosyal paylaşım yaşadığı yerler. Ev sahibi olan herkes hiçbir bedel ödemeden kullanıyor bu alanları. Poker masaları da yapıyoruz, iyi SPA’lar da kuruyoruz.
Peki bu binaları yapan mimarın egosu ne kadar öne çıkıyor? Oturan kişinin en yüksekte olma takıntısı ne kadar önde?
- Mimarın egosu yadsınamaz bir gerçek. Ama özel bir şey yaratma hevesindeki birinin de bu egoya sahip olması gerek. Yoo’nun anlamı aslında ‘you’ yani sen. Yani bu mesele bizimle değil, seninle ilgili. Biz projelerimizi içeriden dışarı doğru yaratıyoruz. Her şey içerideki atmosferle başlıyor, sonra binanın dışı ve cephesi geliyor.

STARCK KARŞISINDA EZİK DEĞİLİM

Mark Davison tasarımcı değil, mimar. Yoo projesini Philippe Starck ile kuran John Hitchcox’un kızkardeşiyle evli. Üniversiteden mezun olduğundan beri John ile birlikte çalışıyor: “John, Manhattan Loft’u kuruyordu. ‘Bana yardım et, sana ihtiyacım var’ dedi. İngiltere’deki ilk loft projesi tam bir fenomen oldu. 50’lerin New York’unda fabrikaların loft’a dönüştürülmesi gibi. İnsanlar dört duvarı olan binaları işgal edip kendi evlerine dönüştürmekten zevk alıyorlardı. Sadece duvarları veriyorduk herkes kendi evini yaratıyordu. Sonra John Miami’ye geldi ve Philippe ile tanıştı. Birlikte denize açıldıklarında teknede şişelerce şampanya içmiş ve çok çok sarhoşken Yoo’yu kurmuşlar. John 1996’da ‘Deli bir adamla tanıştım, onunla yürümeliyiz ama yardımına ihtiyacım var’ dedi. Philippe’te son derece büyük bir egoyla karşılaşacağımı beklerken çok alçakgönüllü çıktı. 10 yıl evvel Tel Aviv projesinde tanıştık. Bir oda dolusu mimar onu bekliyorduk ve biraz gergindik. Düşünsenize mimar bile değil, tasarımcı ve gerilimi hissetti. Bir sürü aptalca şakalar yaparak herkesi rahatlattı. ‘Egolarımızı masanın altına koyalım, burada sadece iyi fikir kazanır’ dedi. Tasarımlarındaki çılgınlık insani ilişkilerine çok yansımıyor. Altı yaşındaki bir çocuğun fikri de temizlik işçisininki onun için önemli. ‘En basit fikir en iyi fikirdir’ der.”
Davison tüm dünyada Philippe Starck’ın projelerini uyguluyor: “O yaratıyor ama biz de fikirlerimizi söylüyoruz. Demokratik bir ortam var. Ezik değiliz. Onun kalemi değilim ama tabii ki rapor veriyorum. Çünkü genel konsepti o çiziyor. Bütün Yoo tasarımlarının sanatsal tarafını o yönetiyor. Son onayı veriyor. Kendimi onun eli kolu gibi hissemiyorum. Çünkü yaratılan projede katkım olduğunu biliyorum. Hiçbir zaman kendimi onun yerine koyamayacağımı da biliyorum. Onun gibi çılgın insan o kadar az ki!”
Sibel ARNA/Hürriyet 


Geri Dön