Mehmet Emin Birpınar'dan yeşil dönüşüm açıklaması!
Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Mehmet Emin Birpınar, yeşil dönüşüme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Mehmet Emin Birpınar, yeşil dönüşüme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Dünya Gazetesi'nde yer alan habere göre; Birpınar, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na imza koymayan 6 ülkeden biri olmasıyla ilgili, “Artık iklim değişikliğinin en büyük küresel risklerden biri olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Doğal afetlerde artış, aşırı hava olaylarının sayı ve sıklığının artması, buzulların erimesi, su kıtlığı, gıda kaynaklarının zarar görmesi, bulaşıcı hastalıklar gibi sonuçlar tüm insanlığa iklim değişikliği sorununun gerçek olduğunu gösteriyor. İklim değişikliği sorununun insan kaynaklı olduğu yüzde 95 kesinlik oranıyla ortaya konuldu” diye konuştu.
İşte Birpınar'ın o açıklamaları...
Siz T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak uzun süredir iklim değişikliği konusunu gündemde tutmaya, Türkiye’de de bu bilincin oluşmasına katkıda bulunmaya çalışıyorsunuz. Dünyanın önde gelen ülkeleri, toplanan iklim zirveleri, alınan kararlar, derken aksiyon almaya, küresel ısınmayı biraz olsun frenlemeye çalışıyor. Bu konuda son 10 yılda atılan adımlar ne kadar işe yaradı? Dünya, iklim değişikliği ile mücadele konusunda ne kadar yol alabildi?
Kamuoyunun iklim değişikliğine olan ilgisi özellikle son yıllarda artış gösterse de aslında 30 yıldır Birleşmiş Milletler çatısı altında ülkeler her yıl bir araya geliyor.
Bu süreci özetleyecek olursak, 1992’de kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile doğrudan uluslararası bir çerçevenin oluşturulduğunu söyleyebiliriz.
İklim değişikliğiyle mücadelenin genel ilkelerini içeren bu Sözleşme kapsamında önce Kyoto Protokolü, ardından 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Tarafl ar Konferansı’nda kabul edilen Paris Anlaşması, bu ilkelerin nasıl hayata geçirileceğini gösteren belgeler olmuştur.
Geldiğimiz noktada dünyanın iklim değişikliği ile olan mücadelesinde başarılı olduğu noktalar kadar başarısız olunan pek çok konu bulunmaktadır.
Öncelikle iklim değişikliğinin en büyük küresel risklerden biri olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Sorunu kabul etmek çözüme ulaşmanın ilk ve en temel adımıdır.
Doğal afetlerde artış, aşırı hava olaylarının sayı ve sıklığının artması, buzulların erimesi, büyük çaplı orman yangınları, su kıtlığı, gıda kaynaklarının zarar görmesi, bulaşıcı hastalıklar gibi sonuçlar zaten tüm insanlığa iklim değişikliği sorununun gerçek olduğunu gösteriyor.
Bilim insanları da yaptıkları bilimsel çalışmalar ile bunu kanıtlarıyla ortaya koymuş durumda. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 2014 yılında yayımladığı 5. Değerlendirme Raporu’nda iklim değişikliği sorunun gerçek ve insan kaynaklı olduğunu yüzde 95 kesinlik oranıyla ortaya koydu. O nedenle çağımızda yaşanan iklim değişikliğine antropojenik yani insan kaynaklı iklim değişikliği deniliyor.
Ancak, iklim değişikliğini artık sadece bir sorun olarak nitelemek yetersiz kalıyor. BM Genel Sekreteri bunu iklim krizi olarak ifade ediyor. Böyle denmesinin sebebi yaşanan süreçlerin büyük etkilerinin olması. Milyonlarca insan hayatını kaybetti, felaketlerin ekonomik maliyetleri ise trilyon dolarlarla ölçülüyor. Acil eyleme geçilmesi ve iklim değişikliği ile eldeki tüm imkânlar ile mücadele edilmesi gerekiyor.
Uluslararası iklim rejimi günümüze kadarki süreçte emisyonların azaltımını öncelikli konu olarak ele aldı. Enerji verimliliği, yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji gibi konularda her ülkenin kendi çapında çalışmaları var. Ne var ki, iklim değişikliğinin başlıca sorumlusu olan sera gazı emisyonlarının henüz pik yapmadığını görmekteyiz, yani artış devam ediyor.
Öte yandan, iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan, kaçınılmaz ve kimi zamanda öngörülemeyen etkilere uyum sağlamanın temel bir öncelik olduğu da uluslararası toplum tarafından anlaşılmış durumda.
Sera gazı azaltımı ve uyum çalışmaları iklim denkleminin iki önemli ve eşit parçası. İklim değişikliğine uyum kapsamında kentsel dirençliliğin sağlanması, yeşil altyapılar ve doğa temelli çözümler, su yönetimi, sürdürülebilir tarım uygulamaları, tek sağlık yaklaşımı gibi sayıları artırılabilecek pek çok konu ele alınıyor.
İklim değişikliği ile mücadele çok yönlü, çok paydaşlı ve uzun soluklu bir yol. Atılan adımların ne derece sonuç vereceğini zaman gösterecektir. Başarıya ulaşabilmenin yolu ise ancak uluslararası işbirliğine dayalı, hakkaniyetli ve sürdürülebilir bir yaklaşımın benimsenmesi dâhilinde mümkün olabilecektir.
Yeşil dönüşüm aynı zamanda yeni teknolojilere yatırım, Ar-Ge, yeni iş fırsatları ve “rekabet gücü” anlamına geliyor. Bu süreçte Türkiye nasıl bir yol haritası belirlemeli? Öncelikli odak alanları neler olmalı?
Ekonomi ve sanayinin yeşil dönüşümünün; kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin tesis edilmesinin yanı sıra, ülkemizin AB başta olmak üzere, üçüncü ülkelere ihracatında rekabetçiliğinin korunması ve güçlendirilmesi için elzem görüldüğünü söylemek mümkündür. Bu alanda atılacak adımlar, aynı zamanda ülkemizin küresel değer zincirlerine entegrasyonunun geliştirilmesi ve uluslararası yatırımlardan alacağı payın artırılması bakımından da önem teşkil ediyor. Belirlenecek yol haritasının ve odak alanlarının AB başta olmak üzere diğer uluslararası ticaret ortakları ile olan öncelikleri bağlamında değerlendirilmesini yerinde buluyoruz. Bu kapsamda, enerji dönüşümü önemli bir başlangıç noktası olabilir. Dünya yeni bir enerji dönüşüm sürecine girdi. Fiyatları hızla düşen yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği itici güçleri sayesinde enerji sektörü hızla dönüşmekte. Küresel ekonominin merkezinde yer alması sebebiyle, enerji sektörü birçok paydaşı da içerisinde bulunduruyor.
İhracatımızın yarısı AB ülkelerine gerçekleşiyor. AB’nin yeni büyüme modeli olarak hayata geçireceği “Yeşil Mutabakat”, her sektörde çok önemli bir dönüşümü beraberinde getirecek. Bu dönüşümün Türkiye’ye getireceği tehditler ve fırsatlar neler?
“Yeşil Mutabakat”, 2019 sonunda AB’nin yeni büyüme stratejisi olarak tanıtıldı. Çevresel bozulma, tarım, biyoçeşitlilik, iklim değişikliği ve dönüşümün finansmanı gibi pek çok konuda hedefl ere ve yaklaşımlara yer verildi. Yer verilen bir diğer konu ise sınırda karbon düzenlemeleriydi. Buna göre AB ithal ettiği ürünlerin içerdiği karbon yoğunluğuna göre bir vergi düzenlemesi tasarlamakta.
AB 2005 yılından beri emisyon ticaret sistemi ile içerde karbon fiyatlaması uyguluyor. Yani karbon AB’de fiyatlanıyor. Eğer AB Ortak Pazarı’na karbon fiyatlamasına maruz kalmamış bir ürün girecekse, AB’deki karbon maliyeti nispetinde bir vergi uygulanacaktır. Sonuçta, karbon fiyatlandırmasına tabi olmayan aktörlerin pazardaki avantajı önlenmiş, başka bir deyişle karbon kaçağı önlenmiş olacaktır.
Önümüzdeki haziran ayında uygulamanın belli başlı noktaları netleştirilecek, uygulamanın kendisi ise 2023’te hayata geçecek. Sürecin nasıl işletileceği ve dolayısıyla maliyetlerin ne olacağı şimdilik kesinleşmemiş olsa da pek çok ülkeye sağlanan maddi imkânların Türkiye’ye de standartlarını yükseltebilmesi için sağlanması gerekiyor.
Ülkemiz açısından konunun önemi çok barizdir, çünkü AB’ye olan ihracatımız 2020 yılında 69 milyar dolar gibi bir rakama ulaştı. Bu rakam, toplam ihracatımızın yüzde 41’ini oluşturuyor.
Sınırda karbon düzenlemesinin ülkemiz için bir risk teşkil ettiği doğrudur. Uygulama çifte karbon vergilendirmesini önleyecek şekilde işletileceği için ülkemizde kurulacak olan emisyon ticaret sistemi ile bu risk bertaraf edilebilecektir. Bu sistemle elde edilecek gelirin yeniden dağıtımı ile yeşil ekonomi kapasitemizi artırabiliriz.
Büyük şirketler, dünyanın en büyük yatırımcıları yeşil dönüşüm için önemli taahhütler veriyor. Bu süreçte Türk iş dünyasında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk iş dünyası bu konuda daha etkili rol almalı mı?
Küresel boyutta ve artan sayıda fi rma ve yatırımcının “yeşil dönüşüm” yol haritalarını belirlediklerini görüyoruz. Bu girişimler arasında, Birleşmiş Milletler çatısı altında bugüne kadar 1397 fi rma ve 74 yatırımcının katılım sağladığı Sıfır Emisyon Yarışı ve 280 fi rmanın taraf olduğu RE100 (Yenilenebilir Enerji 100) yer alıyor. İş dünyası liderlerinin gündemine bakılırsa pandemi sonrasının belirleyici unsurları sadece dijitalleşme odaklı olmayacak. Neredeyse büyük ölçekli şirketlerimizin hepsi ve uluslararası iş yapan şirketlerimiz yeşil dönüşümü gündemine almış durumda.
Avrupa “Yeşil Mutabakatı” kapsamında sınırda karbon vergisi hammaddeden, üretime, tedarikçinin tedarikçisinden, lojistiğe kadar her aşamada AB ile ticaret yapan herkesi etkileyecek. Bu noktada Türk şirketleri için önemli fırsatlar var. Lojistikte karbon girdisi önemli bir kalem ve bu noktada Türkiye’nin coğrafi yakınlığı büyük bir avantaj. Dünyadaki tedarik zinciri mimarisi yeniden şekilleniyor. Bu kapsamda da Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar var.
Mesela dünyada şirketlerin önümüzdeki 5 yıl içinde tedarik zincirlerine bağlı olarak karşılaşacakları iklim riskleri 120 milyar dolara tekabül ediyor. Şirketlerin tedarik zinciri emisyonları, operasyonel emisyonlarının ortalama 11.4 katına denk geliyor.
Tedarikçiler emisyon azaltım faaliyetleri sayesinde emisyonlarında 619 milyon C02’lik bir azalmaya gittiklerinde 33.7 milyar dolar tasarruf ediyorlar. Sonuç olarak, ekonomik büyümeyi iklim gündemini göz önünde tutarak gerçekleştirmenin ve bu doğrultuda, iklim değişikliğini sınırlandıran bir senaryo ile uyumlu ekonomik modeller geliştirmenin ekonomi ve ticaret politikalarının merkezinde yer alması gerektiğine inanıyoruz. Türk iş dünyasının ülkemizde gerçekleştirdiklerini ve önümüzdeki sürece ilişkin planlamalarını da çok kıymetli buluyoruz.
Kamu kurumları olarak iş dünyasına destek sağlamaya, doğru yönlendirmelere, gerekli mevzuat çalışmalarını yapmaya bu dönüşüme hız vermeye devam edeceğiz.
İnşaat sektöründe yeşil ve dijital dönüşüme uyulmalı!
İnşaatta gelecek 30 yılın konusu: Dijitalleşme ve yeşil dönüşüm!