Mimar Zaha Hadid İstanbul'a cami tasarlamak istiyor!
Modern mimarinin fenomeni Zaha Hadid hayat hikayesini, bir Arap ve kadın olarak zorlukları nasıl aştığını, eski ve yeni projelerini anlattı. Hadid İstanbul'a cami yapmak istediğini belirtti..
Zaha Hadid’in 65 yıllık hayatı olağanüstü bir hikâye. Bir defa Arap, üstelik kadın ve modern mimariye damgasını vurmuş bir fenomen. Çizdiği yuvarlak hatlı akışkan binalarının hepsini uzaylıların yaptığını zannedebilirsiniz. Ancak her sıra dışı yetenek gibi o da bunun bedelini ödeyerek buralara gelmiş. 350 kişinin çalıştığı mimarlık ofisinin ilk yıllarında bütün projeleri geri dönmüş. Ama yılmamış. İlk günlerdeki zorlukların işle ilgili olmadığını belirten ünlü mimar, “Karşılaştığım en büyük mesele kadın ve Arap olmamdı” diyor. Ancak çok ama çok çalışarak 2004’te Pritzker Mimarlık Ödülü’nü almayı başaran ilk kadın oluyor. Hadid, 2008’de Forbes Dergisi’nin, daha sonra Time Dergisi’nin “Dünyanın En Güçlü 100 Kadını” listelerine girdi. İtalya 21. Yüzyıl Sanat Müzesi, Wolfsburg Phaeno Bilim Merkezi, Hong Kong Polytechnic Üniversitesi, Bakü Kültür Merkezi, 2012 Olimpiyat Oyunları için Londra Su Sporları Merkezi onun eserlerinden bazıları. Şimdilerde, İstanbul Kartal’daki kentsel dönüşüm projesine de imzasını atmaya hazırlanıyor. Ünlü mimarı Miami dönüşü yakaladık...
Irak’taki çocukluk yıllarınızı dinlemek için sabırsızlanıyorum!
Irak’ta çok özgür bir ortamda, güzel bir çocukluk geçirdim. Ailem laik ve düşüncelerimi özgürce dile getirebileceğim şekilde beni yetiştirdi. Onların bu konuda gerçekten örnek olduklarını düşünüyorum. Çocukken ailemle çok seyahat ettim. Babamla en büyük merakımız, her gittiğimiz ülkenin müze ve tarihi eserlerini gezmekti. Beni İspanya’da Kurtuba Camii’ne götürdü mesela. Gördüğüm yerler arasında beni en çok etkileyenlerden biri olmuştur. Tabii ki çok ihtişamlı başka yerler de gezdik ama bu caminin benim için yeri ayrı.
Aile mimariye meraklıydı yani?
Evet, ailemde herkes mimariye dolaylı şekilde çok meraklıydı. Benim bununla ilgili hatırladığım ilk şey; sanırım 6 yaşındaydım, halam kendisine Musul’un kuzeyinde bir ev yaptırmak istedi. Mimar, babamın yakın arkadaşıydı. Bizim eve çizimlerle ve modellerle geldi. O çizimler beni öyle etkilemişti ki hayran hayran saatlerce seyrettiğimi hatırlıyorum. Bu arada enteresan olan, ailemden herkes mimara fikir veriyordu. Hepsi de mimar tarafından beğenilen, tasdik edilen fikirlerdi.
O dönem Irak nasıldı?
Irak’ta yaşadığım o dönemde; boyun eğmemiş bir inanç sistemi ve pozitif bir bakış açısı vardı.1960’lara baktığınız zaman mimari çok farklı yerlerdeydi. Arabistan’da, Güney Amerika’da ve Asya’da bu dönemin yenilikleri, buluşları, uygulamaları benim tarzımı ve eserlerimi çok çok etkilemiştir.
Peki mimar olmaya nasıl karar verdiniz?
Bahsettiğim gibi, ailemin her zaman mimariye çok büyük ilgisi vardı. Onların bu ilgisi beni etkiledi sanırım. Dış ülke seyahatlerimizin tek amacı tarihi eser ve müze gezmekti.
Mimaride etkilendiğiniz önemli bir şahsiyet oldu mu?
1970’te mimarlık okurken Londra’da ressam Kasimir Malevich’ten ve onun eserlerinden çok etkilendim. Kendisi geometrik soyut sanatın öncüsü ve avangard suprematist hareketin yaratıcısı... Kentselleşmeyle ilgili araştırma ve çalışmaları çok etkileyiciydi.
Mesleğe başladığınız o yıllarda mimari ne durumdaydı?
Size de bir yer var gibi geliyor muydu başlarda? O zamanlar kalıplaşmış mimari çalışmalardan dolayı kendimi kısıtlı hissettiğimi hatırlıyorum. Yeni oluşumlar, farklı tasarımlar üzerinde sürekli araştırmaya başladım. Bence mimarinin ihtiyacı olan da buydu. Resme yöneldim. Geometrik şekillerle değişik çalışmalarım oldu. Malevich çalışmaları da çok farklı araştırmalar yapmamı, sıra dışı projeler yaratmamı sağladı. Malevich’in tabloları, yaptığı geometrik şekiller benim çalışmalarımda güç ve enerjiye dönüştü. Bu şekiller eğrilerek, bükülerek, mekânsal mükemmel bir akıcılığa büründü. Bu hafiflik, havada durabilen, yerçekimine karşı gelen eserlerime öncülük etti. Bunun en iyi örneği mimarlığını yaptığım 2012 Olimpiyat Merkezi ve Bakü’deki Kültür Merkezi’dir.
En büyük ilham kaynağınız ne?
Doğa! Doğa bana her zaman en büyük ilham kaynağı olmuştur. Doğadaki düzene baktığınız zaman, çok şey size öncülük edebiliyor. Estetik, incelik ve ayrıntı burada saklı. İnsanlar hep bana soruyor “Neden eserlerinde düz çizgiler ve 90 derece açılar yok” diye. Doğayı düşünürseniz, sıradanlık ve 90 derecelik hatlar göremezsiniz. Ama insanlar doğaya yakın olduklarında hep huzur duyar. Bizim de mimaride bunu yaratmamız gerektiğini düşünürüm.
‘HİÇBİR ZAMAN VAZGEÇMEDİM’
Pritzker Mimarlık Ödülü başta olmak üzere birçok ödüle sahipsiniz. Ünlü dergilerin “Dünyanın En Güçlü 100 Kadını” listelerine girdiniz. Erkeklerin egemen olduğu bir alanda bu başarıyı nasıl elde ettiniz?
Hiçbir zaman vazgeçmeyerek! Bu konuda mütevazı olamayacağım, başarımla da gurur duyuyorum. Ama çok zor ve uzun bir mücadeleydi. Mimarlık kolay iş değil. Kadınerkek fark etmez, kime sorsan aynı şeyi söyler. Kendine ve yaptığın işe inanman şart. Her gün bir şeyler öğrenmek, yeni adımlar atmak çok önemli. Her zaman adımların doğru olmayabilir ama hiçbir zaman denemekten vazgeçmemek lazım. Ben de hiçbir zaman vazgeçmedim. Ayrıca mimarlık solo bir hareket de değil, bir takım çalışması. Benim muhteşem bir ekibim var. Ofisimde uyum ve ahenk içinde çalışılır. Takım çalışmasıyla çok güzel şeyler yaratıyoruz.
Biraz o ofisten ve işteki aşamalardan bahsedin...
Her projenin en başında müşteriyle projenin amacını netleştiririz. “Yaptığımız bina bizi ilgilendirir” diyemeyiz. Biz bir yeri en kullanışlı haliyle yaratmak zorundayız. Böyle bir çalışmada tasarım, mühendislik, mimari el ele yürür. Şehir planlaması, kamu binaları, yeşil alan düzenlemesi aynı strateji ve tecrübeyle oluşturulur. Çalışmalarımızda hızlı düşünerek hareket etmeyiz. Çok derin hesap kitap, görüşmeler ve beyin fırtınalarının sonunda benzeri olmayan, kullanışlı, muhteşem eserler ortaya çıkar.
Çok büyük bir ekiple çalışıyorsunuz, bu ahengi nasıl sağlıyorsunuz?
Sayımız 350’ye yakın. En önemli özelliğimiz, mimarlarımızı sıra dışı tasarımlara yönlendirmek ve onları buna cesaretlendirmek. Mimar, modayı ve ekonomiyi takip etmez. O bir çeşit yaratıcılıktır. Sosyal ve teknolojik yeniliklerle bağlantılı olmanız lazım. Her zaman insanların taleplerini ve hayatın genel hatlarını takip etmek gerek. Özellikle her gün artan nüfusu, şehirciliği göz önünde bulundurmak şart. Geçen yüzyılın binalarının yerini entegre ve modern yaşam ihtiyaçlarına adapte olan binalar aldı. 21. yüzyılın önüne projelerimizle şimdiden geçmeliyiz. Çok çalışmak şart! Kare bloklardan oluşan evlerden ve tekdüzelikten kurtulmamız en önemli hedefimiz olmalı. Bizim bunu profesyonel ekibimizle birlikte başardığımızı düşünüyorum.
‘VİTRA İTFAİYE BİNASI’NA FARKLI BİR BAĞLILIĞIM VAR’
Bir de uzun yıllar sadece kâğıt üzerinde çalışmışsınız...
1970’lerde ekonomik problemler yüzünden çoğu mimarın işi yoktu fakat çizimlerle üretken haldeydik. Bu durum sürekli eleştiriliyordu. İnşa edip etmeme konusunda bizim seçme hakkımız yoktu. Yine de çizimler ve yaratıcılık açısından çok verimli bir dönemdi. O günkü çalışmaların bugünlere çok büyük katkısı oldu. Bazı önemli projeler o dönem hayata geçirilemedi. Örneğin Hong Kong’daki ekonomik kriz projemizi geciktirdi. Birkaç sene üst üste işler, ihaleler hep ters gitti. Her şey proje üstünde kaldı. Ancak daha sonra Galler’in Cardiff şehrindeki Opera binası, Hong Kong Zirvesi, Düsseldorf’taki Sanat Merkezi gibi projelerimizi uzun uğraşlar sonucu hayata geçirdik. Bu üç proje de elegan, yumuşak, akıcı ve sıra dışı. Şu dönem olsa belki bu projeleri çok daha farklı konumlandırırdım, fakat hepsi de çok tanınan, beğenilen, ihtişamlı projeler...
Zirve projeniz hangisi?
Bu benim için çok zor bir soru. “En önemli projem şu” diyemem. Çünkü hepsi farklı zamanları ve çok farklı kariyer dönemlerimi temsil ediyor. Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyuyorum. Fakat Vitra İtfaiye Tesisi’ne çok farklı bir bağlılığım var, çünkü Vitra Genel Kurul Başkanı Rolf Fehlbaum, hiç popüler olmadığım ve hiçbir referans veremediğim ilk yıllarımda, sadece bana inanarak bu binayı yaptırdı.
Londra’da turistlerin mutlaka görmek için uğradığı bir Olimpik Park yaptınız; muhteşem bir yapı...
Yer seviyesinden başlayarak havuzu kuşatan su dalgası şekli hâkim. Olimpiyatlarda 10 dünya rekoruna ev sahipliği yaptı. 1.5 milyon kişi tarafından ziyaret edildi. Bu merkez gelecek nesle miras olacak şekilde düşünüldü. Londra’nın şu an en çok ziyaret edilen kamu alanı. İnsanları şaşkınlık içinde bırakan bir yapı olarak tanındı, bilindi. İlk açıldığı günlerde 500 bin kişi tarafından ziyaret edildi. 17 bin 500 oturma kapasitesine sahip. Tarihte en büyük seyirci kapasitesi demek bu. Olimpiyatlardan sonra 2 bin 500 kişilik seyirci kapasitesine düşürüldü. Bu şekilde tasarruf edilmiş oldu.
Kendimi tutamadım, soruyorum: Nasıl bu kadar yaratıcı olabiliyorsunuz?
Yaratıcılığın sonu yok, inancım sayesinde!
Sizi taklit etmeye çalışanlar oluyor mu?
Geçmişte oldu ama önemli değil.
Bugünkü teknolojik imkânları düşündüğünüzde “Biz yıllar önce bu teknoloji olmadan nasıl yapıyorduk” diyor musunuz?
Bilgisayarın mimariye getirdiği hızlı gelişmeler inanılmaz ve 3D kesinlikle inşaat sektörü için birçok yeni olanak sağlıyor. Tasarımlarımıza olan talep sürekli artıyor. Her gün değişik şeyler yaratmak durumundayız. Bu nedenle de teknoloji bizim için çok gerekli.
‘Benim için en önemli şey mimarinin değer görmesi’
Dünyada mimarideki yeni trendler nelerdir?
Çok fazla seçenek, çok fazla alternatifimiz var. Mimarlar, rahat şekil alan, su geçirmeyen, kaba olmayan, hafif, kolayca monte edilen, kullanışlı, sofistike malzemelerle çok daha detaylı alanlar tasarlayıp, hayata geçirebiliyor. Sürekli çevresel ve sektöre yarar getirecek yeni malzemeler, tasarım teknikleri ve yapım yöntemleri araştırıyoruz. Sürdürülebilirlik ve malzemelerin uygulanabilirliği en büyük ayrıntı... Karşı karşıya olduğumuz ekolojik sorunlara çözümler bulmak en büyük hedefimiz.
‘Dünyanın en başarılı ve güçlü kadını’ titrini almak nasıl sorumluluklar getiriyor?
Bu titri hiç önemsemiyorum. Tabii ki çok güzel ve gurur duyuyorum ama çok da ciddiye almıyorum. Beni en çok heyecanlandıran bu sektör dışındaki insanların mimarinin önemini anlaması, değer vermesi. Bundan 25 sene önce insanlar mimariye önem vermiyorlardı, evlerine, işyerlerine, bahçelerine... Şu an herkes yaşam ve iş alanları için daha özenli. Bu sizi sektörün bir parçası yapıyor. Benim için en önemli şey mimarinin değer görmesi.
‘Irak’ın durumuna üzülüyorum’
Üzerinde çalıştığınız projeler neler?
Ofisimiz şu anda dünya çapında çok heyecan veren, büyük projeler üzerinde çalışıyor. Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları için ulusal stadyum, St. Antony Koleji Oxford Üniversitesi Ortadoğu Merkezi, Phnom Penh’de Sleuk Rith Enstitüsü, 520 West 28th Street New York’ta bir proje. Irak Merkez Bankası ve Rabat de Grand Tiyatrosu gibi ulusal kurumlara ek olarak Asya, OrtaDoğu, Avrupa ve Amerika genelinde altyapı projeleri bir dizi çalışmalarımız arasında.
Gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Gelecekte yapmak istediğim tüm şehir planlaması değil bu zamana kadar sahip olduğum tüm şehircilik tecrübemi halka yönelik alanları yaratmak için kullanmak istiyorum. Geniş bir alana dağılmış birbirinden farklı fakat bir diğerine bağlı organik ve yüksek korelasyonlu binalar inşa edebiliriz. Bu teknikle 20. yüzyıldan kalma şehircilik anlayışımızdan da uzaklaşmış oluruz.
Irak’ta projeleriniz oldu mu?
Evet projelerim oldu. Çok heyecan veren bir dönemdi. Irak’ın ihtiyacı olan altyapısıyla düşünülmüş bir şehir planlaması, kamu kuruluş binaları, okul, hastane kısacası yeniden kentselleşme.
Irak için üzülüyorsunuz...
Üzülmez miyim. Herkes için çok üzücü!
‘En büyük tutkum eğitim’
Tutkulu bir kadındınız...En büyüğü hangisi?
Eğitim! Eğitim sırasında fırsatları olduğunda öğrencilerden nasıl verim alırsınız bilemiyorsunuz. Önce korkabilirler, benden değil tabii ki, önlerinde ki fırsattan... Bence onlara eğitimle birlikte güven de aşılanmalı. Belki bu yüzden insanlar bizimle çalışmak istiyor. Tek zorunlu oldukları şey, çok çalışmak, yapabileceklerinin fazlasını hedeflemek. Bu şekilde hep daha iyisi için uğraşıyorlar. Bize düşen onların ilerlemesine katkıda bulunmak, fırsatlar tanımak, özgür bırakmak, güven kazanmalarını sağlamak. Her zaman olgunlaştıklarını görmek heyecan verici.
Seyahat etmeyi sever misiniz?
Çok seviyorum, çok da seyahat etmem gerekiyor. Yeni yerler gezmek, yenilikler keşfetmek, farklı kültürler tanımak benim için çok heyecan verici.
En son nereye seyahat ettiniz?
Daha yeni Miami’den geldim. Miami’yi uzun yıllardır çok sever; sık sık ziyaret ederim. Orada çok fazla projemi hayata geçirdim. Yapım aşamasında da projelerim var. Özel bir dinamiği olan muhteşem insanların olduğu, harika bir şehir. Plajları ve güneşli havasıyla, turistleriyle popüler olsa da; dünyada kültür açısından yerini her gün biraz daha güçlendiriyor. Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika’dan çok farklı, insanlar için küresel bir buluşma yeri de diyebiliriz.
Antika veya resim koleksiyon merakınız var mı?
Koleksiyonerliğim maalesef yok. Bunun tek sebebi zamanımın olmaması. Bilinçli olarak ilgilenmediğim olmadı. Ne zaman bir şey almak istesem, fiyatı benim düşündüğümden çok fazla oldu. 70’li, 80’li yıllarda plastik objeler koleksiyonum vardı. Her gittiğim ülkeden oraya özel, farklı parçalar alırdım.
‘En büyük endişem doğa’
Geleceğe yönelik endişeleriniz var mı?
Doğa her zaman benim en büyük endişem olmuştur. Mimarinin bir parçası insanları kendilerine ait yaşam alanlarında mutlu etmek, rahat ettirmek. Güzel bir yaşam alanına sahip olmak her kesimin arzusu. Ancak doğayı yıpratarak değil. Mimarlar bugün yaşam alanları konusunda insanları çok daha iyi ve bilinçli şekillerde yönlendirebiliyorlar. Organik materyaller ve doğaya uygun malzeme kullanımı eskiye göre çok daha bilinçli. Bu mutlu edici bir gelişme.
‘Feministim!’
Bir de feminist yanınız var ki o da mimari gücünüz kadar kuvvetli?
Feministim. Kadınların yetenek ve gücüne inanıyorum. Ayrıca kadınlar için özellikle “kadın mimar” denmesine de karşıyım. İlk başta ben bir mimarım. Belki bu düşünce tarzım kadınların zorla kabul gördüğü alanlar için onlara ilham kaynağı olabilir. Ben milyonlarca kadından farklı değilim. Her biri çok akıllı, stratejik, yetenekli ve güçlü... Kariyerim süresince inanın yaşadığım zorluklar iş ile ilgili değildi. Karşılaştığım en büyük zorluk kadın ve Arap veya kadın-Arap kimliğimdi. Bu engellerle herhangi bir meslekte öne geçmek çok zor. Ben her zaman başarılı olmak konusunda çok kararlı oldum ve düşüncelerimi o dönemin şartlarına uygun hale getirdim.
Favori tasarımcılarım...’
Mimarların modayla arası iyidir, hatta bir ayakkabı da tasarlamıştınız. En beğendiğiniz moda tasarımcısı kim?
Materyaller ve propozisyonlarla oynayabilen tasarımcılar severim. Bu yüzden de Issey Miyake and Yoshi Yamamoto benim en favori tasarımcılarım. Çok seyahat ediyorum. Onların kıyafetleriyle çok rahat ediyorum. Ayrıca Prada’nın paltoları da muhteşem bence. ‘
Dilek Birgen-Habertürk