Genel

Murat Tabanlıoğlu: Gecekondu siteden daha sempatik!

Birçok projede imzası bulunan Tabanlıoğlu Mimarlık 'Loft Bahçe' projesiyle Uluslararası RIBA ödülüne layık bulundu. Ödülün sahibi Murat Tabanlıoğlu ile bir kez daha şehir ve mimariyi konuştuk

Mimarlık alanında bir ödül verilecekse sizi buluyor.

Bence ödülü kimin verdiği önemli. Ödülü bir ülkenin mimarlar odası, mimarlık vakıfları ya da bir sivil toplum örgütü verebilir. Bence en değerlisi mimarlık kurumlarının veya vakıflarının verdiği ödüller. Bu yüzden bizim bu son aldığımız ödülün dizaynın ve mimarinin çok uzun yıllardır konuşulduğu İngiltere'den verilmiş olması önemli.

Babanız Hayati Tabanlıoğlu, önemli bir mimar. Mimari alanındaki başarı size aileden kalan bir miras mı

Mimarlar genellikle yalnızdır; kendi içlerine dönük yaşarlar, kendi aralarında tartışırlar. Ben biraz daha farklı düşünüyorum. Mimarlık artık günümüzün bir parçası fakat kağıtta çizilen şey genellikle unutuluyor ve yapılan şey tartışılıyor. Düşünülen ürün değil, yapılan şey tartışılıyor. Bizim Tabanlıoğlu şirketinin en büyük amacı esasında toplumdaki mimarinin önemini ortaya çıkarmak. çünkü bütün her şey onun arkasında yatıyor. Bizim buradaki görevimiz insanlara uygun binalar yapmak, kendimizi tatmin edecek çalışmalar yapmak değil. Bir mimarı heykeltıraştan ayıran şey de bu.

Sizin için 'modern Mimar Sinan' diyorlar. Katılır mısınız

Yok, mümkün değil. Sinan hem mimar, hem mühendis hem de o işin kalfası, müteahhidiydi. Üç işi birlikte yapıyordu. Yerini seçiyordu, projesini çiziyordu ve ondan sonra inşaatını yapıyordu. şžimdi devir değişti artık arsaların seçimi konusunda ön çalışma yapılıyor, bizim çizdiklerimizi birileri inşa ediyor, biz de kontrol ediyoruz. Ayrıca Sinan hala çok çağdaş bir mimar. O günün çağdaşı, ileriyi düşünen biri. Yaptığı yapılarda hiçbir süs yoktur. Her zaman yalın, geometriye önem verir. Yaptığı camiler ortada, çok sade çünkü orada esas olan insanların ibadet etmesi. şžimdi Ankara'da bir cami yapıyoruz ve tekrar Sinan'ın eserlerine bakınca bunu görüyorum.

İlk cami projeniz galiba. Nedir tam olarak

Aslında bu da enteresan bir hikaye, biz de yeni öğrendik. Benim büyükbabam Ankaralı. O dönemde arsaları var, bunlardan biri de çankaya bölgesinde şimdi çok kullanılan çankaya Camii'nin bulunduğu yer. 60'lı yıllarda büyükbabam o arsayı hibe ediyor, babam da genç bir mimar olarak oradaki caminin projesini çiziyor ve inşaata başlanıyor. Fakat 60 ihtilalinden sonra caminin inşası duruyor. şžimdi benim eşim ve ortağım olan eşim Melkan'ın büyükbabası Cemal Gürsel oradan geçerken caminin inşaatının durduğunu görüyor. İnşaatının parasızlık nedeniyle durduğunu öğreniyor ve bir vakıf kurduruyor, cami tamamlanıyor. Ama cami son senelerde biraz yetersiz kaldı. Hem cemaat, hem mahalleli, hem ODTÜ gibi kurumlar aralarında 'Ne yapacağız' diye tartışmaya başlıyor. Ben de temsilcilerin olduğu bir toplantıya katıldım ve 'Biz burayı restore ederiz ve ek binalarını yaparız.' dedim. Bir protokol imzaladık ve bununla ilgili ön çalışmaları bitirdik. Mevcut bina daha sonra ekler görmüş, çok çirkinleşmiş. Kapasitesinin artması lazım. Bir de mahallelinin buluşabileceği sosyal mekanlar, küçük bir kütüphane gibi eskiden külliyelerde olan atmosferi bugünkü ortama göre oluşturmayı planlıyoruz. Mesela ben bu camiyi kullananları anlamazsam, oturup onu masada çizersem çok yanlış olur. Bu büro binası için de böyle. Bu yüzden biz eşimle asla ev tasarlamıyoruz.

Özele girmemek için mi

Bir evi tasarlamak için bizim daha çok o aileyle birlikte olmamız, birlikte vakit geçirmemiz gerekiyor. O zaman özel alana girmişiz gibi geliyor bana. çalıştığımız firmaların sahiplerinden de böyle teklifler geldi ama hiçbirini kabul etmedik.

Siz alışveriş merkezi de tasarlıyorsunuz. Sonradan gidip 'bu olmamış' dedikleriniz var mı

Alışveriş merkezleri bizim büromuzun içinde olduğu bir konu. Babam, Özal'lı yıllarda ilk alışveriş merkezi Galeria'yı yapmıştı. şžimdi biz onun ek binalarını yapıyoruz. Bizim yaptığımız önemli alışveriş merkezleri arasında Kanyon var. Balçova'da var bir tane yaptığımız, bir de Merter'dekini biz yaptık. Biz hepsinde farklı şeyleri denedik. Bunların dışında da birçok alışveriş merkezi var ve bunların çoğu birbirine benziyor. Hepsi kutu gibi. Avrupa'da da önemli mimarlar alışveriş merkezleri tasarlıyor. Onlar tabii bizden bir adım önde. Onların bir küçüğünü İstanbul Modern'de denedik. Orayı müze gibi değil ortak buluşma noktası olarak gördük. İçinde sergi salonunun dışında küçük bir sinema, kütüphane, restoran var. İnsanlar oraya yemek yemeye geliyor, çıkışta sanat eseri görüyor. Yapılan araştırmalar hiç müzeye gitmekten mutlu olmayan insanların oradan restorana gelip bir sanat eseri görüyor.

Bir mimar için çarpık kentleşmenin olduğu bir şehirde yaşamak can sıkıcı bir durum mu

Ben moralimi bozmamak için buna bir çözüm buldum; çarpık kentleşmeye 'kontrastların şehri' diyorum. Bir de şöyle bir şey var; eskiden gecekondular vardı. Gecekonduların tepedeki yayılmaları, onların yıkılıp yerlerine gelen apartmanlardan ölçeklerinden dolayı sempatik ve daha esaslı geliyor bana. O garip siteleri yapmak daha kolay.

Bizi talep etmeyen kimseyle çalışmayız

Eczacıbaşı, Koç, Sabancı, Doğan gibi birçok güçlü aileyle çalışıyorsunuz. Hangisiyle iş yapmak daha zor

Bir mimar için işveren çok önemli. Bu aileler genellikle 2.-3. jenerasyon aileler ve hepsi mimariye önem veriyor. Hepsi birbirinden çok farklı olmalarına rağmen onlarla çalışırken biz zorluklar yaşamadık. En önemlisi, bunların hepsi bizim aile dostumuz oldu.

Kimlerle çalışmazsınız

Bizi istemeyenle çalışmayız. Biz hiçbir zaman birine gidip 'Sizi istiyoruz.' demedik. Bizim işimizde birbirini tanımak çok önemli. Birini tanımak için de en önemli şey seyahat etmek. Örneğin ben Nahit Kiler'i hiç tanımıyordum. Sapphire'i yapmadan önce on gün Nahit Bey'le yurtdışına gittik. Birbirimizi çok iyi tanıdık. Döndüğümüz zaman ona projeyi gösterdik. Sonra o projenin aynısı yapıldı.
Zaman/RAHİME SEZGİN