şakir Eczacıbaşı anılarını çağrışımlar Tanıklıklar Dostluklar kitabında anlatıyor!
şakir Eczacıbaşı, yaşadıkları dramı Steinbeck'in 'Cennetin Doğusu'na benzetmişti. Ama ben bir TV dizisine benzetiyorum. Bazen olaylar öyle ayağınıza gelir ki...
şakir Eczacıbaşı, yaşadıkları dramı Steinbeck'in 'Cennetin Doğusu'na benzetmişti. Ama ben bir TV dizisine benzetiyorum
Bazen olaylar öyle ayağınıza gelir ki... Yazmaktan kendinizi alamazsınız. Peşinen belirteyim. Suni gündem yaratmayı hiç sevmem. Sırf gündemi yakalamak veya tarihten bir olayı bulup çıkarmak için benzeşmeleri abartmayı hiç ama hiç sevmem. Üstüne üstlük TV dizilerini de hiç izlemem bu kez durum farklı... Türk televizyon tarihinin en çok izlenen, gerçek anlamda reyting rekoru kıran dizisini izlemeseniz de fragmanları / tanıtımları sizi yakalayıp buluyor. 'Öyle Bir Geçer Zaman ki'... Sosyal paylaşım ağlarından yayılan dedikoduları es geçemedim. Fragmanını zorla da olsa gördüm. Ali Kaptan'ın oğlu Mete'nin babasına isyan edip kendini yakma sahnesini izledim.
HAKİKİ MİLLİ BURJUVA
Bir de aynı günlerde merhum şakir Eczacıbaşı'nın anılarını (çağrışımlar Tanıklıklar Dostluklar / şakir Eczacıbaşı - Remzi Kitabevi 2010 - Bu gerçek entelektüelimizin anılarını tüm okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum) okuyunca aklıma talihsiz Vedat Eczacıbaşı geldi. Bundan iki yıl önce üzerinde çalıştığım kitaptaki kahramanlarımdan biri Vedat Eczacıbaşı'ydı. Onun dramatik yaşamını konu edinmiştim. Ve bu ilaç imparatorluğunun 'kaybedeni' haliyle ilgimi çekmişti. İşte her şey böyle üst üste gelince bana da yazmak düştü.
şakir Bey'le, Türkiye'nin en büyük fotoğrafçılarının hikayesini anlattığım 'Ustalarla Türkiye Defteri' belgeselinde tanıştık. Derin bilgisi, bilgeliği ve şaşmaz entelektüelliği beni etkilemişti. O, ülkemizin gerçek anlamda milli burjuvasıydı.
Belgeselden yıllar sonra (geçtiğimiz aylarda) şakir Bey'in ölüm haberi geldi. Ardından da Remzi Kitabevi'nden 782 sayfalık dev anı kitabı yayınlandı. Bir solukta okudum. Merakım Vedat Eczacıbaşı'ndan nasıl bahsettiğiydi. şakir Bey cesurca bu acı olayın üzerine gitmişti. O halde biz de Türkiye'nin bu en büyük sanayici ailesinin dramına bir uzanalım...
HAYLAZ VEDAT
Süleyman Ferit Eczacıbaşı, ilaç imparatorluğunun temelini İzmir'de atmış bir eczacıydı. Saffet Hanım'la evliliğinden tam 7 erkek çocuğu oldu. Sedat dünyaya geldikten kısa süre sonra öldü. Nejat, Vedat, Melih, Haluk, şakir ve Kemal. Büyük ağabey Nejat Almanya'da tahsil görmüş, okuduğu kimya bölümünü birincilikle bitirmişti. Süleyman Ferit Bey, onu diğer çocuklarına örnek gösteriyordu. çalışkan ve düzgün bir hayata sahipti.
Ama her kardeş aynı olacak diye bir kural yoktu. Vedat kendinden iki yaş büyük ağabeye, Nejat'a inat; disiplinden uzak, gece hayatına düşkün ve sanatçı ruhluydu. Ağabeyi Nejat'ın da 'baba' rolünü bir türlü hazmedemiyordu. Eczacıbaşı dev imparatorluğu İstanbul'a taşırken, özellikle bu iki kardeş arasında roller dağıtılmıştı bile...
Mükemmel evlat Nejat, haylaz evlat Vedat!
şirketin giderek büyümesi bir iktidar savaşını da beraberinde getirdi. Nejat Eczacıbaşı şirketin tek patronu gibi davranıyor diğer kardeşlerine pek söz hakkı tanımak istemiyordu. çünkü o çocukluğundan beri mükemmeldi.
27 MAYIS'TA DRAM
27 Mayıs ihtilali, Eczacıbaşı ailesinde de bir yol ayrımına sebep oldu. Büyük ağabey Nejat CHP'li, Vedat ise Demokrat Parti'liydi. Aslında Celal Bayar, baba Süleyman Ferit Bey'in yakın dostuydu. Hatta ona DP saflarından siyasete girmesi için çok ısrar etmişti. Ancak Süleyman Ferit Bey siyasetle her zaman arasına mesafe koymayı bildi. İhtilalden sonra Eczacıbaşı Ailesi'ni bir dram bekliyordu. Gece hayatına düşkün olan Vedat, bir gece arkadaşlarıyla Gaskonyalı Toma Meyhanesi'ne gitti. Alkolün de etkisiyle kadehini Menderes'in şerefine kaldırdı. Yan masadaki CHP'liler bu çıkışa karşılık verdi. Kavga çıktı. İş karakolluk oldu. CHP li gençler aynı akşam salıverildi. Vedat ise birkaç gün daha tutulup bırakılabilirdi. Ancak bir şartla! Olayı basının duymaması gerekiyordu. Eğer konu gazetelere yansır ve iş büyürse bu kez savcı da Vedat'ın hapisliğini engelleyemezdi...'
VATAN'IN İHANETİ
Nejat Bey, kardeşini gözaltındayken ziyaret etti. Sakin olmasını söyledi. 'Bu durum geçicidir', dedi. Küçük kardeş şakir ise olayın gazetelere yansımaması için harekete geçti. Yanına Vatan gazetesinin o dönemki yayın yönetmeni olan yakın arkadaşı Özcan Ergüder'i alarak bütün gazeteleri dolaştı. Gazetelerin en büyük reklamvereni Eczacıbaşı'nın bu ricası kırılmadı. Hemen hiçbir gazete olaya yer vermedi. Ama ertesi gün ne oldu dersiniz şakir Bey'in gazeteleri birlikte gezdiği yakın arkadaşı Özcan Ergüder, Vatan gazetesinden manşetten bu olayı duyurdu. Vedat'ın işi gittikçe güçleşiyordu.
İNTİHARI DENİYOR
şakir Bey'in anılarına uzanalım...
'... Birkaç gün sonra Vatan gazetesinin, haberi birinci sayfadan, sekiz sütuna iri harflerle verdiğini görünce gözlerime inanamadım. Oysa Vatan'ın Genel Yayın Yönetmeni Özcan Ergüder çok yakın dostumdu; hatta olayın büyütülmesini önlemek için bazı gazetelere beraber gitmiştik. Vatan'ın başyazarı Ahmet Emin Yalman'la da ailecek yakınlığımız vardı; gazete ekonomik bir darboğaza girdiğinde, Nejat Bey kuruluşa parasal katkıda bulunmuştu. Vatan'ın haberinden sonra Vedat'ın tutukluluğu uzatıldı. Vedat olan bitene anlam veremiyordu. İçine düştüğü bunalım giderek depresyona dönüştü. İntiharı denedi. çok sayıda uyku ilacı aldı. Kurtarıldı. Önce Gümüşsuyu ardından Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne kaldırıldı. Odaya getirilip karşımıza oturtulmuştu. Albay sormuştu: 'Bakın kardeşiniz ne diyor Siz ağır bir hastalık geçiriyormuşsunuz, söylediği doğru mu
Vedat bana dönüp derin derin bakmıştı, kuruntular içindeydi. 'Kardeşimsin, beni içeride tutanlara, sana söylediklerimi nasıl açıklar, beni ele verirsin' der gibiydi. 'Benim hiçbir şikayetim yok. Kardeşim bunları nerden çıkardı, bilemiyorum' diyebildi. Vedat dışarı çıktıktan sonra Albay gülümseyerek, 'Siz de gördünüz, durumu iyi. Hastalığını abartıp cezaevinden kurtulmak istiyor olabilir...'
KOLONYA VE KİBRİT
Vedat artık ailesinden ümidi kesmişti. Basit bir sebepten cezaevinde olmasının altında başka sebepler arıyordu. Ailesi istese onu kurtarabilirlerdi. Ailesiyle bağlarının iyice koptuğunu düşünüyordu. İntihara bu kez kesin kararlıydı. Babasının ürettiği Ferit kolonyasını üzerine döktü. Sonra bileklerine jilet vurdu. Tam kollarından kan boşaldığı sırada kibriti ateşledi. Türkiye'nin en büyük ilaç devinin veliahtı yaşadığı büyük yalnızlığın ortasında intihar ediyordu. Ağır yaralı olarak Amerikan Hastanesi'ne kaldırıldı. 3 Eylül 1961 geceyarısı ağır yanıklar ve böbrek yetmezliğinden 46 yaşında hayata veda etti. Ardında 2 küçük kız Pınar ve Deniz'i bıraktı...
BABANIN BÜYÜK PİşMANLIÄI
Konu hassas olduğu için yorum yapmayayım. Sözü yine şakir Eczacıbaşı'na bırakayım...
'Ferit Bey, o günden sonra daha da çökmüş, içine kapanmıştı. Nejat'a ve bana kırgındı. Gaskonyalı Toma Meyhanesi'ndeki kavgayı büyütüp manşetten veren Vatan gazetesiyle ilişkimi biliyordu. Üstelik o sıralarda gazetenin başında çok yakın dostum Özcan Ergüder bulunuyordu. Ben, nasıl olur da öteki gazetelerin yayımlamadığı haberi, Vatan'ın bu kadar abartarak vermesini önleyemezdim. Nejat'sa MBK'den Sami Küçük'le ODTÜ Mütevelli Heyeti'nde bulunuyordu. Bu çok sıradan meyhane kavgasını ona anlatıp Vedat'ın aylarca cezaevlerinde büyük bir suç işlemiş gibi yatmasını engelleyemez miydi
Ferit Bey bunları düşünüyordu ama, sanıyorum bizden çok kendini suçluyordu. İstanbul'a gelip Balmumcu'da oğlunu görse, ona sarılabilseydi, haksızlığa uğradığını söyleyebilseydi, Vedat suçluluk duygularıyla bunalıma girmeyebilir, kendine kıymayabilirdi.
Kızlar yönetimde hiç olmadı
'Babam bir daha Vedat'la ilgili söz etmedi. Yalnızca torunlarının, Vedat'ın çocukları Deniz ve Pınar'ın sorumluluğunu Nejat'ın üstlenmesini istemişti. Onların durumunu sık sık soruyordu. Vedat'ın trajedisi, hepimizin içinde onarılmaz yaralar açmıştı.
- Peki sonra ne oldu
Vedat'ın cenaze törenini İzmir'de yapılmasına izin verilmedi. Demokrat Parti gösterisine dönüşebilirdi. Kızları Deniz ve Pınar yıllar sonra bir başka babalık davasıyla karşı karşıya kaldılar. Vedat'ın bir aşk macerasından dünyaya geldiğini iddia eden Refika Balkır babalık davası açtı. Dava sonuçsuz kaldı. Deniz ve Pınar, holding yönetiminde hiç yer almadılar.
SONGAR'DAN 'DELİ' TAVSİYESİ
Vedat Eczacıbaşı'nın Balmumcu'daki cezaevi arkadaşlarından biri de yazar Kadir Mısıroğlu'ydu. O da 27 Mayıs ihtilalinin mahpuslarındandı. Haksız yere hapis yattığını düşünüyordu. Eskişehir Cezaevi'ne nakledildiğinde bir psikiyatrist hekim akıl verdi. Yazılarından kendisini tanıyan Prof. Ayhan Songar, bir açık görüşte Kadir Mısıroğlu'nun kulağına eğildi ve 'Oğlum sen buradan normal yoldan kurtulamazsın. Deli numarası yap. Bir iki ay Bakırköy'de yatırırlar, sonra tahliye ederler' dedi. Mısıroğlu, hocasının sözünü tuttu. Revire çıktığında doktora 'İçim daralıyor delirecek gibi oluyorum' dedi. Ancak cezaevinin uzman tabibi 'numarayı' yutmadı. 'İlaç yazarım geçer, bir şeyciğin kalmaz' cevabını verdi. Kadir Mısıroğlu'nun aklına bu cendereden kurtulmak için harika bir yöntem geldi. Bu kez 'tarihçiliğine' başvuracaktı. Yakın tarihimizle ilgili bir tezini doktorun kulağına fısıldayıverdi. 'Doktor bey, biliyor musunuz Kurtuluş savaşı diye bir savaş yok! Hem vallahi, hem billahi. Üstelik bende vesikaları var.' Doktor şoka girmişti. Kekeleyerek 'Nasıl yani' diyebildi. Bu kez Mısıroğlu'nun delirmiş olduğuna kesinkes inandı. Bakırköy'e sevkini imzaladı.
Akşam/Gürkan Hacır