22 / 11 / 2024
fuzul

Tevhit şartı ile sosyal alanlar arttırılmalı!

Tevhit şartı ile sosyal alanlar arttırılmalı!

Yaşadığımız alanların yaşamımıza, özgürlüğümüze, güvenliğimize ve davranışlarımıza çok ciddi etkisi var. Her şeyden önce yaşama hakkımıza ciddi anlamda etkisi var. Gayrimenkul Hukuku Uzmanı Avukat Kadir Kurtuluş konuyla ilgili detayları anlatıyor:




Yaşadığımız alanların yaşamımıza, özgürlüğümüze, güvenliğimize ve davranışlarımıza çok ciddi etkisi var. Her şeyden önce yaşama hakkımıza ciddi anlamda etkisi var. Geçenlerde haberlerde ; Yoldan giden araç direksiyon kabiliyetini kaybediyor ve yolun hemen altındaki kot altı diyebileceğimiz evlerden birinin bahçesine düşerek insanların ölümüne sebebiyet veriyor, ya da Örneğin İstanbul’da dönüşüm sürecine girmiş binalara bakıyorsunuz eski gecekondu halinden daha kötü 3-4 katlı, estetikten yoksun otoparksız, bahçesiz bitişik nizam binalar görüyorsunuz. Buralarda yaşamaya mecbur bırakılmak en önemli hakkımız olan yaşama hakkımızın kısıtlanmasıdır keza bahçemize araba düşüp ölmemiz de. Buraların imar planları yapılırken müdahale edilse ve şehircilik anlayışı mülkiyet hakkından ziyade önceliğinde kentli hakkını tutsa işte o vakit yaşama ve daha birçok temel hak ve hürriyetimiz sekteye uğramayacaktır. 


Türkiye ‘de tüm kentlerin İmar Planlarında “TEVHİT ŞARTI” istisnasız getirilmeli.

Şimdi tam da sırası değil mi hazır kentsel dönüşüm süreci başlamışken, örneğin belediyeler neden 3000-4000 m2 arsa alanının altında alanda inşaat yapılmasını engellemiyor, gayet tabi tüm ada ve parsellerde asgari 3000-4000 m2 ‘ye denk gelecek şekilde plan notlarında ya da imar planlarında tevhit şartı (Yani bina yapılması için öncelikle arsaların birleştirilmesi ve ona göre bahçe kalacak şekilde ferah bir yapı yapılması) getirilmiyor. Düşünsenize 300-400 m2 alanda bitişik nizam on tane binadansa aynı yoğunlukta ama 3000-4000 m2 arsa için tek bir yapı ve bahçeler… Hadiseye mülkiyet hakkı açısından bakacak olursa, yapılacak bu tevhit şartı işleminin kesinlikle mülkiyet hakkını kısıtlayıcı bir unsur olmadığını düşünüyorum. Zira Avrupa Kentli Hakkı Bildirgesine dahi baktığınız zaman; Güvenlik, Kirletilmemiş sağlıklı bir çevre, dolaşım, spor, kültür sanat, vb. sayabileceğimiz birçok haktan bahsedilmiştir. İşte Türkiye de de kentte yaşayan insanlar bu haklara sahip olmalı ve mülkiyet hakkının sınırları, kamu düzenine ilişkin haller dışında da, kentin yaşanabilirliğini sekteye uğratacak kutsallıkta ve derecede olmamalıdır. Yüksek bina yapılmasın ya da emsal oranları düşürülsün talebinden ziyade, her ne oran kullanılacaksa ve ne yükseklikte yapılacaksa yapılsın, daha sistemli ve yenileme derken kirlenmeye yol açacak çarpıklık ve riskleri taşımamasıdır. Örneğin otoparksız binalar İstanbul’da tehlikeyi çağırıyor. Arabalar yollarda, kaldırımlarda duruyor, insanlar kazaya kurban gidiyor, adamın iskânlı imarlı usulüne uygun plana uygun bahçesinden başına araba düşüyor ve ölüyor, temeldeki anlayış yanlış olduğundan doğru diye yaptıklarımızda esasında yanlış.

Hukuksuzluk temelde başlıyor. Günlük yaşamımızı kısıtlayan kot altı yerlere iskân veren ve yaşanan kazalarda sorumlu olan belediyeler. Parsel parsel konut oluşumundan kaynaklanan düşük ve yüksek konutların yanyana ve aralarında boşluk bile kalmaması, balkona çıktığınızda karşınızda yer alan dairenin sanki sizin dairenizmiş gibi yakın olması nefes alamayacak bir ortam oluşmasına neden olmakta. 

Kentli hakkını sosyal, çevresel bir sistemde tutmaktan ziyade mülkiyet hakkı gibi resmi niteliğe kavuşturmalı ve gerek mevzuatımızda gerekse içtihatlarda daha fazla yer edinmesini sağlamalıyız. Mülkiyet sahibinin tek başına bir mülkiyete ortak olması veya sahip olması kamusal düzenin gereklilikleri haricinde kentte yaşayan topluluğun insani gerekliliklerini de kısıtlamamalıdır. Burada bir sokağın estetik görüntüsünden bahsetmemekteyiz, tekil küçük ve niteliksiz yapılaşmalar bir bütünü oluşturduğu noktada yaşayan tüm halka zarar vermekte, o vakit tekil olarak zararsız gözüken yapılaşma toplu değerlendirilmeli ve insanlara verdiği zarar bu kapsamda değerlendirilip, mülkiyet hakkının sınırları da o noktadan başlamak suretiyle daraltılmalıdır. Ne yazık ki kamu düzenine ilişkin durumlardan doğan mülkiyet kısıtlamaları tekil ve özel durumlara ilişkin olduğundan, büyük resim görülememekte ve koca kentler yaşanamaz ve güvensiz haller almaktadır.  


Geri Dön