Türkiye'deki 6,7 milyon konut dönüşecek!
Elazığ’daki depremin ardından başka illerde büyük şiddetli deprem olabileceği konusu gündeme geldi. Türkiye’de acil ve öncelikli kentsel dönüşüm olması gereken 6,7 milyon konut bulunuyor. 1,5 milyon konuta 5 yıl içerisinde kentsel dönüşüm yapılması bekleniyor.
Yeniçağ Gazetesi köşe yazarlarından Arslan Bulut, bugünkü köşesinde " Kentsel dönüşüm mü, zihinsel dönüşüm mü? " başlıklı yazısına yer verdi. İşte yazının detayları…
Hani "7.5 şiddetinde deprem bekliyorsanız, son teknoloji ile yapılan ve 8 hatta 9 şiddetinde depreme dayanıklı binalar dışında İstanbul'da hiçbir binanın ayakta kalamayacağını da öngörüyorsunuz demektir. Öyleyse, İstanbul'u yeniden inşa etmek için kaynak oluşturmak gerekir. Bugünkü gibi blok blok değil, mahalle mahalle kentsel dönüşümü başlatmak gerekir... Bu yönde bir çaba var mı? Yok." demiştim ya, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Genel Başkanı Bendevi Palandöken, Türkiye'de acil ve öncelikli dönüştürülmesi gereken 6,7 milyon konut bulunduğu, bu konutların 1,5 milyonunun 5 yıl içerisinde dönüştürülmesinin planlandığını söyledi.
Palandöken, "Kentsel dönüşüm planlarını hayata geçirmek için acele etmeliyiz. Kentsel dönüşüme can güvenliği gözüyle bakmalı ve insan hayatını ön planda tutmalıyız" dedi.
Durum buysa neden acele etmiyoruz ve neden milletin parasını "Kanal İstanbul" için harcamaya bu kadar hevesliyiz? Ve neden böyle bir açıklamayı esnaf konfederasyonu başkanı yapıyor?
Sebebini Elazığ Sivrice depremini iki ay önce haber veren ama kimseyi harekete geçiremeyen İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür'ün, Marmara Denizi'nde süren deprem araştırmalarını bırakma kararı aldığına dair Cumhuriyet'e yaptığı açıklamada bulmak mümkün:
- "Genel olarak üniversitelerde insanlar uluslararası standartlardaki başarıları ile araştırmaları ile algılanmıyor. Bizden mi bizden değil mi, hangi toplululuğa, hangi düşünceye aidiyeti var gibi saçma sapan bir yolun içine girildi. Eğer belirli bir düşüncenin insanı değilseniz sizi görmezlikten geliyorlar.
-İTÜ'de evrensel bilim kriterleri tehdit olarak görülüp içi boşaltılıyor. Bu değerler ne kadar sulandırılırsa profesör, doçent olmak, kadro almak daha kolay oluyor. İşin bu hale gelişinde siyasetin büyük etkisi var.
-Türkiye'de üniversitelerin durumu hiç de iç açıcı değil, evrensel ölçütlerde bilim üretilemiyor, araştırma yapılamıyor, eğitimin kalitesinin de buna bağlı olarak düşüyor. Gördüm ki bunu kimse dert edinmiyor. Siyasi iktidar artan üniversite sayısı ile övünüyor
-Eğer uluslararası bilimsel kriterlere uyuyorsan tehdit olarak bakıyorlar. Çünkü o tür ölçütler üniversitedeki insanları rahatsız ediyor. İşlerinin zorlaşacağını, belirli akademik basamaklara tırmanamayacaklarını düşünüyorlar.
-Türkiye'de deprem araştırmaları fazla yapılmıyordu. Uluslararası kaynaklar, projeler bulup biz yaptık. İTÜ'de deprem araştırmaları yapılıyor, kurumsal desteği var gibi anlaşılıyor ama öyle değil. Biz fazla etkin oluyoruz diye üniversitemiz rahatsız. Laboratuvarımızı elimizden almaya bile çalıştılar. Üretmeyeceksin, çalışmayacaksın."
Aslında Türkiye'nin neden her alanda alarm verdiğini anlamak için şehirlerimizdeki yapılaşmaya şöyle bir göz atmak yeter. Daracık sokaklarda birbirinin üzerine devrilecekmiş gibi duran apartmanlar, labirent gibi semtler, bu bozuk yapılaşmaya rağmen, her eve elektrik, su, doğalgaz ulaştırmak için kurulan karmaşık alt yapı... İstanbul'da her evde suların akması elektriklerin yanması gerçekten bir mucize... Bu kadar keşmekeş içinde olan bir şehirde doğalgaz sistemi bile tıkır tıkır çalışıyor. Nereye kadar? Son depremde, doğalgaz dağıtımı neden otomatik olarak kesilmedi?
Üniversitelerde bilimsel araştırma yapılamıyorsa, medeniyette ulaşılan seviyenin göstergesi olan mimari de hiç yokmuş gibi davranırsınız. Bir hayır kurumu olan Kızılay'a da "vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başka" diyen bir başkan bulursunuz. Çünkü sistem, devleti, milleti soymak üzerine kurulmuştur. Tuzun kokması işte budur.
Galiba hepimizin kentsel dönüşümden önce zihinsel bir dönüşüme ihtiyacı var!