23 / 12 / 2024

Vergiler yabancı sermayenin ülkeye girme kararını negatif etkiliyor!

Vergiler yabancı sermayenin ülkeye girme kararını negatif etkiliyor!

Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye oranı 46.7 milyar doları buldu. Son 10 yılda ise cari açığın üçte birinin doğrudan yabancı sermaye girişleri ile kapatıldığını söyleyebiliriz.




Cari açığın kapatılmasında en önemli faktörlerin başında gelen vergiler yabancı sermayenin ülkeye girme kararını negatif etkiliyor


Türkiye’nin cari açığının kapatılmasında en önemli faktörlerin başında doğrudan yabancı yatırım geliyor. Özellikle telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji yatırımları ile son 4 yılda (2009-2012) gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye oranı 46.7 milyar doları buldu. Son 10 yılda ise cari açığın üçte birinin doğrudan yabancı sermaye girişleri ile kapatıldığını söyleyebiliriz.


Özelleştirmelere rağmen Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırım oranı istenilen seviyede değil. Ernst&Young (EY) Türkiye Vergi Bölümü Ortağı Yusuf Penezoğlu, “Türkiye’nin vergi oranları itibariyle dünyada rekabetçi bir konumda olduğunu söylemek mümkün. Örneğin yüzde 20’lik Kurumlar Vergisi birçok ülkeden düşük. Yüzde 18’lik KDV, dünya uygulamasında gayet normal bir oran. Yine şahısların gelir vergisi açısından uygulanan yüzde 15-35 arasında artan gelir vergisi de birçok ülkeye göre gayet makul görülebilir. Ancak vergi uygulamaları alanında yabancı yatırımcıların güveninin kaybedilmesine sebep olan agresif tutumlar yaşıyoruz” diyor.


Damga vergisi ‘tuhaf’

Penezoğlu, “Yıllardır gerçekleşen uygulamalar ile artık tüm mükellefler ve vergi uygulamacıları tarafından somut kabul edilen anlayış, vergi idaresince bir günde değiştirilebiliyor. Bu ise mükellefler nezdinde geçmiş 5 yıla dönük büyük vergi riskleri yaratabiliyor” diyor. Penezoğlu, spesifik vergiler konusunda, yabancı yatırımcılar tarafından garipsenen vergi türünün ise damga vergisi olduğunu vurguluyor.

“Kâr marjı zaten yüzde 2-3’ler seviyesinde olup; alım-satım faaliyetinde bulunan ve tüm alım-satımları için sözleşme imzalayan kurumların toplam damga vergisi yükü cirolarının yüzde 2’sine denk gelebiliyor” diyen Penezoğlu, bunun ticari faaliyeti sekteye uğratabileceğinin altını çiziyor.

Yüksek vergi sorunu bazı sektörler için daha büyük bir sıkıntı. Bu sektörlerin başında otomotiv geliyor. Otomotiv ihracatçıları Birliği Başkanı Orhan Sabuncu, özellikle binek otomobiller üzerindeki vergi yükünün Türkiye’ye gelecek yatırımların önündeki en önemli engel olduğunu vurguluyor.

Sabuncu, “Yabancı yatırımların artması için araç üzerindeki vergi yükünün kademeli olarak indirilmesinin yanı sıra, motor hacmi ve araç yaşı yerine emisyon miktarlarına göre vergi düzenlemesinin yapılması gerekiyor. Yabancı yatırımcıyı teşvik etmenin yolu yeni bir vergi düzenlemesi ve kademeli vergi indiriminden geçiyor” diyor.



 


En önemli sorun istikrarsızlık...

Sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da vergi ortamının en önemli sorunu istikrarsız ve öngörülemez olması. Deloitte’un 27 ülkede yaptığı araştırmaya göre, bir yatırım bölgesinin şirketler tarafından tercihinde en önemli faktörün vergi olduğunu ortaya koyuyor. Yatırımcılar, vergi kanunlarının açık, net, kolay anlaşılabilir olmasını arzu ediyor. Ankete Türkiye’den de 29 kurum katıldı. Türkiye’den katılanların yüzde 31’i vergiyle ilgili inceleme ve tartışmaların ülkede arttığından yakınıyor.

Deloitte Türkiye Vergi Hizmetleri Lideri Ahmet Cangöz de, damga vergisinin yatırımcıları en çok zorlayan vergi kategorilerinden biri olduğunu belirtiyor. Cangöz, “Damga vergisi, yazılı olarak düzenlenen her türlü sözleşmelerde veya benzeri kâğıtlarda yer alan en yüksek tutar üzerinden alınıyor. Bu nedenle ya bazı sözleşmeler hiç yazıya dökülmüyor ya da yapılan sözleşmeler ortaya çıkartılmıyor” diyor.


Yönetim giderleri

Çok uluslu şirketlerin merkezlerinde oluşan yönetim giderlerinin yatırım yapılan ülkelere dağıtılması sırasında Türkiye’deki iştiraklerine düşen gider paylarının Maliye tarafından ya kabul edilmemesi ya da stopaj yoluyla Türkiye’de ayrıca vergiye tabi tutulması da Türkiye’deki sorunlar arasında.

Yabancı yatırımcıların en büyük ihtiyacının, vergide belirginlik sağlayacak araçların sisteme sokulması olduğunu dile getiren Cangöz, “Bu araçların başında ‘özelge’ sistemi geliyor. Yabancılar vergi yükünün yüksekliğinden çok, bu vergi yükünü hesaplayamamaktan sıkıntı duyuyor” diyor.


 


Yabancı yatırımcıyı sıkıntıya sokan durumlar

1- Faizsiz para kullanımında KDV: Şirketler, ihtiyaç duydukları finansmanın bir kısmı için ortaklardan faizsiz uzun vadeli kaynak kullanabiliyor. Böylece ne stopaj ne de KDV yükü ile karşılaşıyor. Ancak vergi idaresinin bir muktezasında, bu kaynağın normal bir kredi olarak kabul edilip emsal faiz tutarı üzerinden KDV hesaplanması gerektiği belirtildi.

2- Yatırım indirimi stopajı: Yapılan vergi incelemelerinde, yatırım indirimi stopajının temettü vergilemesi olmadığı; dolayısıyla indirimli vergi uygulanamayacağı belirtildi. Bu yabancı şirketlerde, yargı kararlarına uygun işlem tesis edilmediği yolunda bir anlayış yaratıyor.

3- Yeniden yapılandırma uygulamalarında vergi incelemeleri: Mevzuatta vergisiz birleşme, bölünme düzenlenmiş durumda. Şirketler, bu yeniden yapılandırma modellerini ihtiyaçları gereği sıklıkla kullanıyor. Türkiye’deki hükümler AB düzenlemeleri dikkate alınarak yapılmışsa da uygulamada AB uygulamalarında bulunmayan şartlar, vergisiz birleşme-bölünme için aranıyor.

4- Yurtdışı ödemeler: Çokuluslu şirketler, maliyetlerin düşürülmesi ve sair gayeler ile grup şirketlerinin ihtiyaç duyduğu bazı hizmetleri merkezileştiriyor. Bu hizmetler nedeniyle de grup şirketleri, dönemsel ödemelerde bulunuyor. Bu ödemelerin ya tümden reddedildiği ya da ödemelerin know-how karşılığı olduğu iddia edilerek stopaja tabi tutulması gerektiği belirtiliyor.

5- Özelge taleplerine cevap sürelerinin uzaması.

6- Mali İdare’nin tarafından birkaç yıllık perspektif planlarının olmaması ve buna paralel vergisel risklerin hesaplanamaması.

7- Yabancı para cinsinden alınan borç ve avansların hesap dönemi sonunda Merkez Bankası kurları üzerinden değerlenmesi zorunluluğu, özellikle uzun süren yatırımlarda kur farkı kazançları üzerinden vergi ödenmesine yol açıyor.


 


İÇSELLEŞTİRMEK

Başlığa bakarak yanlış bir algı edinmenizi istemem. Geçmişte Türkçe’ye zorla kazandırılmaya çalışılan ulusal düttürü ya da çok oturgaçlı götürgeç gibi kelimelerden birini anlatmak değil amacım. Amacım herhangi bir kurallar dizisinin -ki bu Anayasa’da olabilir- başarıyla uygulanabilmesi için içselleştirilmesinin yani benimsenmesinin önemine vurgu yapmak.

Örneğin, reel sektörde risk yönetimi uygulamalarının başarılı olabilmesi için yönetim kurulu başkanından şirketin en alt düzey çalışanına kadar herkesin risk yönetiminin önemine inanması ve o bakış açısını benimsemesi gerekir ki sistem başarılı olsun. Bu açıdan bakınca Sayın Cumhurbaşkanı’nın yılbaşı mesajı beni çok sevindirdi. Cumhurbaşkanı ‘kurumsal yönetim’ diyor:

“... Bununla birlikte, bu sorunları hukukun üstünlüğü, adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilke ve değerlerin hakim olduğu bir toplumsal ve siyasal ortamda, birbirimizi yaralamadan, kırıp dökmeden, karşılıklı anlayış içinde çözmemiz gerekiyor. Esasen ülkemizde refah ve istikrarın sürekliliği bu ilkelerin gözetilmesinden geçmektedir. Bunun için reformların sürdürülmesinin önemine dikkat çekmek istiyorum.”


Tepkiler sınırlı oldu

Bu açıklamanın ardından soruyorum: Ülkemizde tüm çevreler; yani siyasetçi, bürokrat, iş dünyası ve bireyler sizce bu kavramlar bütününü ya da kısaca hukukun üstünlüğünü benimsemiş ve içselleştirmişler mi? Yanıtı size bırakıyorum. Diyorum ki AB kriterlerini internetten indirip uygulayalım diyen bir toplum AB’ye giremez.

Siyasete rağmen iş yapmak... Türkiye’de siyasette son 10 günde olup bitenlere baktığımızda bu olup bitenlere rağmen esasında ekonomide, piyasada verilen tepkilerin yine de sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. 10 gün içinde olanlar 10 yıl önce olsaydı Türkiye tamamen bir kriz ortamına sürüklenirdi. Şimdi herkesin yine bir kriz korkusu duyduğunun farkındayım. Doların 2.20’ye, faizin çift hanelere, borsanın ise 60.000’in altına doğru gideceğini söylemiştik. Beklentimiz, hâlâ bunların bu noktaları geçmesinin aşırı satıma neden olacağını ve Türkiye’nin bu kadar olumsuz bir ülke olmadığını söylemek. Bir şeyi daha vurgulamak istiyoruz. Şu ana kadar ödenen maliyet ya da rakamlara baktığımızda şeffaflaşma, kurumsallaşma, hukukun üstünlüğünün yerleşmesi açısından belki de bu sınavın veriliyor olmasının maliyeti yine de düşük. Beklentimiz, aşırı satım seviyelerinin ardından piyasaların yerel seçimlerle birlikte belirsizliklerin ortadan kalkmasıyla toparlayacağı şeklinde.


Türkiye’nin önü açık

Yine şu sevindirici örneği vereyim: 31 Aralık 2013 günü Borsa İstanbul’da Nasdaq stratejik anlaşmasının onaylandığı bir genel kurul yapıldı. Bu olağanüstü genel kurulun yapılmış olmasında ve başarıya ulaşmasında başta Borsa İstanbul’un Başkanı İbrahim Turan’ın, bütün borsa çalışanlarının ve elbette Sayın Ali Babacan’ın büyük katkıları ve destekleri var. İşte dünyada krizler olup biterken Türkiye’de siyasi krizler yaşanırken bu kararın verilebilmiş olması da Türkiye’nin geldiği nokta açısından ciddi bir değişim içinde olduğunu, ayrıca potansiyelinin çok yüksek olduğunu gösteriyor.

Bir kez daha tekrar edelim: Türkiye’nin önü çok açık, bu olup bitenleri bir sınav olarak görmek lazım. Türkiye hukukun üstünlüğünü yerleştirip yapısal reformlarla devam ettiği taktirde çok daha ileriye ve çok daha üst seviyeye gidecektir. Yeter ki anahtar kelimeyi yani kuralları içselleştirmeyi yani benimsemeyi ve samimiyeti tüm çevreler kendine siyar edinsin. Unutmayalım; Türkiye’de şu son 10 günde olanlar 10 yıl önce olsaydı ülke çoktan krize sürüklenirdi.


Pınar Çelik Nacar/Milliyet


Geri Dön