Zorlu Center'daki malzeme çeşitliliği gösterişli, tesadüfi ve karmaşık!
Zorlu Center'ın botanik bahçesini andıran peyzaj düzenlemesi sıkıntılı. Binadaki detay ve malzeme çeşitliliği gösterişli, tesadüfi ve karmaşık. Çoğunlukla birbirinden bağımsız parçalar kolayca algılanamayacak, alışılmadık bir bütün yaratıyor
Türkiye ’nin en büyük binası açıldığında, yeni göreceğimiz markalar, trafiği nasıl tıkayacağı ve daha açılmamış Apple mağazası mimari niteliklerinden daha çok konuşuldu. Buna ek olarak nasıl olup da 235 bin m2 hakkı varken 600 küsur bin m2 inşaat yapılabildiği çok tartışıldı. Bunu soranların brüt ve net alan farkını bilmiyor olması doğal. Lakin, sanki hiçbirimiz balkonumuzu kapatan; kat bahçesini veya çatı katını daireye nasıl katarız diye pazarlık eden bir toplumun bireyleri değilmişiz gibi Zorlu Center’ın kaçak metrekarelerini saymaya başladık. Bu konuda günahsız olan ilk taşı atsın deyip yoğunluk meselesini bir tarafa bırakalım ve binanın verimliliğine bakalım.
Fazla olduğu iddia edilen 400 küsur bin m2 brüt inşaat alanı büyük oranda teraslar, sirkülasyon alanları, tesisat şaftları, otoparkları içeren emsal dışı alanlar. Bu rakamlara göre binanın verimliliği %35 gibi oldukça düşük bir oran çıkmakta. Ancak prestij karma yapılarda net kullanım alanının brüte oranının %65-80 arasında olması beklenir. Zorlu’nun verimli olup olmaması mal sahibinin problemi ama emsale girmeyen bu sirkülasyon ve servis hacimleri yüzünden bina cüssesi de büyümüş durumda.
Bu da bizi ilgilendiriyor. Demek ki artık daha sofistike imar kurallarına ihtiyacımız var.
Kentin en büyük yapısının mimarisini eleştirirken Rem Koolhaas’ın bundan 20 sene önce yazmış olduğu ve hâlâ geçerli olan ‘Bigness’ teorisini pas geçmek olmaz. Koolhaas’a göre büyüklüğe dair bir teorisi olmayan mimarlar çoğunlukla Frankenstein’ın pozisyonunda oluyorlar. Bu büyüklükteki yapıların iyi, güzel veya kötünün çok ötesinde alışıldık etik ve estetik kavramları ile açıklanamayacak kendi kalitelerinden bağımsız etkileri var. Çoğunlukla birbirinden bağımsız parçalar kolayca algılanamayacak, alışılmadık bir bütün yaratıyor. Koolhaas’a göre böyle bir yapıdan bırakın etrafındaki kent dokusu ile ilişki kurmasını, o dokuyu umursaması bile beklenmez.
Oysa proje müelliflerinin en temel motivasyonu ortadaki boşluğu çevreleyen yeşil yamacın kamusal bir alan olarak işlemesi, insanların bu yamaca özgürce tırmanıp boğazın manzarasını seyretmeleri üzerine idi. Biraz naif bir ideal olabilir ama bu sayede bu iri yapı kentten aldığı toprağın bir kısmını geri veriyor olacaktı.
Lakin şu anki durumda bu dik yokuşa tırmanmayı teşvik etmek bir yana, peyzaj düzenlemeleri ile çıkışlar engellenmiş. Cesaret gösterip yorulmayı göze alanlar da tırmandıklarında arzulanan ‘sevda tepesi’nden oldukça uzak, karmaşık bir peyzaj düzenlemesi yüzünden zor bulunan küçük ve keyifsiz bir teras ile karşılaşmakta. Manzara konusu bu kadar önemsenirken insanların daha çok kullanacağı AVM kısmında iç mekânların bu manzaradan kopartılması ise mimarların kamusallık söylemlerinin samimiyetlerinde soru işaretleri oluşturmakta. Hedeflenen işlevini yerine getirmekten oldukça uzak yeşil çatının varlık sebebi sorgulanmaya başladığında diğer tüm mimari kararlar da zayıflıyor; bu kabuk uğruna feda edilerek ortaya çıkan karanlık ve kullanılmayan mekânlar daha da anlamsızlaşıyor.
Kompleksin botanik bahçesini andıran peyzaj düzenlemesi de oldukça sıkıntılı. Bitki çeşitliliği ve peyzaj detayları fazlasıyla abartılmış, gün ışığı almayan katlarda bile yapay ışıkla bitkiler yaşatılmaya çalışılmakta. Peyzaj alanlarını çevreleyen sığ havuzların ziyaretçilerin yanı sıra idareye de sorun yaratması çok muhtemel. Alışveriş merkezinin açık meydanı karmaşık peyzaj düzenlemesi yüzünden tanımsız ve kullanışsız parçalara bölünmüş, görsel ilişki çoğu yerde kesiliyor ve bu da insanların navigasyonunu olumsuz etkiliyor. Bitkiler ve havuzlar tarafından işgal edilmiş, insanların oturup dinlenebileceği düzenlemelerden yoksun bu boşluğun kamusal nitelikleri, çok daha basit şekilde çözülmüş Ümraniye’deki Meydan AVM’ye göre çok zayıf. Bu boşluğun merkezine konumlanan ve alana hükmedecek Apple mağazası ve üst katlarda uzak bir köşeye sığınan Vestel ise Türkiye’deki rant ekonomisinin ulaştığı nokta için müthiş ironik bir gösterge.
Mekânlar arası geçişlerin karmaşıklığı, katlar arası görsel ilişkinin kopuk olması ve düşey sirkülasyonların dağınıklığı yüzünden AVM kısmında insanların ciddi şekilde yön bulma sorunu yaşadığı gözlenmekte. Yetersiz şekilde tasarlanmış yönlendirmeler ise bu sorunu çözmekten uzak.
AVM’nin dükkân dağılımında ise Titanik misali bir gelir sınıfı ayrımı göze çarpıyor. Ancak taksi ve özel araçlarla ulaşılabilen açık havadaki dükkânlar üst kat gelir düzeyi daha yüksek müşterilere hitap ederken diğer dükkânlar bodrum ve köprü katlarına sıkışmak zorunda kalmış.
AVM’ye toplu taşımayla erişenler metro katından binayı tecrübe etmeye başlıyor ve bu katlardaki tavan yüksekliği oldukça basık bir ortam oluşturuyor. “Food Court” olarak ayrılan alanda görsel ilişkiyi kesen metal perdeler ve kolon diplerindeki çakıl döşeli alanlar insanların fazladan dolanmasına yol açıyor. Köprü katı tabir edilen kata ulaşım tanımsız ve zor bulunuyor. Buranın kapısından arkadaki restoranlara ulaşan koridor ise garip bir boşluğa dönüşmüş.
Binadaki fetişizm derecesine varan detay ve malzeme çeşitliliği de büyüklüğe dair bir teorinin olmadığını ispat etmek istercesine gösterişli, tesadüfi ve karmaşık. Renk, malzeme ve doku çeşitliliği, zemini parçalara bölen detaylar, rastlantısal açılar, aynalar yüzünden iç mekânlarda yaşanan cümbüş insanı sersemletiyor. Bu irilikte bir yapıda butik detay ve malzeme çözümleri ile uğraşılması boşa giden bir enerji olmuş. Müelliflerden EAA’nın Arkimeet toplantısındaki sunumda kilometrelerce uzunlukta detay paftalarından bahsetmesi de bu gereksiz detay fetişizminin işareti.
Kendi başına bir semt olmaya özenen, farklı formların birbirinden bağımsız bir şekilde bir arada tutunmaya çalıştığı, detay ve malzeme çeşitliliği ile haşmetli görünmeye uğraşırken büyük yüzeylerin açılarla kırılması ve parçalanması ile aynı anda ufalmaya çabalayan, kimi yerlerde görünmez olmayı deneyen Zorlu Center adeta kendi gövdesinden utanan, olduğundan daha narin davranmaya zorlanmış riyakâr ve süslü bir Frankenstein gibi. Dev cüssesine rağmen Zorlu Center’ın, modern mimarlık mirası olarak tescillenen ve şimdi yıkılıp yeniden yapılmakta olan, hemen önündeki Mehmet Konuralp’in mütevazı Karayolları Müdürlük binasından daha az anıtsal olabilmesi de dikkat çekici bir husus.
Öyle görünüyor ki müelliflerin beklentilerinin aksine eğimli yeşil yamaç ve ortasındaki meydan yerine, İstanbul için çok önemli bir katkı olan ve mimari olarak çok daha nitelikli mekânlar sunan Performans Sanatları Merkezi, Zorlu Center kompleksinde en iyi işleyecek bölüm olacak.
İlk 4 projeyi seçerken zorlanmamıştık
Projesinin elde edilme sürecindeki jüri üyelerinden biri olarak tamamlanmadan ve binayı gezmeden Zorlu Center hakkında konuşmayı doğru bulmuyordum. Yarışmadaki jüri üyeleri sadece kendilerine verilen şartlar doğrultusunda katılan 13 projeden en iyi dördünü hiyerarşi gözetmeden seçmekle sorumluydu. Uluslararası çağrıya rağmen dönemin önemli mimarlarının pek çoğu projeye ilgi göstermemişti. Açıkçası dört projenin seçim aşamasında zorlanmamıştık.
Radikal/Ömer Kanıpak