22 / 11 / 2024
fuzul

Balat ve Sirkeci'de çarpık yapılaşma furyası!

Balat ve Sirkeci'de çarpık yapılaşma furyası!

Sirkeci'ye, Balat'a, Süleymaniye'ye nereye giderseniz gidin binaların önüne, üstüne, arkasına bu gecekondu plastik yerleşkeler hakim. Bu alanlarda yönetimler yetkilerine rağmen bu haksız, çirkin ve çarpık büyümeye göz yumuyor.




Para Dergisi yazarı Oğuz Demir, bu haftaki köşesinde ''Bu şehir hepimizin'' konulu yazısını kaleme aldı. İşte o yazı...

Nişantaşı'nda Teşvikiye Camii'nin köşesinde bulunan vakıf binası uzun yıllardır House Cafe isimli zincir kiracının kiracısı faaliyet gösteriyor. Söz konusu kafe önce kapının önüne iki masa attı. Sonra masa sayısı çoğaldı. Bu masaların etrafı kocaman saksılarla çevrildi. Derken vava yolu iki kişinin geçeceği kadar daraltılarak bu masaların üstü de kapatıldı. Böylece mekanın dört bir tarafı kapalı hale geldi. İçeride masalar dip dibe. Sosyal mesafe kuralı uygulanmiyor. Maske, korunma vs. hak getire. Bu giriş, gelişme ve sonuç bölümü, Mimaroba, Beylikdüzü sahilinden Rumeli Hisarı, Bebek ve Sarıyer'e, Anadolu Kavağı'nda Yoros Kalesi eteklerinden Üsküdar ve Tuzla'ya kadar şehrin her yerinde yaşanıyor. Tahtakale'de de varlar. Sirkeci'ye, Balat'a, Süleymaniye'ye nereye giderseniz gidin binaların önüne, üstüne, arkasına bu gecekondu plastik yerleşkeler hakim. Bunlar zamanla tuğla duvar oluyor, ardından da lüks restoran, balıkçı vs.. Boğaziçi, Marmara ve Ortaköy kıyıları bunlarla dolu. Yerel yönetimler yetkilerine rağmen bu haksız, çirkin ve çarpık büyümeye göz yumuyor. Daha doğrusu sırf gelir için bu uygulamalara ortak oluyor. Gerçi bazen şov amaçlı tek bir yıkım yapıyorlar. Nişantaşı Beymen gecekondusunda olduğu gibi, kamuoyuna sözde "Bakın biz en ünlü markaya bile müdahale edip gecekondu binasını yıkıyoruz" mesajı veriyorlar. Ancak arka planda çirkin mi çirkin plastikten, fermuarlı gecekondu mekânlara sokak tabiriyle yol veriyorlar. Bu mekânlar bazen dünyanın göz bebeği mimarlık harikası camilerin hemen bitişiğine yapılıyor. Bazen antik çağlardan kalma muazzam güzellikteki birinci derece tarihi eser sınıfındaki kale ve mabetlerin bitişiğine ya da köşesine iliştiriliyor. O kadar ileri gidenler oldu ki yerel yönetim işbirliği ile Boğaziçi kıyılarında yamaçları oyup içine yerleşenler bile var. Bakın Yeniköy'de insanların denizle buluştuğu ilk noktada birkaç yıl önce küçük bir balık tezgahı açıldı. Olta balığı satmaya başladılar. Zamanla balık tezgahı büyüdü. Arkaya buzdolabı geldi. Denizin önüne tabureler atıldı. Plastik fermuarlı gecekondu konduruldu. Şimdi de denizin önü kapatıldı ve restoran haline geldi. Benzerleri Bostancı vapur iskelesinin yanına belediye destekli vanıldı Bunun ekonomi üretmekle, istihdam sağlamakla bir alakası yok. Siz Rumeli Hisarı ya da Anadolu Hisarı gibi bakmaya doyamayacağınız güzellikte bir noktada, kulelerden birinin dibine bir semaver izni verin. Yoldan geçen herhangi birini çağırıp başına koyun. Anında insanlar kuyruk olur; hem de pandemiye rağmen. Vazgeçtik Boğaziçi'nden, bu durum Haliç kıyıları, Eminönü ya da Sultanahmet'te insan sirkülasyonunun yoğun olduğu noktalar ya da doğal ve tarihi güzelliklerin bulunduğu diğer köşeler için de geçerli. Bunların bir de “Burası bizim binanın ya da otelin, hatta benim” diyenleri var. Onlar da diğerleri gibi şehri kendilerinin sanıyor. Örneğin, Karaköy'de The Wings isimli otelin önü. Burası Karaköy kat otoparkının karşısı. Karaköy vapur iskelesinden 100 metre sonra. Bildiğiniz araç yoluna demir direkler dikmişler. Otelin elemanları yolu kapatmış. Burası çok işlek bir geçiş yeri. Her gün yüz binlerce insanın geçtiği bir güzergah. Yanına bir yanaşmaya gör. "Burası bizim" diye başlayan ve tehditlerle biten konuşmalar sizi bekliyor. Şehrin en merkezi yerinden söz ediyoruz. Bu tek bir örnek. Ama şehirde binlercesi daha var. Böylesi, şehri zapt eden, yolu kendinin sananlar nedeniyle sonu cinayetle biten polisiye olaylar oluyor. Ancak yerel yönetimlerin kolluk güçleri yani zabıtalar sorunu hep görmezden geliyor. Onların idarecileri de topu taca atıyor. Kısaca İstanbul, yerel yönetimlerin işbirliği ile sokakları gasp edilmiş, tarihi eserleri, vakıf binaları gecekondulaştırılan, sahilleri, kıyıları boydan boya plastikten gecekondularla dolu bir şehir haline gelmek üzere. Kent yavaş yavaş değişmekte. Tarihi geçmişi ve güzellikleri yok olmakta. Oysa Istanbul dünyanın en değerli parçasıdır. Şehrin gün be gün çirkinleştirilmesine izin vermek, sadece Türkiye'ye değil, aynı zamanda Avrupa ve dünya tarihine de büyük zarar verecektir. Not: Kimsenin ekmeğine karışmayız. Gözümüz emekçinin geçiminde değil. Ama bu şehir hepimizin. Koruyup kollamalıyız...
yapıldı.
 


Geri Dön