26 / 11 / 2024

Barınma ihtiyacı mı rant mı?

 Barınma ihtiyacı mı rant mı?

Sabah Gazetesi yazarı Nüsa Uğur bugünkü yazısına "Barınma ihtiyacı mı rant mı?" başlığını attı...





Bazen bir belgesel, bir film, belki de bir fotoğraf bugünün gerçekliğinde geçmişin payını bize hatırlatan önemli unsurlar haline geliyor. "Geçmişi öğrenmeden, bu günün kıymetini bilemeyiz" klişesini bir kenara bırakırsak, herhalde şunu söylemek doğru olur; "Hayat bizlere çok da güzel bir dünya armağan etmedi. Mutlu anları da olan ama çoğu kez acı ve kederli bir geçmiş." Böyle bir girişin şüphesiz sebebi var. 


Geçen Cumartesi akşamı CNNTürk'de Rıdvan Akar'ın hazırladığı Hayatın Tanığı adlı belgeselde, adı daha sonra Mustafa Kemal Mahallesi olan 1 Mayıs Mahallesinin sancılı kuruluş süreci anlatılıyor. Kuruluş dediğime bakmayın, plânlı ve kurumsal bir süreci kastetmiyorum. 1970'li yıllar ve yasaların hiçe sayıldığı bir dönem. O yıllarda hazine arazilerini yasadışı bir yöntemle parselleyip satan arazi mafyası, kendilerini devrimci olarak tanımlayan halk komiteleri, bir gecede kurulan gecekondular, susuz, elektriksiz bu derme çatma evlerde yaşam mücadelesi verenlerle onların yıkıma gelen güvenlik güçlerine karşı koyuşlarını, bir Fransız televizyoncunun çektiği görüntüler eşliğinde, tanıklıklarla anlatıyor bu belgesel. Sadece Mustafa Kemal mahallesi değil, İstanbul'un birçok mahallesi göçle birlikte bu şekilde kuruldu.



Yani, "barınma ihtiyacı" ile hazine arazilerinin parsellenmesiyle kurulan 1 Mayıs Mahallesi üzerinde yükselen apartmanların kısa tarihi ve daha sonra adının Ümraniye ilçesine bağlı Mustafa Kemal mahallesi olarak değişmesinin hikâyesiydi bu belgesel.


Ve belgeselin kıssadan hissesi de bugün 60'lı yaşlarını süren, o günleri yaşamış ve kurdukları "Halk Komiteleri"yle barınma ihtiyacının karşılanması amacıyla "halk için savaş vermiş" kişilerden birinin ağzından şöyle dökülüyordu: "Önce benim de gecekondum oldu. Ama şimdi 10 dairem, 5 dükkânım var." Bu sözler 30-40 yıldan beri "oy vergöz yumayım" ilkesizliği üzerine kurulu politikaların sonucunda, özellikle İstanbul ve diğer şehirlerde ihtiyaçtan yapılan gecekonduların nasıl apartmanlara dönüştüğünü, haksız rant sağlandığını, hazine arazilerini parselleyip gecekondu yapanların daha sonra nasıl emlak zenginine dönüştüğünü çok iyi özetliyor.


Bir memur ve işçi yasal yollarla emekli ikramiyesinin ancak 2 ya da 3 katını vererek bir daire sahibi olabilirken bu adaletsizliğin altını da çizmek gerekir.

Konut elbette bir hak. Ancak bunun toplumsal uzlaşma yoluyla, adaletli dağılımı ve eşitliği zedelemeden yapılması vicdanları yaralamazdı.


Kimileri tarafından nedense şiddetle eleştiriliyor olsa da  TOKİ  gerçekten de bu ihtiyacın karşılanmasında çok önemli bir rol üstlendi. Binaların estetiğini ya da mimarisini eleştirebilirsiniz ama özellikle dar gelirlilerin konut ihtiyacını karşıladığını inkâr edemeyiz. Şimdi de 10 yıl boyunca geri ödemeli ve 10 yıl satılamaz şartı ile konut ihtiyacını karşılayacak.


Özellikle kentsel dönüşüm süreci başladığından beri hak sahipleri ile TOKİ ya da belediyeler arasında giderek artan bir metrekare ve daire sayısı tartışması yükseliyor. Güvenli ve depreme dayalı binalarda oturmanın bir bedeli olduğu hep unutuluyor ve özellikle yukarıda anlattığım gecekondu üzerine yükselen ve güvenli olmayan apartmanlarda oturanların bu tartışmalarda yine öne çıkması hayli düşündürücü. Barınma ihtiyacı bir hak, ama daha fazla rant isteği, ülkenin geleceğinin önüne bariyer koyma anlamına gelecek. Yakın geçmişimiz bize bunu çok iyi anlatıyor.


Sabah


Geri Dön