Neden hala depreme dayanıksız evlerde oturuyoruz?
İnşaat Mühendisi İsmet Doğan, ''Türkiye'deki yapıların deprem gerçeğine göre inşa edilmesi için oldukça iyi bir deprem yönetmeliği, iyi teknik kadrolar ve kaliteli malzememiz var'' diye konuştu.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1999 yılında yaşanan deprem sonrası gazetecilere, “Altımız çürüktür, ama yine de bu altın üstünde yaşamaya mecburuz. Yine binalar, köprüler yapacağız, ama bütün bunları yer altındaki hareketlerle ahenkli hale getireceğiz. Şartnameler, inşaat temel etüdlerinin yeniden gözden geçirilip, depreme dayanıklı yapılar meydana getirmek gerekmektedir” demişti. Ardından birçok zaman geçti. Ancak biz hâlâ depreme dayanaksız, güvensiz evlerde yaşıyoruz.
Evrensel'de yer alan habere göre; İnşaat Mühendisi İsmet Doğan, yapılarımızın deprem gerçeğine göre inşa edilmesi için oldukça iyi bir deprem yönetmeliği, bu yönetmeliğin gereklerini bilen teknik kadro, yeterince sağlam ve kaliteli malzememizin olduğunu anlattı. Öyleyse neden hala depreme dayanıksız evlerde oturuyoruz? İşte İsmet Doğan’ın yanıtları…
1- Mağara insanı ile modern insanın barınak sahibi olması hâlâ aynı anlamı mı ifade ediyor? Konut, barınma ihtiyacından öte anlamlar taşıyor mu? Nedir konut?
- Elbette ki aynı anlamı ifade etmiyor. “Barınmak” kelimesi yalın haliyle; doğa etkilerinden korunmak için bir yere sığınmak anlamındadır. Bu haliyle ele alındığında “mağara” ve “konut” aynı amaca hizmet ediyor gibi algılanabilir, ancak günümüzde “barınmak” kelimesini; yaşamını sürdürmek için uygun şartların ve asgari konforun bulunduğu yerleşim yeri olarak tanımlamak gerekir.
Bu tanımlamada geçen “asgari konfor” toplumların gelenekleri, yaşayış biçimleri, bulundukları coğrafyanın doğal şartları, iklim koşulları, teknolojik gelişme ve konutu kullanacak kişilerin (ailenin) özgül koşullarına göre değişir.
Nedir Konut? Sorusunu da bu koşullar içinde cevaplamak gerekir. İstanbul’da yaşayan bir aile için asgari koşullar; iş yerine, okula, toplu taşıma araçlarına, alış-veriş, park, spor alanların yakın, depreme dayanıklı, asansörlü, otoparklı bir evi ifade ederken Karadeniz’in bir köyünde yağmur, sel gibi afetlerden koruyan, bahçeli, müstakil bir ev anlaşılabilir. Dikkate alınması gereken ölçüt konutu kullanacak kişi ya da kişilerin talep ve ihtiyaçlarıdır.
‘BARINMA HAKKI’ RANT KAPISI OLARAK GÖRÜLDÜ
2- “Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir.” Anayasa’da yer alan bu cümle çok güzel ama hayatta bir karşılığı var mı? Nedir konut sorununun temelinde yatan şey?
Anayasa’da yer alan bu cümlenin hayatta karşılığı yoktur. “Sosyal devlet” tanımı Anayasa’da yer alsa da devletin örgütlenme tarzı kapitalisttir. Doğal olarak da devlet mekanizması kapitalizmin ihtiyaçlarına karşılık vermek üzere çalışır.
Konut sorunu, sanayi devriminden sonra kırsaldan kente büyük göç dalgalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. Kentler büyüdükçe nüfus artmış, nüfus arttıkça da konut ihtiyacı büyümüştür. Bu ihtiyaç Anayasa’da yazdığı üzere devlet tarafından karşılanması gereken bir “barınma hakkı” olarak değil aksine rant kapısı olarak görülmüştür.
Konut sorununun temelinde yatan şey, konuta olan yoğun talebin konut fiyatlarında artışa sebep olması, dolayısıyla da çalışanların kazandıkları ücretin ihtiyaç duyulan konutun satın alınmasına ve hatta kira bedelini karşılamaya yetmemesidir.
NEDEN DEPREME DAYANIKLI YAPI İNŞA EDİLEMİYOR?
3- Demirel’in deyimiyle ‘altımız çürük’, depremler ülkesiyiz. Yapılarımızın bu gerçeğe göre inşa edilmesi gerekiyor. Buna imkan vermeyen şey nedir? Depreme yüzde 100 dayanıklı bina yapmak mümkün mü?” Dünya üzerinde bu teknoloji var mı?
Öncelikle sorunun son bölümünden başlayayım; “9 büyüklüğünde bir depremde bile kimsenin burnunun kanamadan atlatabilecek teknolojiler” olduğuna dair söylemler var, ama böyle bir teknoloji yok. 9 büyüklüğündeki bir deprem yeryüzü şekillerinin değişmesine sebep olabilir. Deprem birçok parametreyi barındırır, tek başına büyüklük depremin yıkıcı gücünü tanımlamaya yetmez. Yerleşim yerine uzaklığı, derinliği, karada ya da denizde olması, süresi vb. birçok değişkenin birlikte değerlendirilmesi gerekiyor.
Yerleşim yeri yakınlarında meydana gelecek 9 büyüklüğünde bir deprem mutlaka yıkıma sebep olacaktır, bunu engelleyecek bir teknoloji yoktur.
Bazı kavramları doğru kullanmamız gerek. Dünyanın hiçbir yerinde “Her türlü depremde asla hasar görmeyecek hatta yıkılmayacak bir bina inşa edilmesi” ile ilgili kanun, yönetmelik ya da teknoloji yoktur.
Bugün ülkemizde geçerli olan ve oldukça kapsamlı hazırlanmış, oldukça yeterli deprem yönetmeliğimizin de hiçbir yerinde “9 büyüklüğündeki depremde yıkılmayacak bina” tabiri yer almaz.
Hatta yönetmeliğimiz depremlerin yarattıkları kuvvetler altında yapıların hasar görmesini kabul eder. Deprem kuvvetleri altında yapıların onarılabilecek düzeyde hasar görebileceğini, hatta deprem sonrası kullanılamayacak kadar hasar görmesini kabul eder. Yönetmeliğin amacı yapının tümden göçmesinin ve can kaybının engellenmesidir.
4- Türkiye bir deprem ülkesi, gerçekten de “altımız çürük.” Bu uzun yıllardır bildiğimiz bir gerçek. Yapılarımızın bu gerçeğe göre inşa edilmesi için de oldukça iyi bir deprem yönetmeliğimiz var. Bu deprem yönetmeliğinin gereklerini bilen teknik kadromuz da var, yeterince sağlam ve kaliteli malzememiz de var. Öyleyse neden depreme dayanıklı yapı inşa edilemiyor?
Kanunların olması ve o kanunların büyük cezai yaptırımlarının olması kanunun emrettiklerinin yapılmasına yetmez. Önemli olan kanunun gereklerinin yerine getirilmesi konusundaki iradenin niyet ve tavrıdır. Devlet mekanizmasını elinde tutan iradenin inşaat sektörüne bakışı sadece rant üzerindendir. Ortalama her 2 yılda bir imar aflarının çıkması, “imar barışı” adı altında on binlerce kaçak ve güvensiz binanın para karşılığı yasal hale getirilmesi bu bakış açısının ispatıdır.
Depremde yıkılmayacak yapılar inşa etme çok kolaydır. Yasa ve yönetmeliklerde yazıyor.
Malzeme ve insan gücü de yeterli durumdadır.
Eksik olan; konuya halkın can ve mal güvenliği gözüyle bakacak ve bu amaçla kamu adına denetim yapacak devlet mekanizmasıdır.
"ON BİNLERCE KAÇAK YAPI VAR"
5- Bilim insanları İstanbul depreminin yaklaştığını bağıra bağıra söylüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (İBB) verilerine göre 48 bin bina bu depremde yıkılacak. Bu yıkıma nasıl engel olunabilir?
İstanbul nüfus ve yapı stoku ile dünyadaki yüzlerce ülkeden büyük bir metropol. Mevcut yapı stoku çok sorunlu durumda. 1999 Marmara depremi yapı tasarımı ve inşasında devrim niteliğinde değişimlere sebep oldu. Hesap yönteminden kullanılan malzemelere kadar her şey temellerinden değişti. Bu sebeple 1999 yılını yapı güvenliği anlamında bir milat olarak kabul ediyoruz. İstanbul’daki 1999 öncesinde inşa edilmiş yüz binlerce yapı da bu açıdan “sorunlu yapı” statüsündedir. Kim tarafından, hangi projeye göre ve ne tür malzeme kullanılarak yapıldığı bilinmeyen, kayıt dışı (kaçak) on binlerce yapı mevcut. Ayrıca bu yapılar onlarca yıldır çevresel etkilere (su, rüzgar) maruz kalmış ve yıpranmış durumdadır. Bu ölçekteki bir sorunun kısa süre içerisinde ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bir devlet politikası olarak, iyi planlanmış ve taviz verilmeden yıllara yayılacak bir kentsel dönüşüm seferberliği ile çözülebilir.
‘YETERİNCE RANT YOKSA KENTSEL DÖNÜŞÜM OLMUYOR’
6- Kentsel dönüşüm uygulamaları güvenli konut ihtiyacını karşılayabilir mi? Nasıl bir kentsel dönüşüm?
Mevcut uygulamaların güvenli konut ihtiyacını karşılaması mümkün değil. Mevcut durumda “kentsel dönüşüm” daire sahipleriyle müteahhitlere bırakılmış durumda. Binasını depreme dayanaklı hale getirmek isteyen daire sahipleri bir müteahhit buluyor ve eğer binanın yıkılıp yeniden yapılması sürecinin sonucunda ortaya bir rant çıkıyor ve bu rant müteahhidi tatmin ediyorsa bina yıkılıp yeniden yapılıyor ve buna “kentsel dönüşüm” deniyor.
Yeterince rant yoksa kentsel dönüşüm olmuyor. Bu sebeple de İstanbul’da son “kentsel dönüşüm” adı altında yıkılıp yeniden yapılan binaların büyük kısmı daire fiyatlarının yüksek olduğu Bağdat Caddesi, Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi semt ve ilçelerde oldu. Kentsel dönüşüm işi bir devlet politikası olarak ele alınmalı. Rant değil halkın mal ve can güvenliği, Anayasa’da yazan “barınma hakkı” ön plana alınarak semt, mahalle ölçeğinde planlama yapılmalı.