16 / 11 / 2024

Mahremiyet ve Kamusallık kitabı yayınlandı!

Mahremiyet ve Kamusallık kitabı yayınlandı!

Mimari tarihçisi ve teorisyeni Beatriz Colomina, “Mahremiyet ve Kamusallık” kitabında modern mimarinin kurucularından Adolf Loos ve Le Corbusier’nin eserlerinden yola çıkarak, daha önce görülmemiş boyuttaki kitle iletişiminin, geleneksel anlayışları temelden sarstığım savunuyor.




TOKİ Haber Dergisi’nde yer alan habere göre; Modem düşünce, geleneğin “deşmeyi” asla düşünmediği birçok konuda kalem oynatıyor. Mahremiyet de o konulardan biri. Peki nedir bu mahremiyet? Sınırları nerede başlar nerede biter; zamana, mekâna ve topluma göre değişiklik mi gösterir?


Mahrem kelimesi, Arapça “haram” kökünden türemiş. Mahrem kökünden oluşan mahremiyet kelimesi de “Bir şeyin gizli hali, saklı olan” anlamına geliyor. Mahremiyet olgusu, farklı kültür ve coğrafyalarda, toplumların kendi kültürlerine göre kamusal alan ve özel mekânları biçimlendirmelerinde önemli rol oynar. Bazıları için mahremiyet, kamusal alanda da yaşanabilirken, kimisi için katı sınırları olan özel alanlarla sınırlandırılmış bir duygudur. Modernliğin, mahremiyet algısını değişime uğratmasıyla birlikte konut yapıları ve kamusal-özel alanların birbirinin içine geçtikleri yahut birbirlerini tamamen dışladıkları görülebiliyor. Madrid doğumlu mimari tarihçi ve teorisyeni Beatriz Colomina, Aziz Ufuk Kılıç’ın çevirisiyle Metis Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan “Mahremiyet ve Kamusallık” kitabında bu konuya eğiliyor. Modern mimarinin kurucularından sayılan Adolf Loos ve Le Corbusier’nin eserlerinden yola çıkan Colomina, mimariyi “modern” yapanın, kitle iletişim araçlarıyla kurulan ilişki olduğunu öne sürerek, daha önce görülmemiş boyuttaki kitle iletişiminin geleneksel mekân ve mahremiyet anlayışlarını temelden sarstığını savunuyor. Colomina’ya göre, modern mimarinin kitle iletişim araçlarıyla (fotoğraf, sinema, reklamcılık, yayıncılık) kurduğu ilişki, nihayetinde kendisini de bir kitle iletişim aracına dönüştürüyor.

Colomina, bu büyük iddiayı ortaya atarken nerelere “dokunduğunun” da farkında. Belki de bu farkındalık sayesinde dersine iyi çalışıyor:
“1980’lerde mimari ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiden bahsetmeye kalkışsanız, muhtemelen aforoz edilirdiniz. Le Corbusier Vakfı’nın arşivleri etraflıca incelendiğinde, Le Corbusier’nin, zamanının yeni kitle iletişim araçlarıyla ne kadar yakından ilgilendiği ve bunları ne kadar akıllıca kullandığı açıkça görülür; yine de, aksini gösteren onca kanıta rağmen, bazı mimarlık tarihçilerinin nazarında bu durum, mimar figürüne düpedüz bir saldırıdır, işin aslı hiç de öyle değil tabii. Le Corbusier’nin döneminin en yeni kitle iletişim araçlarını böyle kullanmış olması takdire şayan bence. Belki de asıl mesele Le Corbusier’nin, destekçilerinin kabul edemeyeceği kadar modern olmasıydı. Le Corbusier mimari üretim için esasen kitle iletişim araçları alanını kullandı ve böylece mimariyi yirminci yüzyıla taşımış oldu.”


Arşivden şehre, modadan savaşa, reklamcılıktan müzeye uzanan bir çizgide mekânları algılama ve deneyimleme biçimlerimizdeki değişikliklerin izini süren “Mahremiyet ve Kamusallık”, mimari nesneye, yani artık kendi başına da birtemsil objesi haline gelen “binaya” başka gözlerle bakmayı öneriyor.


Geri Dön