Mimar Hakan Kıran tartışmalı projelerini anlattı!
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Cengiz Semercioğlu, İstanbul'un tartışmaları projelerine imza atan Mimar Hakan Kıran'a, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve Kabataş Martı projesini sordu. İşte Semercioğlu'nun röportajı...
Mimar Hakan Kıran, son yıllarda İstanbul’un en çok tartışılan iki projesine imza attı. Biri Haliç Metro Geçiş Köprüsü, diğeri halen inşaatı devam eden Kabataş’taki Martı Projesi... İki projeyi de eleştirmiş biri olarak geçen ay tesadüfen tanıştığım Kıran’la bu kez röportaj için bir araya geldim. Kabataş benim çok sık kullandığım bir yer, düzenleme yapılması gerektiğine sonuna kadar katılıyorum. Peki ama proje doğru proje mi? İlber Ortaylı’nın ve Mimarlar Odası’nın eleştirileri ile benim aklıma takılanları Kıran’a sordum, işte yanıtları...
◊ Kabataş Martı projesi ne zaman başladı?
- İlk tasarım 2004’ün sonunda yapıldı. Ama proje 2016 yılında harekete geçti.
◊ Ne zaman bitecek?
- 2018’in sonunda bitirilmesi hedefleniyor.
◊ Neden İstanbul’da en çok tartışma yaratan işleri size veriyorlar?
- Bana vermiyorlar. Ben alıyorum.
◊ İhaleye mi girip aldınız?
- Hayır. Ben belediyeye bugüne kadar en az 50 proje sundum. Son 15 yıla bakarsanız İstanbul’da 7 proje yaptığımı görürsünüz. Bunların ikisi kendi projemdi. Biri Göktürk’teki Loft Larus, diğeri Nurol Life. Bunların dışında Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve 5 projem daha var. Benim amacım imar istenen ya da malzemesinden imtina istenen, dizaynı dikdörtgen, karelerle tanımlanmış binalar yapmak değil. Amacım bir eser yaratmak ve kendimi ifade etmek. Martı projesi de böyle, Haliç Köprüsü de.
◊ Kabataş’ta neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu düşündünüz?
- Kabataş benim de kullandığım bir yer. Burada çok ciddi bir trafik sorunu var. Yaya açısından da motorlu araçlar açısından da. Özellikle yayaların hali harap durumdaydı. Setüstü tarafında daracık kaldırımda insanlar otobüsten inmek zorunda kalıyordu. Yolun ortasına sıkıştırılmış, şeritten çalınarak yapılmış bir tramvay hattı var. Öbür tarafta da deniz ulaşımı merkezi bulunuyor. Bunları kullanan insanlar araçların arasında ya da demirlerin üzerinden atlayarak gidiyordu.
◊ Sık kullandığım bir yer olduğu için ben de bu sıkıntıyı yaşayan biriyim...
- Çünkü insanların kaldırımı kullanma imkanları yoktu. 1.5 metrelik kaldırımda kaç kişi durabilir? İstanbul’da insanın değersiz olduğunun en görülebilir olduğu yer Kabataş’tı. Birçok yerde de öyle tabii. Bir de hepimizin bildiği, “şehir yayalarındır” prensibi vardır. Ama hikayede kalıyor ne yazık ki. Damperli kamyon, otobüs ve araba arasında insanlar çocuklarıyla karşıya geçmeye çalışıyor. Deniz ulaşımı şehir için en önemli argümanlardan biri. İskele barakalardan oluşan bir yapıydı. Bir tarafta Dolmabahçe Sarayı, bir tarafta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin ortasında kötü bir alan olarak kalmıştı.
◊ Tamam bu sıkıntılar doğru da neden projeyi Mimarlar Odası’na ya da İstanbul halkına danışmadan yapmayı tercih ettiniz?
- İşin o kısmı benim sorumluluğumda değil. Ama şu var; 2008 yılında bu proje gündeme geldi ve basında çok yer aldı. Herkesin haberi vardı. Koruma Kurulu’na sunuldu. Anıtlar Kurulu onayladı ve kimseden bir itiraz gelmedi. O zaman yer altına alınma hadisesi yoktu. Çünkü sadece iskeleler konsepti adı altındaydı. İBB o dönemde iskeleleri yenilemeye başlamıştı. Selçuklu mimarisinden esinlenilerek yenileniyordu iskeleler. Ben her yapılan işin, yapıldığı dönemi temsil etmesi gerektiğine inanıyorum. Başkası taklit olur. Restoratör olmama rağmen böyle düşünüyorum. Bu proje 2010 yılında ödül aldı. İnsanlar bunun gerçekleşeceğini bilene kadar bir itirazda bulunmadı. Ne zaman bu proje reel hale geldi, o zaman eleştirilmeye başlandı. Meslek hayatım boyunca yaptığım her projeyi Mimarlar Odası’na tescil ettirerek devam ettim. Kabataş projesini de 2005 yılında tescil ettirdim. İstanbul’da son 10 senede binlerce inşaat yapıldı. Stadyumdan tarihi yarımadada yapılanlara kadar. Ama hiçbiri benim yaptığım Kabataş projesi ve Haliç köprüsü kadar eleştiri almadı.
◊ Sizce neden?
- Ben herhangi bir yere dahil olmadan mimarlık mesleğimi sürdürmeye çalışıyorum. 30 yıllık bir mimar olarak bu şehre bir proje yapıyorum. “İBB’nin bütün işlerini Hakan Kıran yapıyor” diyorlar. İBB senede bin proje yapıyor. Ben bugüne kadar sadece iki proje yaptım Belediye’ye.
◊ Belki de kritik işler yaptığınız için eleştiriliyorsunuz. Ben mesela Haliç’e yaptığınız köprünün tarihi silueti bozduğunu düşünüyorum. Diktiğiniz kulelerin de kötü olduğuna inanıyorum. Orada başka bir formül bulamaz mıydınız?
- Başka bir formül yoktu. Dünyanın belki de en zor zeminlerinden biri Haliç’tir. Bir dönemin gerçek İstanbul’u tarihi yarımada ve Pera’dır. Mimar Sinan’lar, Balyan’lar, kimler gelmiş geçmiş... Bu merkezin içinden herkes Haliç’i sandalla geçmiş. Bir köprü yapmamışlar. Neden bu iki kara parçasını bir köprü ile birleştirmemişler? Düşünememişler mi? Biri düşünmüş.
◊ Evet... Leonardo Da Vinci...
- Doğru, “Yapamadığınız bir iş var, izin verirseniz ben bunu gelir yaparım” diyerek bir plan göndermiş. Ama Haliç’i hiç görmemiş bunu yolladığında. Çok incelendi. Ama Da Vinci’nin çizdiğinin de gerçekleşebilir bir çizim olmadığı düşünüldü.
◊ Peki, neden yapılamıyormuş?
- Çünkü sert zemin yok. Var olan en derin geoteknik araştırma ve iyileştirme projesi dahilinde ulaşabildiğimiz derinlikte bile zemin sert değildi. Balçıktı. Hiçbir şekilde oturttuğunuz ayak yerinde durmuyordu. Haliç’e ayak çakılan tek köprü, kısmidir o da ama yeni yapılan Galata Köprüsü’dür. İki tarafı sabittir. Her sene 1-1.5 santim civarında batıyor şu anda. Bilirsiniz ara sıra açılmaz, kapanmaz.
◊ Tünelle geçilmesini neden düşünmediniz? Mümkün değil miydi?
- Tünel, Gırgır’daki Zihni Sinir projesi. Tünel sistemi bir mucize. Karikatür olarak bakarsak yukarıdan aşağı dimdik inen fünikülervari bir tramvayın ondan sonra yukarı çıkması lazım. Şakası bir yana, öyle bir teknoloji metroda yok. Denizin altından artı 100’e çıkacaksınız. Artı 100 neresi? Taksim Meydanı. Taksim’den Haliç’e inmeniz için yüzde 25-30 eğim yapmanız lazım. Metrolarda yüzde 4’ten fazla eğim yapılamaz. Onun için füniküler diye bir şey var. Aksi takdirde freni boşalır...
Denizle karayı birleştiriyoruz
◊ UNESCO bile Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne itiraz etti...
- Çok haklıydı. 1985 yılında UNESCO’ya kendi isteğimizle üye olmuşuz ve tarihi yarımadayı tescil ettirmişiz. Sonra UNESCO’nun bütün sözleşme şartlarını kabul etmişiz. UNESCO diyor ki “Tarihi yarımadaya ne yapacak olursan önce bana sor”. Haliç’e köprü yapılmasına 1985’te karar veriliyor. 1987’de Koruma Kurulu’ndan geçiyor. 1992’ye kadar işlemler devam ediyor. 1992-2004 arasında da buraya uygun proje araştırılması yapılıyor. İncelenen projelerinin hiçbirinin analizi ve raporu yok. Ve hiçbiri UNESCO’ya bildirilmiyor. Halbuki sözleşme imzalanmış. UNESCO 1985’ten beri bir bildirim olmadığını söyleyerek itiraz etti. 1 sene boyunca çok üzerime geldiler. Projeyi durdurdular. Dünyanın sayılı üniversitelerinden uzmanlar keşfe geldi. Alternatif arayışına girdiler. En sonunda projeme “Doğrudur” kararı verdiler. Ama önerilerde bulundular. Köprünün ayaklarının boyunu 15 metre kadar indirdiler. Bana göre yanlıştı. Daha narin ve kararlı olacaktı. Biraz kararsızlaştı. O yüzden şikayetim var. Bir de inşaatın bitiş işleri daha kaliteli olabilir, çevre düzenlemesi yapılabilirdi.
◊ İki tarafa asma köprü yapılamıyor muydu?
- Bu şartlarda ancak tam ortasına iki ayak dikerek yapabilirdiniz. Ama o da korkunç görünürdü. Sivil toplum örgütlerinden gelen “zekice!” bir öneri vardı. Yürüyen merpenlerle istasyondan aşağı inip, kayıkla geçip, sonra yeniden yürüyen merpenlerle çıkmak. Pardon ama bunu düşünemedik!
TOPLUMUN SAHİP ÇIKMASI GEREK
◊ Kabataş projesine Mimarlar Odası itiraz ediyor. Siz de onları çizimlerle oynadıkları gerekçesiyle mahkemeye verdiniz. Onların tezi buradan bir rant yaratılacağı, beton olacağı ve içerisinde AVM gibi yerlerin olacağı yönündeydi. Burada rant var mı?
- Valla o rant kelimesini ben bulamadım. Buranın tamamı sosyal alan, transfer merkezi ve meydan. İnsanların konforlu bir şekilde seyahat etmesi ve şehri kullanması için dizayn edildi. İçindeki işletme ve dükkan sayısı bir metro istasyonunun içindeki işletme sayısından fazla değil.
◊ İçinde hiç mağaza olmayacak mı?
- Hayır. Sadece metro istasyonlarında gördüğünüz, günlük ihtiyaçları alabileceğiniz yerler olacak. Meydanın içinde 12 küçük modülümüz var. Lostra, kitapçı, eczane, kuru temizleme, simitçi, çaycı gibi. Bir de pasaj gibi bir bölüm olacak. 16 küçük mekandan oluşacak ve sadece sahaf ve sanat galerisi bulunacak. Dükkan olmayan açık alanda ise her türlü gıdanın satılacağı ortalama 40 tane tezgah olacak. Anadolu’dan gelen doğal ürünlerin satılacağı bir yer olmasını hayal ediyorum. Bunların hiçbiri AVM konsepti değil.
◊ Ya ileride sahaflar, galeriler zarar ederse? O zaman AVM’ye dönüşür mü?
- Normal şartlarda olamaz. Ama bunun cevabını siz de biliyorsunuz. Bu, toplumun sahip çıkmasıyla olacak. Cadde üzerinde bir tanıtım ofisi yapıyoruz. Orada kitapçılar, sanat galerileri, pazar yeri olacak her şey, hepsinin bilgisi projeyle ilgili broşürlerle dağıtılacak. Bu da bir taahhüt olacak. Bu taahhüdün arkasında toplumun durması gerekiyor.
◊ Peki, yeşil alanlar? Benim de eleştirdiğim, yazdığım projenin beton yığını olduğu konusu ne olacak?
- Büyük bir meydanımız var. 12 bin metrekare. 70 bin metre yeni yeşil alan ilave ettik. 500 civarında yetişmiş ağaç dikiyoruz. 3 bin 500 adet de bitki olacak. Bunlar hep halka açık alanlar. İlk defa İstanbul’da olması gereken bir şey yapıyoruz. Denizle karayı buluşturuyoruz. Araya trafik ve egzoz girmeden.
◊ Ama sonuçta beton olacak, fıskiyelerin de bulunacağı o meydanın ağaçlandırmasının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Göreceksiniz yaz sıcağında vapur beklerken beynimiz haşlanacak orada. Başka bir formül yok muydu?
- O fıskiyelerin altında havuz var. Yazın büyük bölümü fıskiye havuzuna dönüşüyor. Esas klima sudur. Minimum 4 derece düşürür. Ayrıca bahsettiğiniz yerden yürümek zorunda değilsiniz. Etrafında neredeyse her yer ağaçlık. O yollardan gidebilirsiniz. Yüzde 80-90 oranında insanlar, meydanın altındaki kattan gelip yukarı çıkacak. Bizde su meselesi bilinmediği için böyle düşünülüyor. Göstermelik olarak kullanılıyor. Ama aslında öyle değil.
DOLMABAHÇE SARAYI’NIN ARKASINDA STADYUM OLMAMALIYDI
◊ Nurettin Sözen ya da Bedrettin Dalan döneminde bu projeleri yapmadınız. Belki sadece Kadir Topbaş döneminde bu işleri yaptığınız için eleştiriliyorsunuz...
- O dönemlerde de birçok proje gönderdim ama kimse geri dönmedi. Kadir Bey’le ilgili herkes birçok yalan söylüyor ama o da mimar ve İstanbullu. Ben çağdaş çalışan bir mimarım. Siyasi açıdan baktığınızda tam tersini beklersiniz. Ama ben tam ters taraftan desteklendim. Karşı taraftan eleştirildim. Halbuki o insanlar yapılan tartışmalı binalara karşı duramadılar. Şu anda bulunduğumuz yerden baktığımızda Swissotel’i, Conrad’ı, Vodafone Arena’yı görüyoruz.
◊ Yeni yapılan Vodafone Arena’yı beğenmiyor musunuz?
- Oraya ciddi bir bina yaptılar. Hem de Dolmabahçe Sarayı’nın arkasına. Orasıyla ilgili de projem vardı. Benim hayalim Taksim Meydanı’ndan girip, Divan Oteli’ne yürüyüp, Hilton’un arazisinden geçip, Maçka Parkı’nın içerisinden gelip, stadın yerine oradaki yeşil alana inmekti. Bu kötü ya da iyi oldu diye demiyorum. Hayalim başkaydı. Keşke stadyumu da yok etselerdi. Orası yeşillikler içinde büyük bir arena olsaydı. Konser mekanı olurdu, insanlar dinlenmek için kullanırdı. Burası Dolmabahçe Sarayı’nın arkası...
İLBER HOCA BİLMEDİĞİ KONULARDA DA KONUŞUYOR
◊ Kabataş’ta Mimar Sinan’ın yaptığı Molla Çelebi Camisi var. İlber Ortaylı caminin önünü örttüğü gerekçesiyle projeni ve seni eleştirdi. Ne diyorsun?
- İlber Hoca’ya değer veriyorum. Zaten tarihçimiz yok. Keşke tarihçimiz olarak kalsa. İlber Hoca başkalarının sözüne kanmasa... Kandırıyorlar. İlber Hoca futboldan mimariye, bilmediği konularda da konuşuyor. Fikrini söyleyebilir ama bu konuda uzmanmış gibi yazı yazamaz. Daha çok şey söyleyebilirim ama İlber Hoca’ya saygımdan susuyorum.
MİMARLAR ODASI ÇİZİMİMLE OYNADI
◊ Eleştiriye açık değil misiniz?
- Ben eleştirilmeye çok açık bir insanım. Mimarlar Odası eleştiriyor dediniz ya, onlar eleştirmiyor, yalan konuşuyorlar. Koca koca profesörler çeşitli örgütler kuruyor. Türkiye için rehavet bu. Bunu açığa çıkarmak zorundayım. Benim çizimimin üzerinde oynayıp bunu başka bir hale getirerek bana saldırıyorsan, senin saldırdığın kişi ben değilim demektir.
◊ Neden davalık oldunuz?
- Dava açtım, çünkü çizimlerimin üzerinde oynandı. Hepsini belgeledim. 30 sene ben buraya üye oldum. Üzerime düşen her şeyi yaptım. Çok mücadeleler oldu. Mimarlık saygınlığını artırmadıkları ve kendileri de mimarlık yapmadıkları halde. Ben, o odanın üyesi olarak, bana yapacakları her türlü çağrı, inceleme, soruşturma, sorgulama ve açıklamaya riayet etmek zorundayım. Dolayısıyla odadan herhangi birisi “Buyurun gelin, projenizi anlatın” dese koşa koşa giderdim. Şu anda çağırsalar yine giderim. Benim kimseye düşmanlığım yok. Diyaloğa açığım.
◊ Projeye komşu olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bile dinlemedi projenizi ama...
- Evet. Dinleme gereği duymadılar. Mimarlar Odası uzantılı bir tavır içerisindeler. Ben rektöre kızdığı bir laf ettim. Hâlâ da arkasındayım. “Burası bir bilim yuvası. Her türlü görüşü, negatif olsa bile dinlemeye açık olmalısınız. Değilse bilim yuvası değildir” demiştim. Maalesef de dediğim gibi oldu. Bilim her türlü tez ve hipotezin konuşulduğu bir yerdir. Çağdaşlık da o değil midir? Hakaret etmeden, insanları kırmadan eleştiride bulunabilirsiniz. Mutabık kalma zorunda da değiliz. Dünyadaki bütün mimari eserler mutabık kalınarak yapılmamıştır.
LOUVRE VE EYFEL DE YAPILIRKEN ÇOK ELEŞTİRİLDİ
◊ Ama şehrin dokusuna doğrudan etki eden bir yapıysa en azından bir ortak payda yakalamak gerekir...
- Ortak payda yakaladığınız taraflar sizinle aynı düşünebilecek görüşteyse dediğiniz olur. Klasik bir örnek vereyim. Louvre Müzesi de, Eyfel Kulesi de her türlü eleştiriye rağmen yapılmış şeylerdir. Bunun gibi onlarca örnek var. Ben eleştirilere saygı duyuyorum. İstanbul’un herhangi bir yerine dokunmak sorumluluk ister. Ben tesadüfen bu yerleri bulup dokunmuş değilim. Her yere nasıl dokunuldu? Bunları niye konuşmuyoruz?
◊ İstanbul’da dokunulup da, değiştirmek istediğiniz yapıları söyler misiniz?
- İstanbul’da o kadar çok yanlış var ki. Mesela Gökkafes’i yıksak her şey düzelir diyebilir miyiz? Diyemeyiz. O yüzden tek tek örnek vermem doğru olmaz.
AKM’Yİ TARİHİ BİR BİNA OLARAK GÖRMÜYORUM
◊ AKM ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yıkılmasından mı yanasınız?
- İyi bir proje hazırlanması gerekli. İstanbul gibi bir şehirde en az 10 salonumuz olmalı. Ama bir tane bile yok. Bu çok büyük bir ayıp. Toplumun gelişmesinde büyük bir eksiklik. O yüzden AKM’nin yerine iyi bir kompleks yapılabilir. Ben AKM ile ilgili iki şeye karşı çıkıyorum. Birincisi kültür merkezi lafı. Ben bu lafı sevmiyorum. 17 milyon insan o binada kültürlenemez. Kültür merkezi kavramı Anadolu’da ya da bir kasabada olabilir. AKM’de mutlaka opera ve senfoni için salonlar olmalı. Binanın adı da Atatürk olmalı.
◊ AKM’yi tarihi bir bina olarak görüyor musunuz?
- Hiç görmüyorum. Her gördüğümüz, geçmişi anlatan 70-80 yaşındaki adama İlber Hoca muamelesi yapabilir miyiz? Nitelik diye bir şey var. Sadece eskilikle olmuyor. Bu da onun gibi. Yeni proje nasıl bilmiyorum ama Taksim’i de yeniden ele almak gerekli. Taksim çalışmıyor. Sirkülasyon yok. Çünkü oraya çıkmak için insanların bir sebebi yok.
◊ Şimdi cami yapılıyor ama...
- Cami belli zamanlarda Taksim’e çıkmak için bir sebep olabilir. Eskiden insanlar İstanbul’u seyretmek için The Marmara’nın olduğu yere çıkarlarmış. İnşallah AKM’nin yeni projesinde sahne arkasını aşağı getirirler. Üste de insanlar çıkıp İstanbul’u seyreder. Binanın üzerine seyir terası yaparlarsa müthiş olur.
DENİZİ SADECE 10 METRE DOLDURDUK
◊ Dolmabahçe’den başlayarak sizin projeniz ve Galataport’la birlikte Karaköy’e kadar kıyı dolduruluyor. Doldur doldur nereye kadar? Bunları biraz da doğallığı içinde yapmak gerekmiyor mu?
- Dolgu ile kazık iki farklı şey. Bizim iskelelerimizle doldurmanın alakası yok. Zaten burada iskeleler vardı. Dolgu değil, kazık çakarak yapılıyor.
◊ Ama metrelerce doldurdunuz...
- Burada sadece 10 metrelik bir alanı doldurmak zorunda kaldık. Bazı yerleri de tıraşladık. Buraların tamamı dolgu. Adı üzerinde ‘dolma bahçe’... Bu bölgeyi geriye alalım deseniz hiçbir yer yok. Biz sadece şeklini düzelttik. 10 metre girdiğimiz yer de var, geri çekildiğimiz yer de. Çünkü zaman içerisinde burası kontrolsüz doğmuş. Bu yaptığımız konseptle ilgili önümüzdeki 100 yıl deniz ulaşımı planlaması için Hollandalı bir firmadan danışmanlık aldık. Bundan sonra ne oluyor, planı da işletmelerin elinde oluyor bununla birlikte.
◊ İki katlı olacak değil mi?
- Zemin ve zemin altında bir kat daha var. Toplamda iki katlı. En alt katta arabalar ve tur otobüsleri için park yeri var. Dolmabahçe’deki tur otobüslerini buraya alacağız. Böylece Dolmabahçe’deki alanı insanlara kazandırmış olacağız. Bir de böylece otobüslerin yarattığı siluet kirliliğini de kaldırmış olacağız.
◊ Mimari projesi size ait. Peki, yüklenici firma da siz misiniz?
- Hayır. Makyol ve Eze firmaları yapıyor. Biz sadece bütün projelerden sorumluyuz. Çok büyük bir ekibiz. Yerli ve yabancı çok fazla çalışan var.
KABATAŞ’A VE HALİÇ’E 10 YILIMI VERDİM BARİ BUNA SAYGI DUYULSUN
◊ Yurtdışında da projeleriniz var mı?
- Var. Şu anda New York’ta iki bina yapıyorum. Yurtdışında ofisimiz de var. Daha çok zaten yurtdışında çalışıyoruz.
◊ New York’ta Kabataş projesi gibi bir proje yapmak isteseniz izin verirler mi?
- Geçen hafta Amerika’da bir toplantıya katıldım. New York’taki ikiz kulelerin sahil tarafında büyük projeler yapılıyor. Toplantıda yaptığım projeleri gösterdim. Bana dönüp “Sizin yeriniz burası. Bu projelerle Amerika’da istediğiniz kadar iş yaparsınız, biz böyle projeler istiyoruz” dediler. New York’ta neler yapılıyor. Aklınız durur.
◊ Ama New York, İstanbul gibi tarihi dokusu olan bir şehir değil...
- New York’un da muhteşem bir dokusu var. 60 katlı binaların arasında gezip fark etmemek inanılmaz bir şey. Tarihi açıdan bizimle mukayese edilmez ama onlar da çok ciddi uğraşıyor dokularıyla. Türkiye’de kamu için iki proje yaptım. Bu iki projeyi araştırmak, çalışmak 10 yılımı aldı. Hiçbir şeye saygı duyulmazsa bari buna saygı duyulsun.
SİLUET BOZULMAYACAK
◊ Siluete bir etkisi olacak mı?
- Hayır. Bu da büyük bir yalan! Setüstü’nü bile geçmiyor, boy olarak. Silueti bozmak gibi bir durum asla söz konusu değil. En yüksek yeri 10.5 metre.
Hürriyet