20 / 11 / 2024

Süleyman Varlıbaş'ın Çaykara ’dan başlayan başarı öyküsü!

Süleyman Varlıbaş'ın Çaykara ’dan başlayan başarı öyküsü!

Önce hayal etti, sonra tasarladı dev projelerle markalaştı. Süleyman Varlıbaş ’ın sahibi olduğu şirketleri bugün sadece Türkiye ’nin değil dünyanın en çok tanınmış firmaları arasına yazdırdı





Aynı anda Varyap Meridian, Seyrantepe Spor Kompleksi, yeni Danıştay Binası, İstanbul-Avrupa yakası Adliye Sarayı ve Trabzon’da Varlıbaş AVM’yi yapma başarısını gösteren Türkiye’deki ender şirketlerin belki de başında geliyor.


DEVLET MEMURLUĞUNDAN HOLDİNG PATRONLUĞUNA


İş hayatına ÇAYKUR’da devlet memurluğu yaparak başlayan Varlıbaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Varlıbaş, Çaykara’nın Ulucami Köyü’nden başlayan iş yaşamındaki başarı öyküsünü anlatırken edindiği iş disiplini, iş ahlakı ve güven esasını iş hayatının her noktasına taşıdığına özellikle vurgu yaptı.


Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünde (ÇAYKUR) 1980 yılına kadar çalışan Varlıbaş, devlet memurluğundan holding patronluğuna dönüşen serüveni anlattı.


Çaykara’nın Ulucami köyü eski ismiyle Zeno’da orta halli bir ailenin 5’i erkek 2’si kız 7 çocuklarından en büyüğü olarak dünyaya geldi. Ticaretle uğraşan bir baba ile bağ-bahçede çalışan bir annenin çocuklarıydı onlar. Okuldan önce Kur’an kursuna gittiği için okuma-yazmayı hatta matematiği bile daha erken öğrenme imkanı oldu. Bu sebeple okula erken yaşta başladı ve akranlarından bir-iki yıl önde okudu hep. Trabzon Lisesi’nde yatılı okuduğu yıllarda geç saatlere kadar ders çalıştıklarını anlatan Varlıbaş, ‘Hocalarımız bize gündüz eğitim verir gece de takip ederlerdi, çok disiplinli bir eğitim almıştık. Biz de okumamız gerektiğini çok iyi biliyorduk” sözleriyle de başarılı olmalarının altında yatan etkenleri anlatıyordu. Varlıbaş, “Köyde arazi yapımız belliydi, annemin çektiği sıkıntıları onunla yaşayarak öğrenmiştim, çünkü okuldan kalan boş zamanlarımda ona yardım ediyordum. Köyde elektrik, su, yol yoktu. Bu yüzden de hayatımda okumaktan başka bir şey düşünmedim. İşte bu yüzden biran önce köyden kaçmanın yollarını arıyorduk” diyerek de yöre insanını gerçeklerine bir kez daha vurgu yaptı.


Babanızın geliri nasıldı, ne işle uğraşıyordu?


Aslında babamın ilk mesleği terzilikti. Hatta Dernekpazarı’nda bir manifatura dükkanı vardı. Evlenecek bir çiftin bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir dükkandı orası. Ancak babamın yumuşak yüzlülüğünden kimseler para ödemez hep hesaba yazdırırdı. Sonra o paraların altından kalkmak babamı epey sıkıntıya soktu tabi. Ancak bizi okutmak için çok çalıştı.


Lisede evlendiğinizi söylediniz, hem okumak, hem de evlilik bu tercihin sebebi neydi?


Evet Lise son sınıfta iken yani henüz 17 yaşındayken evlendim. Çünkü memlekette belli bir yaşa gelince kız çocukları beklemez evleniyordu. Baktım ki ben de üniversiteye gidersem sevdiğim kız da evlenebilir. O yüzden ‘önce evleneyim, okuma işini nasıl olsa her zaman yapabilirim’ diye düşündüm ve evlendim. Daha sonra okumak için Erzurum’a gittim.


Eşinizi de Erzurum’a götürdünüz mü peki?


Hayır. Erzurum’da Kredi Yurtlar Kurumu’na ait öğrenci yurdunda kaldım giderken de eşimi köye bıraktım. İstanbul’daki başka üniversiteleri de daha sonradan kazanmıştım ancak zaman kaybetmemek ve biran önce iş hayatına atılmak adına Erzurum’da devam ettim. Üniversiteyi bitirince de önce Tuzla ardından Samsun’da askerliğimi tamamladım.


Ve sonrası, devlet memurluğuna atıldınız, neden ÇAYKUR, o süreci anlatır mısınız?


Bir çok yere müracaat ettim ama önceliğim, ‘evden uzak olmama’ düşüncesiydi ve babam da ÇAYKUR’da çalışmamı istemişti. ÇAYKUR’un değişik fabrikalarında müdürlük yaptım. Fabrikanın yoğun olduğu günlerde verimin artırılması için gece gündüz, günde üç saat uyuyarak mesai yaptım. Fabrikanın normal günlük işleme kapasitesi benden önce 100 ton ise ben o kapasitenin 130 tona çıkarmanın yollarını araştırdım ve buldum. Hatta o zamanlar ÇAYKUR’da fabrikaların kapasitesi çayları işlemeye yetmezdi. Kendi dönemimde ÇAYKUR’da hep böyle çalışmıştık ve çok güzel işler yapmıştık. Ama baktım ki memurluk benim kapsamıma biraz dar geliyor, kalıpları kırarak daha farklı şeyler yapabilmeliyim diye düşünmeye başladım. En son Bölümlü’de görev yapmıştım. Tabi 1980li yılları Türkiye’nin çok rahat olmadığı yıllardı aynı zamanda. 1980 12 Eylül İhtilalinin gerçekleştirildiği yıldı. Ben ihtilalden 12 gün önce memurluğu bıraktım. Türkiye’de bir kaos ortamı vardı, insanlar hep kutuplara ayrılmıştı. O şartlar altında ben hem kendime hem de devlete çok faydalı olamayacağımı gördüm.


Devlet memurluğunun bugünlere gelmenizde katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?


Kesinlikle, hem de çok. Oradaki çalışma çok önemli bir çalışmaydı. Devlet şartlarını öğrendim. Orası iş hayatımda benim temel taşım oldu. Şartların zorluğu sizi daha başarılı olmaya itiyor. Zor şartlar olmayınca bir bakıma çare de üretemezsin.Devlette kısa süre çalışmasına rağmen şu andaki çalıştığının üç kati kadar mesai harcıyordum. Fabrika müdürü iken üç vardiya işçisinin işe başlamasına tanık oldum.


ÇAYKUR’dan sonraki iş yaşamınız nasıl gelişti peki?


ÇAYKUR’dan ayrıldıktan sonra babamız Hacı Mehmet Varlıbaş’m Trabzon’da yaptığı ufak tefek taahhüt işlerini adım adım geliştirdim. Şirketin bir vizyon sahibi olmasında büyük payım oldu. Kardeşlerimi de yanıma alarak Varlıbaşlar Kolektif Şirketi ile faaliyete başladık. Sonra bu şirketi limitet şirketine dönüştürdük daha sonra Varlıbaşlar’ın yanına Varlıbaş Yapı Sanayiyi (VARYAP) kurduk. Önce Trabzon sonra Hatay’a gittim orada taahhüt işleri yaptık ve Hatay’da da bir büro açtık.


Küçük taahhüt işleri derken neler yaptınız mesela?


Babam ve biraderlerle kurduğumuz şirket eliyle Trabzon’da taahhüt işleri yapmaya başladık. Türkiye’nin değişik yerlerinde enerji nakil hatları yaptık. Fabrika müdürü iken Trabzon’un Çaykara’nın köylerinin yüzde 80’ine enerji nakil hatlarını biz yaptık. Zor bir işti kimse ihaleye girmiyordu. Birkaç sefer ihale oldu müracaat eden olmadı, köyün ileri gelenleri babama, ‘Mehmet Bey siz alsanız yapar mısınız’ diye sorduğu zamanlar da oldu. Biz sadece proje koordinatörü gibi çalıştık. O işin bir çok işçiliğini de insanlar yaparak biran evvel o projenin gerçekleşmesini sağladık. Kendi köyümüz de dahil olmak üzere o civardaki enerji nakil hatları ki halen bizim yaptığımızla durur, hepsini biz yaptık. Babam ve biraderlerle ona benzer taahhüt işleri, kimsenin cesaret edip teklif veremeyeceği zor ve önemli işler yaptık. Ama ben şantiyelere eşim, çoluk çocuğumla gidiyordum. Zor şartlarda şantiyenin başında durarak iş bitene kadar işin tamamlanmasını bekledik. Ve bugünlere geldik.


Trabzon ile İstanbul arasında bir Hatay maceranız var sanırım, onu anlatır mısınız?


1960’lı yıllarda herkesin bildiği bir sel oldu Trabzon’da. O zaman Çaykara’nın üç köyünün iskan edilme kararı çıktı. Tabi işin biraz siyasi yönü de vardı. O dönem Cumhurbaşkanı hemşehrimiz Cevdet Sunay’dı. Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde 408 evler diye bir mahalle yapıp bizleri oraya yerleştirdiler. Orada adeta küçük bir Çaykara oluşturulmuştu ki halen daha vardır o mahalle.  Biz de o göç kapsamında oraya gittik. 1966 yılıydı. Biz de o vesileyle oradaki evin ve arazinin başına gittik. O civarlarda da iş yaptık. Hatay civarında o arazilerde toprak suyla sulama kooperatifi kurduk. Bütün yer altı suyuyla arazilerin sulamasını sağlayacak sistem geliştirdik kanallar yaptırdık arazinin sulanabilir hale gelmesini sağlayacak çok önemli çalışmalar yaptık. Tabi o sırada taahhüt işleri de yaptık Hatay, Adana, Urfa, Antep, Mersin gibi illerde bir çok köyün enerji nakil hatlarını yollar, köprüler bir çok tesisler yaptık. Hatay’da bir yazıhanem vardı, arada bir gidip geliyorduk. Ama zaten Hatay artık bize cevap veremez oldu. Çünkü Hatay’da iken, ihalelere gidiyorsun, bankadan teminat mektubu alacaksın, kredi limitleri kısıtlı. 1987 yılında İstanbul Kozyatağı’nda büro açtım ve o sırada da büyük oğlum Cerrahpaşa Eczacılık Fakültesi’ni kazandı.  O dönem oğlumun da okuluna yakın olsun diye Fındıkzade’de bir yer aldık.  Ve İstanbul’a yerleşmemiz bu olayla tamamlandı. Varyap’ı ise İstanbul’a geldikten sonra kurduk ve taahhüt ve gayrimenkul sektörünün içinde çok önemli projeler geliştirdik.


İstanbul’a ilk geldiğinizde zorluk yaşadınız mı?


Hayır tabiî ki. Çünkü biz ilk geldiğimizde taahhüt işi yapıyorduk zaten. İşlerim zaten sürekli birbirini takip eden işlerdi. Aldığım işi en iyi yapmak gayreti içerisinde oldum hep. O gayret içinde olunca gerisini Allah veriyor. Sizin niyetiniz iyi olursa Allah önünüzü açar. Ancak siz günlük ve basit düşünürseniz başarılı olamazsınız, başarı da  kısa vadeli olur. İşlerimizin hepsi kaliteli,, zamanından önce ve sorunsuz bir şekilde teslim ettik.


İstanbul’da en iddialı olduğunuz, isminizi duyuran proje hangisiydi


HAYAL ETTİK VE YAPTIK


Varyap Meridian, Seyrantepe Spor Kompleksi, yeni Danıştay Binası, İstanbul-Avrupa yakası Adliye Sarayı aynı anda yaptığımız çok önemli üç projeydi. Üç ana lokasyonda Türkiye’nin sayılı projelerini aynı anda yapma başarısını gösterdik. O sıralarda da Trabzon’daki Varlıbaş AVM’yi yaptık. Bu Allah’ın bir lutfu. Bunu belki isteseniz de denk getiremezsiniz. Arena Stadı çok zor bir dönemde çok kısa bir zamanda yapılan bir proje. Dünyada o büyüklükte bir projeydi ve ilk defa bizim bildiğimiz emsali de yok. Çağlayan Adliye Sarayı da çok büyük bir projeydi. Meridian dünyanın en iyisi seçilen bir proje. Bunu yapmak değil, düşünmek bile insanların hafızasına sığmıyor. ‘Bu proje olmaz, hayal kuruyorlar, bu hayali yapamaz’ diyorlardı ama Allah’ a şükür tamamladık. Dediğim gibi bunlar Allah’ın bir lütfuydu.


Peki size göre başarı nasıl geldi?


Önce siz düşüneceksiniz. Çalıştığınız ekip de çok önemli tabiî ki.  Ekibe, ‘önce şunu düşünüyoruz, yaptığımız bir iş farklı olsun, herkesin yaptığı gibi olmasın, herkese faydalı olsun, ülkeye, İstanbul’a bir değer katsın, imaj kazandırsın’ düşüncesinden yola çıkarak bir tasarım aşamasıyla başladık. Amerikalılar’ı dünyanın değişik mimarlarını çağırıp, ‘Biz böyle bir proje yapmak istiyoruz.Gayrimenkul deyince akla Dubai değil Türkiye, İstanbul ve İstanbul’da Varyap, Meridian gelsin’ dedik. İnsanları bu hedefe kilitledik. Nasıl yapmamız gerektiğini de teknik insanlarla aylarca düşündük ve projeyi gerçekleştirdik.


Hem ailenin en büyüğü hem de tek okuyanıyım dediniz, bunun avantajını yaşadınız mı?


Ailemizin en çok okuyan bireyi bendim. Yüksekokul mezunu, yüksek mühendis unvanına sahibim” diyen Varlıbaş, şöyle devam etti: “Dolayısıyla kardeşlerime öncülük ve liderliği ben yaptım. Rahmetli babamın açtığı bu yolda biz biraz daha bilimsel ve daha büyük hedefler koyarak işe odaklandık. Kardeşlerimle birlikte işleri bu seviyeye kadar götürdük. Ama herkesin çok hususiyetle ve gayretle çalışması sonucu bu seviyeye geldi şirketimiz, herkes çok eziyet çekti. Ben merkezdeyken onlar da Türkiye’nin değişik yerlerinde, zor şantiye şartlarında o projelerin geliştirilmesi için gece gündüz çalıştılar. Vizyon olarak da şirketin bu yerlere gelmesini ben sağladım ama ondan sonra oğlum beni geçti.


Baba sözünü dinleyen bir çocuk muydunuz?


Hem de çok. O kadar söz dinlerdik ki; mesela üniversite yıllarında boks sporuyla ilgileniyordum. O zamanlar şehirler arası maçlara gidiyordum. Bunu önce babama söylememiştim. Sonra bir şekilde duydu tabi. Yine bir maçtan dönmüştüm. Beni karşısına alıp, ‘boksu bırakacaksın, bu sporu yapmanı istemiyorum, eğer bırakmazsan beddua ederim’ dedi. Ve ben o günü boks sporunu bıraktım.


Anne ve baba çocuğun yetişmesinde çok önemlidir. Babam yerine göre otoriterdi yerine göre de arkadaş gibiydi. Allah rahmet eylesin ölümü Kasım ayında ikinci yılını dolduracak. Babam hakikaten çok sosyal da bir insandı, çevreyle diyalogları olan sevilen sayılan o şartlarda kendini iyi yetiştirmişti. Her yerde sevilen, fakire düşküne yardım etmesini seven, hayır hasenatla ömrünü geçiren, ömrünün çok büyük kısmını başkaları için çalışarak geçiren bir insandı diyebilirim.


Gençliğinizdeki Trabzon nasıldı, bugün size göre nasıl bir Trabzon var?


O zaman Trabzon daha güzeldi. O zaman Trabzon’da insanların birbirine güveni, bağlılığı farklıydı Trabzonluluk daha önemliydi sanki. Değeri farklıydı. Şimdi biraz daha kozmopolit bir hal aldı. Eski değerlerinden kopmuş gibi. O zamanlar Trabzon’da tiyatro ve senama çok önemli ve revaçtaydı. Türkiye’nin belki üç büyük şehrinden sonra en sosyal şehirlerinden bir tanesiydi. Çok keyif alınan bir yerdi. Ancak son yıllarda Trabzon biraz ihmal edilmiş. Zaman içerisinde araziden dolayı sıkıntısı var. Onun dışında Trabzon’a çok fazla yatırım yapılmamış, sosyal yönden, sanayi yönünden geri kalmış, yeni yeni toparlanmaya başlıyor. Trabzon’da biraz gelir seviyesini artırmak için yeni iş alanları, yeni şartlar oluşturmak lazım.


Ve çocuklarınız, onlar da sizin yolunuzda mı, yoksa kendi yollarını mı çizdiler?


Büyük oğlum Ercan göz doktoru. Ortanca oğlum Erdinç inşaat mühendisi, küçük oğlum Ergin ekonomi okudu ve üniversiteyi bu yıl bitirdi. Kızlarım gönül işletmeci Selma bilgisayar mühendisi. Kızlarımın ikisi de evleninceye kadar şirkette çalışıyordu. Birisi halen devam ediyor. Çocuklarımla ilişkim üç sacayağı üzerine kuruludur. Birincisi baba-oğul, ikincisi arkadaş ve üçüncüsü iş ortağı şeklinde. Çalışırken onlar bizim geçmişten gelen gelenek ve göreneğimizi dikkate alarak bir kere dürüst doğru olmayı en iyi yapmayı, in iyinin nasıl yapılacağının şartlarını oluşturmaya yönelik çalıştı. Hiçbir şeyi  basit düşünmezler, bizim şirketin temel felsefesi daima en iyiyi, en güzeli yapmaya yönelik çalışmak. En basit en kolayı, herkesin yaptığını değil çok az kişinin yada hiç yapılmayın yapmaya yönelik bizim çalışmalarımız. Onlar da o ruhla yetişmişler. O azim içerisinde olmuşlar ona yönelik  hedeflerde yetişerek gelişmişlerdir. Ortanca oğlum Erdinç hem inşaat mühendisi hem uluslar arası iş yönetimi masteri var. Şu anda VARYAP’ın genel müdürü. Şirketlerin şu anda bu şekilde olmasında onun projelere kattığı çok önemli vizyon vardır.


Trabzon’u özlüyor musunuz, gurbette nasıl yaşıyorsunuz mekleketinizi?


Özlemez mi insan. Bu yüzden de sık sık geliyoruz Trabzon’a. Trabzonlu olmak benim özdeşleştiğim değerlerimin en önemlilerinden biri. Trabzon benim hayatımda en büyük değeri olan yerlerden biri. Trabzonlu olmak Trabzonsporlu olmak benim için benim düşünce yapım için bir farktır. Hep övündüğün, gurur duyduğum eğitimimi aldığım, gençlik yıllarımın geçtiği, bir çok değerimin bulaştığı yer diye düşünüyorum.


O bakımdan o bölgede ne yapabiliriz diye hep düşündük ve yapabileceklerimizin önceliğini oraya vermeye çalıştık. Ama Trabzon biliyorsunuz arazi olarak sanayi kurmaya çok müsait değil. Bu yüzden yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Fırsat bulursak da yeni yatırım yapmayı yine düşünürüz.


Trabzon’a geldiğinizde ilk olarak ne yapmayı seviyorsunuz?


Çocukluğumuzda yaptığımız şeyleri yapmak istiyorum. Trabzon Lisesi’nde okurken, Lise’den Atapark’taki kütüphaneye ders çalışmaya giderdik. O arayı zevkle yürüyerek giderdik. Şimdi nasip oldu Atapark’ın tam karşısında AVM yaptım. Şimdi Trabzon’a gittiğim zamanımın çoğu oradaki büromda geçiyor. Orada arkadaşlarla bir araya gelip yemek yiyoruz, eski günleri yad ediyor, o günün hatıralarını anlatıyoruz. Varlıbaş AVM’nin Trabzon’a sosyal açıdan bir değer kattığına inanıyorum. Trabzon’da herkesin evinin salonu diyebileceğimiz bir yer oldu orası. Herkes aileleri, çoluk-çocuğuyla kahvaltısına, yemeğine, alışverişine geliyor oraya. Bu beni çok mutlu ediyor. Böyle bir şeyi hiç düşünemiyordum. Orası çok keyifli güzel, çok sıcak ve güvenli bir yer oldu.


Geçtiğimiz dönem Trabzonspor başkanlığı için isminiz geçti ancak aday olmadınız, bu konuda neler söyleyeceksiniz?


Geçmiş dönemde benim zaten Trabzonspor yöneticiliğim var. Zaten takımımızın maçlarını hiç kaçırmıyordum. Bu dönem düşünmedim. Ama sağolsun dostlar ismimizi konuştu. Ancak bana ihtiyaç da kalmadı Trabzon’u yönetecek bir çok talip varken benim onlarla yarışmak gibi bir niyetim olmaz. A_Ama Trabzon’un bana ihtiyacı olsa sahipsiz kalsa tabiî ki sahip çıkarım. çıkarım. Elbette Trabzon’u kimseye muhtaç etmeyiz.


‘İşimiz bir oyun’ şeklinde bir sözünüz var, bunu açar mısınız, neyi kastediyorsunuz?


“Bizim işimiz bir oyun” Bu işi bir takım oyunu gibi görüyoruz. Çalışanlarımızın motivasyonu, sağlığı, çalışması ve morali için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz. Ekibimizin önce sağlıklı, bilgili, kültürlü, ahlaklı insanları seçiyoruz. O insanlarla bir takım oluşturuyoruz ve o takımdaki insanlarla daha ne kadar ilerleyebiliriz diye çalışmalar yapıyoruz, iç eğitimler veriyoruz. Bunu sadece kendi çalışanlarımıza değil, alt yüklenicilerimize de uyguluyoruz. Onlara örnek oluyoruz ve özellikle iç güvenlik ve sağlık yönünden bizim sistemimizde uygun olarak çalışmalarım sağlıyoruz. Aynı yemeği yiyoruz aynı şartlarda çalışıyoruz. Bizde çalışma ibadet gibidir. Bizde bir işçi bir işini bitirip gitmeyi düşünmez. O işi yaptığı zaman da ne kadarım alacağım endişesi olmaz. O bilir ki bizler o işin hakkını veririz. Şirketin ilk kurulduğundan ta ki emekliliklerine kadar bizlerle birlikte çalışanlarımız var. Hep bu günlere birbirimize verdiğimiz güvenle destekle gayretle geldik. Şirketimizde çalışan her bir fert ailemin bir bireyi gibi her şeyi ile bana teslim olarak kabul ediyorum” ifadesini kullandı.


SÜLEYMAN VARLIBAŞ KİMDİR?


1951 yılında doğan Süleyman Varlıbaş, gayrimenkul, inşaat, bilişim teknolojileri, sağlık, turizm ve sanayi sektörlerinde faaliyet gösteren VARLIBAŞ HOLDİNG A.Ş.’nin ve holdingin bünyesinde bulunan gayrimenkul yatırımları geliştirme, inşaat ve müteahhitlik kuruluşu VARYAP’ın kurucusu ve başkanıdır.


S. Varlıbaş, lisans eğitimini 1971 yılında Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zirai Ekonomi Bölümü’nde tamamladı. Mesleki deneyiminde ilk olarak 1973-1980 yılları arasında ÇAYKUR’da aşlamış, burada yöneticilik görevlerinde bulunmuştur. Daha sonra kendi isteğiyle Çaykur’dan ayrılan Varlıbaş, 1980 yılında Mehmet Varlıbaş ve Oğulları adı altında Trabzon’da kurulan aile şirketinde yer almış, inşaat ve taahhüt işlerinde faaliyet göstermiştir. 1992 yılında Varlıbaşlar İnşaat San.Tic.Ltd.Şti.’ni kuran S. Varlıbaş, halen Varlıbaşlar Holding ve VARYAP’ın Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. Evli ve beş çocuk babasıdır.



Karadeniz'den Güne Bakış/Nurgül Günaydın



Geri Dön